28 Mayıs 2002 (Bugünü ayın yirmi sekizi varsayarak yazacağım.)



Yaklaşık üç gündür yazamıyordum. Çünkü günlüğümün kurumasını beklemek zorundaydım. Günlüğümün ıslanıp kuruyan, birbirine girmiş yazılarını artık okuyamıyorum. Ama gemideki sıkıcı günlerimi okuyamayacak olmamı şimdilik çok önemsemiyorum. 

Eşyalarımı sırılsıklam yapan ve hafızamı bir günlüğüne askıya alan olay, bulunduğum geminin beklenmedik bir fırtınada batmasıydı. Hiç değilse şu an battığını düşünüyorum. Çünkü o gördüğüm kaostan hiçbir gemi sağ çıkamazdı. Güvertede fırtınanın şiddetini giderek arttırdığını konuşuyorduk. Sirenler çalmaya başlamıştı. Bir anda sağ tarafımdan şiddetli bir darbe aldığımı hatırlıyorum sadece. Sonrasında gözümü açtığımda bu adada buldum kendimi. Ufukta ne fırtına ne de gemiden bir iz vardı. Çaresizce sahilde dolandım durdum. Yanımda çantamı bulabildiğim için şanslıydım. Tüm eşyalarım ıslanmış olsa da. Arkadaşlarımı bulma umuduyla neredeyse akşam olana kadar dolaştım. Hiçbir iz yakalayamadım. İlk günümde akşam yemeği olarak çantamdaki abur cuburları yedim. Günün yorgunluğu üstüme çöktüğünde sahilde umutsuzca uyuyakaldım.


Burada, yalnızlığın ortasındaki adada ilk gecemde sabaha karşı soğuktan titreyerek uyandım. Bacaklarımı kumların içine gömüp tekrar uykuya daldım. Tekrar uyandığımda güneş beni şiddetli bir şekilde ısıtmıştı. Hatta öğlene doğru kumlara çıplak ayakla basamamaya başladım. Ayakkabılarımın ve kıyafetlerimin kurumuş olduğunu görünce onları tekrar giydim. Eşyalarımı karıştırırken bu günlüğün de kuruduğunu fark edip yazmaya başladım. İşte bu, ilk günüm böyleydi. Şimdi yiyecek bir şeyler bulabilir miyim diye keşif yapmaya çıkıyorum.


Günlüğüme geri döndüm. Birkaç saatliğine dolaşmıştım. Yine kimseden bir iz bulamadım. Sahilde geceyi geçirmek için güzel bir yer arıyordum. Ormanın içinden gelen su şırıltıları dikkatimi çekmişti. Çalıların sıkı dallarını ellerimle zar zor kenara çektim. Güneş ışınlarının pek uğramadığı küçük bir su kaynağı ve çıkan suların biriktiği bir gölcük keşfettim. İçimde umut gibi bir duygu hissettim. Hayatta kalabilmeye ve kurtulmaya dair bir heves gibi bir şeydi. Oraya yakın bir noktada sahile yerleşmeye karar verdim. Su kaynağının yanında yaşamak iyi olacaktı. Çevremdeki geniş yapraklı dalları kullanarak sahilde küçük bir kamp kurdum. Daha önce kendi yaptığım bir yerde uyumayı hiç tatmamış olduğuma üzüldüm.



29 Mayıs 2002


Adanın etrafında keşif amaçlı gezindim. Sahil şeridini öğrenmeye başladım. Kampımın güneybatısındaki burnu gezmeye gittim. Adanın en güzel kuşları buradaydı sanki. Burundaki küçük ağaçlığın içine hiç zorlanmadan girdim. Güneşin sıcağından bir perdeyle korunuyor gibi serindi. Yerde birkaç tavşanın kaçıştığını fark ettim. Bu korulukta tanıdık meyve ağaçlarını gördüm. Kendi bahçemdeki kiraz ağacını andıran bir ağaç vardı. Yaprakları bile aynıydı fakat üzerinde hiç meyve göremedim. Eğri büğrü, gövdesi yarık, yaşlı ağaçtaki armuta benzeyen küçük meyveler yenmeyecek kadar sert ve acıydı. Sarı elmalar ise ekşiydi ama bir şey yememekten iyidir. Bu koruluktan topladığım elmalarla çantamı doldurdum. Şimdi kampa döneceğim.


Akşam karanlık çökmek üzere. Zayıf ve korunmasızım. Kendimi adanın yutmadan önce ağzında gevelediği bir lokma gibi hissediyorum. Anksiyetem iyice arttı. Burada çürüyeceğim ve kimsenin ruhu duymayacak!



30 Mayıs 2002


Burada yaşamaya adapte olmaya çalışıyorum. Düz bir çubuk bulup bir tırnak makasımla sivrilterek mızrak yaptım. Neredeyse bütün günümü alsa da artık kıyıdaki balıkları avlayabileceğim. Fakat ateş yakabileceğim bir kaynağım yok. Onları çiğ yemekten başka çarem yok.



1 Haziran 2002


Bugün karımın doğum günü. Onun yanında olabilmeyi çok isterdim. Onu yanımda hayal ederek bu akşam gün batarken sahilde uzun bir süre oturdum. Gökyüzü her zamanki akşamlardan daha soğuk ve daha soluktu.



2 Haziran 2002


Çiğ balıklar midemi bulandırmaya başladı. Artık onları yiyemiyorum. Bu yüzden tekrardan buruna gidip koruluktan elma toplayacağım. Midemi dolduruyorlar ama açlığımı tatmin etmiyorlar. Yine de yaşamak için yemek zorundayım.



3 Haziran 2002


Sabah uyandığımdan beri çok kötü hissediyorum. Şiddetli bir bulantım ve karın ağrım var.


Güneş denizde boğulmak üzere. Rüzgar sert esiyor. Bacaklarım çok üşüyor, onları ısıtamıyorum. Karın ağrım hala geçmedi. Yetmezmiş gibi ishal de olmuşum.



4 Haziran 2002


Ateşim çıktı. Ormanın içine doğru biraz yürüyüp ot toplamayı düşünüyorum. Hakkında en ufak fikrim olmasa da iyi geleceğini umarak yiyeceğim. Eğer bundan dolayı zehirlenirsem ve birisi bunu bulup okursa umarım dalga geçmez. Çünkü ciddi bir enfeksiyonum var sanırım.



6 Haziran 2002


Ateşim ve bulantım kendiliğinden geçti. Bugün çok daha iyi hissediyorum. Geçen gün bahsettiğim gibi bilmediğim otları toplayıp yemedim. Ölüm ne kadar yakın olsa da riskli bir hamle yapmaktan korktum. Cesur değilim. Korkağın tekiyim.



7 Haziran 2002


Bu gece kumsala uzanıp ay tutulmasını izliyordum. Ormandan daha önce duymadığım bir çınlama sesi yayıldı. Beş dakika arayla iki kez duydum. Anksiyetem tekrar artmaya başladı. Uyuyabileceğimi sanmıyorum.



8 Haziran 2002


Evdekileri çok özledim. Tam olarak bugün karaya çıkmamız gerekiyordu. Eğer her şey yolunda gitseydi şu an eve gitmek üzere takside olacaktım. Bunları düşünmek beni üzüyor.



10 Haziran 2002


İki gecedir o çınlama sesini duymadım. Bu yüzden biraz rahat geçirdim geceyi.

Sabah olduğunda dün kurduğum tuzaklarımı kontrol etmeye gittim. Hiçbir şey yakalanmamış. Bugün sıcak bir gün oluyor benim için. 


Adanın sahil kısmını iyice öğreniyorum artık. Öğleden sonra ormanın içine doğru giden bir patika bulup yürüdüm. Sanki daha önce buradan insanlar geçmiş gibiydi. Bu patikada devam ediyordum. Yol kenarındaki bir akçağaca asılı bir sırt çantası parlak rengiyle dikkatimi çekti. Bu zamana kadar adada yalnız olduğumu düşünüyordum. Demek ki benim dışımda birisi de bu adadaymış. Tereddütlü bir şekilde yaklaşıp çantanın içine baktım.

İçinde paslanmış bir bıçak, çürümüş odunlar, eski bir çakmak ve küçük bir not defteri vardı. Defteri açıp okudum. Bulduğum defter helikopter kazasından kurtulan bir kişiye aitmiş. Kazadan sadece kendisi sağ çıkmış. Tek başına bir süre yaşamış ama altıncı günden sonra başka bir not almamış. Bu adama ne olduğu hakkında düşünmek istemedim. Çantayı yanıma alıp kampıma geri döndüm. Bulduğum bıçak işime yarayabilirdi. Ve en önemlisi çakmakla ateş yakabilirdim.


Karanlık olmadan kampıma geri dönmeyi başardım. Yol boyunca birisi tarafından takip ediliyormuşum gibi hissettim. Belki deliriyorumdur. Bilmiyorum ama çakmak bulduğum için çok mutluydum. Hemen deneme amaçlı çalı çırpılarla bir ateş yakmaya çalıştım. Dördüncü denememde gerçekten ateş yakabildim. Sevinçten bağırıp koşmaya başladım. Artık geceleri ısınabilecektim, ışıkla aydınlanabilirdim. Güneş battı, karanlık çöktü ama ben gece boyunca ateşime odun taşıyıp durdum. Bununla uçaklara sinyal bile verebilirim. Artık gökyüzüne ve ufka daha dikkatli bakacağım. 



11 Haziran 2002


Bugün güzel bir gün. Her zamankinden geç uyandım. Köz haline gelmiş ateşimi kuru odunlarla besledim. Mızrakla bir balık avlayıp onu kahvaltı olarak yedim. Bu adada yediğim en lezzetli yemekti. Çünkü pişmişti. Ateşin varlığına tekrardan şükrediyorum.

Öğlen sahilde yürüyüşe çıktım. Ormanın yanında yürürken sabah aklıma takılan şarkıyı mırıldanıyordum. Hışırtı sesleri duydum. Doğu tarafındaki çalıların hareketlendiğini gördüm. Sanıyorum bir domuzdu. Çünkü yaprakların arasından koyu kahverengi bir şeyin kayıp gittiğini gördüm. Bu, adada gördüğüm ilk büyük hayvandı. Balık dışında başka bir et kaynağı olarak kullanabilirim. Bu yüzden kampa dönerken avlanmada işime yarayabilecek odunları topladım. Onu avlayabileceğim kaliteli bir mızrak yapmaya akşam başlıyorum. 



13 Haziran 2002


Helikopter acaba adanın neresindeydi diye düşünüyorum. Aklıma takıldı. Yaklaşık iki haftadır buradayım ama ona dair hiçbir ipucuna henüz rastlamadım. Belki de denize düşmüştü ve o adam yüzerek karaya çıkmıştı. Neyse, av mızrağımı hazırladım. Hava bugün kapalı. Yağmurun yağmasını bekliyorum. Ava bugün çıkmayacağım. Yarın hava iyi olursa çıkarım.



14 Haziran 2002


Hava hala yağışlı. Bugün de kamptayım. Ateşimin üstünü iyi ki dallarla örtmüşüm. Yoksa yağmurda sönecekti.



16 Haziran 2002


Güneş sonunda kendini gösterdi. Dinç bir halde uyandım. Planım ormanın içine doğru yürümek. O yaban domuzunu avlamak istiyorum.


İnce bir patika buldum. İlk defa geçiyordum buradan. Seslere odaklanarak sakince yürüyordum. Yine geçenki hışırtılardan duydum. Ve yine o domuzun gölgesinin hızla fırladığını gördüm. Bir elimde mızrağımla onun peşinden koşmaya başladım. Görüş alanıma girmiyordu ama sesini duyarak takip edebiliyordum.

Uzun bir süre devam ettim. Sonra yavaşlayıp durmak zorunda kaldım. Artık bacaklarım koşmama izin vermiyordu. Zaten sesler de sönüp gitti. Yalnız olduğumu hissettim. Sesi en son duyduğum yere doğru yavaşça yürüdüm. Soluk alıp verişim düzelene kadar bu şekilde devam ettim. Nefes sesim azaldıkça denizdeki dalgaların seslerini duymaya başladım. Denize yaklaştığımı hiç fark etmemiştim. Dalga seslerini takip ettim. Çalılıkların sık yaprakları kolumla itip kumsala adımımı atınca gözümü yoğun bir ışık aldı. Gözlerimi kapatmak zorunda kaldım. Yarısı kuma gömülü helikopterin camından güneşin yansıdığını anlamam biraz zaman aldı. Bu çantasını bulduğum adamın helikopteriydi. Heyecanla mızrağımı sahile attım. Helikopterin çevresini inceledim. Sonra kabine girdim. Metal parçalar çok aşınmıştı. Ama konsolda dikkatimi başka bir şey çekti. Ortada durması gereken radyo vericisinin sökülmüş olduğunu gördüm. O cihaz buradan kurtulmak için güzel bir imkan. Onu bulmalıyım. Dünyayla iletişim sağlayabilirim. Yardım isteyebilirim. Adada domuz avlamayı unutup o cihazı bulmaya odaklanmalıyım. Aklımda şu an bu düşünceler dönüyor. Şimdi helikopterde işe yarayacak başka bir şey arayacağım. İşimi bitirdiğimde kampa döneceğim ve o cihazı bulmak için gerektiği kadar uzun bir yola çıkacağım.


***


Okumayı bilmezdi. Ama yine de adada mahsur kalan adamın yazdığı bu günlüğün her sayfasını sanki bir şey anlıyormuş gibi uzun uzun inceledi. Eğer anlayabilseydi, zavallı adamın yaban domuzu sandığı yerliyi kovaladığını okuduğunda kahkaha atardı. Yerde yatan bedene döndü. Adam helikopter kabinin içinde vücudundaki tüm kasları kasılmış bir şekilde yatıyordu. Demek ki zehir iyice yayılmıştı. Genç kabile avcısı öldürdüğü av için hoşnuttu. Kabile şefinin gözüne girmek için çok iyi bir fırsatı oldu. Bu sayede Tan-Taa'yı eş olarak isteme hakkı da olacaktı. Tan-Taa kabiledeki en güzel genç kızdı. İsteyeni çoktu ama Jaa-Kaa bu avla onu almaya çok yaklaştığını biliyordu. 


Güneşin kızıllığı dalgaların üstünden sekerek sahili aydınlatıyordu. Jaa-Kaa helikopterdeki cansız bedeni sırtlayıp kabilesine doğru taşımaya başladı. Jaa-Kaa insan etinin tadını neredeyse unutmuştu. Yemeyeli bir seneden fazla olmuştu. 

Bu ıssız adaya düşen helikopterin pilotuna ne olduğunu kimsenin öğrenmediği gibi Jaa-Kaa'nın omzunda kabileye pişirilmek üzere giden bu adama da ne olduğunu kimse bilmeyecekti.