Pandemi dönemi, birçok insanın sorguladığı şey yine kendi hayatları oldu. Yaşadıkları kenti, yaşadıkları evi, yaşadıkları insanları ve hatta bunca zamandır aynada baktıkça gördükleri yüzü bile sorguladılar. Bir kısmı bu sorgulamaları eyleme döktü. Artık bir şeylerin değişmesi gerektiğini düşündü ve değiştirdi. Büyük bir kısmı ise hâlâ şikayet ettiği şeyleri yaşamaya devam etti. Şikayet ederek yaşamayı seçti, seçtiler, seçtik belki de. Kent yaşamının, modern yaşamın kendi zihninde sıkışmış tutsakları olmaya devam ettik. "Ne yapalım, dağlara mı kaçalım?" diye bir soru gelebilir aklınıza, aman lütfen kaçmayın, orayı da bir yaşam alanına çevirip fütursuzca kentleşmeye itersiniz! Ah, kent yaşamının bencil ruhları bizler, ne kadar tüketirsek tüketelim doymuyor, daha da yok ediyoruz. "Var olmak için önce yok olmak gerek." diyor ya Mevlânâ, sanırım biz bunu yok etmek olarak anlıyor ve öyle yaşıyoruz.


Vasıfsız işçi Marcovaldo da kent yaşamından sıkılmış ama çaresizce bu hayatın içine gömülmüş bir karakter. Dört çocuk babası, bir de hiçbir surette memnun edemediği eşi Domitilla ile yaşayıp gidiyorlar izbe bir binada. Yoksulluk öyle işlemiş ki ruhlarına, vasıfsız bir işçi olarak yaşamaktan başka çareleri olmadığını düşünüyorlar. Zavallı vasıfsız işçi Marcovaldo adeta talihsiz olaylar silsilesi hayatında sadece karnını doyurmak ve nefes alabilmek için didinip duruyor.


Kara mizah konusunda sağlam kurgular sunan Calvino'nun bir kent masalı tadında anlattığı Marcovaldo'nun hayatı, hiç de uzak değil aslında. Hemen yanı başımızda rastlayabileceğimiz türden. Kentleşmenin insanın kendi katlini vacip kıldığını her kurgusunda dile getiriyor Calvino. Bu eserde de yanlış hayatlarımızda, yanlış giden bir şeyler olduğunu fark etmemizi sağlıyor. Modern kentlerin tutsak insanlarını anlatıyor kısacası. Dört duvar bir zihinden ibaret bu hayatta bilginin ışığı bizimle olsun!