"Biliyor musunuz, insanın yüreğine bazen inanılmaz bir şey doluyor. Nereye gidersen git, arkadaşlarının hepsinin içinde aynı ateş var sanki; hepsi neşeli, iyi, harika. Bir şey söylemeden, birbirlerini anlıyorlar. Hepsi koro olarak yaşıyor, ama her kalp kendi şarkısını söylüyor. Bütün şarkılar küçük dereler gibi şırıl şırıl akıyor, aynı ırmağa katılıyor; o ırmak da ışıklı, sevinçler dolu yeni bir hayatın özgür, engin denizine dökülüyor."


"Ve uyanacaksın, çevrene bakacaksın, soğuk ve pislik... İnsanlar yorgun, öfkeli... (...) Çirkin bir şey bu... oysa inanmamak gerekir insana, hatta korkmak gerekir ondan, nefret etmek. Yanlış yolda, insan. Oysa sen yalnızca sevmek istersin, peki ama nasıl mümkün olacak bu? Senin üzerine gelen vahşi bir hayvansa, canlı bir ruhun olduğunu kabullenmiyorsa, yüzüne tekme atıyorsa, nasıl bağışlayacaksın insanı? Bağışlamak olanaksızdır onu. Yalnızca benim adıma değil, kendi adıma her türlü aşağılanmayı bağışlayabilirim, ama zorbaların benim üzerimde başkalarına zarar vermeyi öğrenmelerini istemem, istemem."


"Zararlı hiçbir şeyi, bana bir zararı olmasa da, bağışlamak zorunda değilim. Yeryüzünde yalnız değilim. Bugün ben kendime yapılanları bağışlarsam, aşağılanmama belki yalnızca gülersem, bu beni yaralamazsa... gücünü benim üzerimde deneyen canavar yarın gider bir başkasının derisini yüzer. Dolayısıyla, her insana ayrı gözle bakmam, yüreğimi kararlı tutmam gerekir. İnsanları, 'Bu bizden... bu bizden değil...' diye ayırmalısınız. Hakça, çok doğru bir yol bu, ama insana yetmiyor."


“Hayat dediğin böyle bir şey işte. İnsanların nasıl karşı karşıya getirildiklerini görüyor musun? İstemiyor musun, vur, öldür karşındakini. Hem de kimi? Senin gibi hiçbir hakkı olmayan birini. Üstelik, aptal olduğu için senden daha mutsuz birini. Polisler, jandarmalar, sivil polisler... bunların hepsi düşmanımızdır; ama onlar da bizler gibi insandırlar, bizim olduğu gibi, onların kanını da emiyorlar, onları da insandan saymıyorlar. Hepimiz öyleyiz. Evet, en sonunda insanları karşı karşıya getirdiler, aptallıkla, korkuyla kör ettiler onları, hepsinin ellerini ayaklarını bağlıyorlar, eziyorlar, sömürüyorlar, birbirlerinin üzerine salıyorlar. İnsanları tüfeğe, sopaya, taşa çevirdiler, şöyle diyorlar: 'Devlettir bu!'”


"Cinayettir adı bunun, anacığım. Milyonlarca insanın adice öldürülmesi, ruhlarının öldürülmesi... anlıyor musun beni, insanların ruhunu öldürüyorlar. Bizimle onların arasındaki farkı görüyor musun? Adam bir yumruk attı diye üzülüyor, bu yaptığından utanıyor, içi acıyor. En önemlisi de kendinden iğreniyor. Oysa onlar çok sakin, hiç acımadan, yürekleri sızlamadan, zevkle binlerce insanı öldürüyorlar. Ve yalnızca insanlar üzerinde egemenlik kurmalarına yarayan gümüşlerini, altınlarını, beş para etmez belgelerini, değersiz her şeylerini korumak için insanları öldüresiye eziyorlar. Düşün ki, halkı öldürürken, insanların ruhlarını yaralarken kendileri için yapmıyorlar bunu, sahip oldukları şeyleri korumak için yapıyorlar."