Kahırlarla dolu bir coğrafyada

mülkiyet sevdası güden

varlıklı ama bir o kadar da fakirce,

öyle gelmiş öyle gidecek mekanikliğiyle

ve herkesi kendisine benzeten normlarıyla

onlara aldırış etmeden korkusuz bir şekilde

aralarında hiç sekmeden mevcudiyetimle

ben mağarama çekildim.


İçi boş kof yığınların arasından

usulca ayıkladım kendimi

seslerine hiç ayna olmadan kaçındım, taşındım ve taşıdım kendi kendimi

sırtımda.

Bir kambur gibi taşıdığım,

varoluş kaygılarımın hazinliğini

bir nokta kadar dürüstlük erdemliğinde

inzivaya çekilerek biraz da Tanrı'dan beslendim.


Bana tuttukları aynalarında

kendilerini görmeyince debelendiler

ve nihayetinde beni iteklediler.

Onlarla otursaydım,

onlara benzeyecektim.

Bu yüzden feragat ettim onlardan

ve ben kendime doğru göç ettim.


"Her şeye karşı" olarak damgalandım;

oysa hiç dinlenmedim can kulağıyla

ve hiç bir gömlek satın almadım

onların betim benzin atan çarşılarında.

İnsan ancak yalnızken kendisidir;

bunu geç de olsa anladım,

sabahı geç doğum yapan gecelerde.


Kendilerinden kaçınanların zulmüyle kendilerine göç eden toplulukların diasporasıyla

gördüm azınlıkların kardeşliğini

ve her cephede habis tutmuş namussuzların

bir gazete binası önünde

tüm insancıl okullarından kovgun

vaatleri soygun demagogların

insanlığı solgun hal hareketlerini de.


Yalnız değil tek başınayım, dedim;

bir ayaküstü sohbetin cızlamında ve

-kalabalıklar insanı örten bir gazete-

okunmak için değil manşetler halinde

dirilerin yüzüne inen bir perdeyken de

ben en nihayetinde dünyaya yalnızlığımı ilan ettim.