Bir zamanlar bir kâşif vardı. Bu bendim! Seninle işte o zamanlar karşılaşmıştım. Çok nazlı ve kendini merak ettiren bir yapın vardı. Kimse senden bahsetmez, arşivlerin en derininde yer alırdın. Senden bahsetmek belki de ağıza acı biber sürülebilecek bir şeydi. Kendini öylesine gizlemiştin ki, gözünün ucuyla bile olsa görmek istiyordu insan seni. Parmağının ucuyla bile olsa dokunmak istiyordu insan sana. Oysa kimse bilmiyordu nasıl bir zehir olduğunu. Ben de bilmiyordum. Diyorum ya, o zamanlar bir kaşiftim ben. Keşfedecek çok şey vardı ve sen de onlardan biriydin.

 

Gün geldi ve sana ulaşmayı başardım. Hayatımdaki en kötü başarı bu. Kim keşkelerinin içerisine başarısızlığı ekleyebilir ki? İşte sen bunu istetecek kadar utanç kaynağısın benim için. En büyük pişmanlığımsın…

 

Artık çek elini omzumdan! Hayatından çıkmak ve seni hayatımdan çıkarmak için öylesine can atıyorum ki. Bu isteğime defalarca kez şahit oldun. Hatta bunu defalarca yüzüne karşı söyledim ama yüzsüzlüğün bu kadarı… Kendi bataklığının içine çektin beni. Kâşifliğimin merakı ve hırsıyla hiçbir şeyi fark edememiştim.

 

Şimdi gönlümde biri var. O öyle temiz, öyle güzel, öyle merhametli ve öyle göz önünde ki… O apaçık bir şekilde gözlerimin önünde. Yanımda, aldığım nefeste, okuduğum harflerde… Nefesimi geri vermek dahi istemiyorum. Kitabımı elimden alırsın korkusuyla harf harf, hece hece ezberledim bütün satırları. Onu ezberledim, öğrendim, sindirdim…

 

Bir gün onunla sözleştik buluşmak için. Onu görünce başım öne eğildi heyecandan. Onun karşısındayken öylesine mutlu ve gururluydum ki… Sanıyorum o da benimle aynı duyguları paylaşıyordu. Konuşmaya önce ben başladım. Ona övgüler yağdırdım. Beni kabul ettiği için içimde dolup taşan şükürden ve memnuniyetten bahsettim. Ben anlattıkça ve ona doğru bir adım attıkça, sanki o da bana koşuyor gibiydi. Aramızdaki bağ çok kuvvetlenmişti. Bunun sevinciyle başım yine öne eğildi. Kaşlarım çatıldı bu sefer. Ayaklarım, senin bataklığının pisliğine bulanmıştı. Üzerimdeki elbisede parça parça pislikler vardı. Sen beni kirletmiştin! Sadece bedenimi değil, ruhumda da kara bir delik açmıştın. Küçük siyah bir nokta büyüdükçe büyüdü ve bütün ruhumu kapladı… Şimdi onun karşısında nasıl durabilirdim?

 

Gözlerim yaşlarla dolup taşarken ona doğru attığım adımları geri dönüyordum. Gönlümdeki aşkı hat safhadayken, kirli bedenim ve ruhumun utancıyla sırtımı dönmüş gidiyordum.

 

Kirliydim ben. Onun karşısına çıkmak ne haddime! Dönüp dolaşıp geldiğim yer senin bataklığından başka bir yer değil. Kirlendikçe kirleniyorum burada.

 

Biliyor musun, o halimi görmesine rağmen beni yine çağırdı. Sana geldiğimi bile bile, kirlendiğimi bile bile yine çağırdı. O gün birkaç defa daha gittim yanına ve her seferinde başım öndeydi. Başımı asla kaldıramadım. Ben başımı eğdikçe o, bütün kirleri başımdan aşağı silkeliyordu. Arındırıyordu beni kirlerden, kötülüklerden, günahlardan…

 

Benimle sözleşti. Günde birkaç defa onun yanına gideceğim artık. Senden ve bataklığının kirlerinden arınana kadar sevdiğime bakamayacağım. Öyle zincirlemişsin ki beni, katranlar dökmüşsün ruhumun derinliklerine. Ben asla sevdiğime bakamayacağım… Vuslat ahirete kaldı. Gerçi orada da seninle yaptıklarımın hesabını veremeyeceğim. Mahkememi sevgilim yapacak… Sevgilim, her anımın yegâne şahidi…