Bir kanal var, gerçekleri taşıyor.

Özgür külleri kalbinde taşıyan rüzgarlar var, gerçekleri sürüklüyor.

Düşünceler var, gerçekleri omuzluyor.

Bu yüzden çöküyor ya bedenler.

Acı yok, kötü hissetmek yok, Yalnızca yüzleşmek var.

Bu yüzden kırık ya aynalar.

Yanmaya meyilli diller var,

Telaşla o kanalı arayan.

Sessız çığlıklar var, hep sessiz kalacaklar.

Yok oluşlar var, yok olmakla var olacaklar.

Yalnızlıklar var, ölümsüz yaralılar.

Yalnızlıklar var, gözlerin görmediği can çekişmeleri.

Yalnızlıklar var, kulakların terk ettiği son bağırışlar.

İntihara meyilli acılar var, derin ruhlara atlayan.

Terk edilmiş fikirler var; kırık evlerde barınan, kırık zihinlerde barınan.

Bilinçli acılar bunlar, başkaldıran acılar.

Ölüm bir sorun elbette ama çözümü yok bu aralar.

O derin aralar, en gaddarını yakalar.

Çaresizliği boğazına kadar saplar.

Çözüm yok.

Geçmiş, artık bir rüya.

Gelecek değil mi bizi kaygılandıran?

Uyumak istiyorum o zaman.

Hiçliğe doğru değil, sakladığım fotoğraflara.

Ana rahminden köle pazarına.

Zayıf bir ışık, tek bir ışık tanesi, neden ölüyü yakalar?

Uzun zamandır kapalıydı kapılar;

Soluk yüzler değil miydi buna tabela olan.

Kaostur, en mükemmel dizayn.

Kaostur, tanrıyı uyandıran.

Çoktur şeytan olan, azdır tanrıyı andıran.

Çünkü azdır zihnine köle olan.

Azdır zoru seçen, gün ışığını reddeden.

Güzel anılar, yalnızlığı oyalar.

Beşikler, cinnetler, titreyen eller.

Geleceğin tablosuna kusması için sallanıyor bebekler.

Kılıçların tizleşmesiyle, tüfeklerin sesleriyle, savaş canlarıyla uyanıyor çocuklar.

Bilinç geri, yumruklar ileri.

Bilinç ileri, gülüşler geri.