Sararmış yaprakların doldurduğu

asırlık ağaçların ve parke taşlarının dizildiği

kesilmiş, biçimsiz kütüklerin soğukluğuyla

mahcup bir yalnızlığa mahkum edildik

kır evlerinde.


Şehrin dört bir tarafından seçilen camilerin avlularında

kentlerin varoşlarında,

sıcak kelimeler döküldü göğsümüzden

sıcak kelimeler boşaldı

etin sıcak tadından süzülüp temiz

nevresimlerin ürpertici soğukluğuna.


Günü hep eşiğinde yakalardık

göz dalmalarının dekoru buğulu camlarla.

Gözümüzün dalışı yılgınlığa bir seyir sanılmasın

suskunluğumuz bir biley taşı çünkü.

öfkemizi bileyen, dövüşme özlemimizi perçinleyen

kalabalıklaşmak için yalnızlığımızı çoğaltan bir

sabır taşı.


Kuduz hayvanların ağzında,

çağlayanların düştüğü yerdeki köpük

bir işarettir bazı zamanlar

yeniden yaratılmanın gümbürtüsüne

o köpük

birer artıktır her zaman

eskiyi unutmayalım diye yanı başımızdan ayrılmayan.


Yaşamanın ve direnmenin sert köşelerinden

kelimeler dökülüyor

üç adımlık odamızın orta yerine

küçük rahatlara kaçak

iğreti bencillik kokusuna tıkanık gözlerimiz

bir babanın koltuğa gömülmüş sessizliğiyle

varlığımızı beziyor

ama içimizdeki çocuğun şenliğini kim bastırabilir?

mahcup yalnızlığımız varsın acındırsın benliğimizi kuru kalabalıklar önünde

yalnızlık bizim için

direnmenin ön koşulu değil mi?