Yine bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyordu sabah erkenden. Hızlıca valizini toplarken bir yandan da hızlı ısırıklar alıyordu poğaçadan. Masası her zamanki gibi dağınık ama sağ köşede duran liste yine yerli yerindeydi. İlaç listesi, yapılacaklar listesi, gün içinde gidilecek yerler listesi... Listelerin de bir listesiydi aslında o kağıt. Hayatı bir masa, havaalanı ve hastane arasında geçen bir adamı ancak böyle bir liste paklar diyordu içinden. Valizin kapağını kapatıp listeyi de hızlıca masadan alınca şöyle bir göz ucuyla bakıp bir hafta daha görmeyeceği evine göz gezdirdi. Tahliller, raporlar, yeni ilaçlar ve yeni tedaviler derken bir haftası daha geçecekti hastanede. Asansörün düğmesine üç kere bastı ısrarla, bastığı kadar hızla inecekmiş gibi. Kapıyı açarken hiç aydın olmayan gün için iç çekip komşuya merhaba dedi. İyiyim, daha iyi olmaya çalışıyorum. İlaçlar etkisini gösteriyor evet. Saçlarım, evet döküldü, yenisi çıkacak diyor doktor. Peruk mu, idare etsin diye canım, ömür billah bunla gezecek halim yok ya...

Gün, bunlar konuşulurken biraz daha ayarken taksi geldi.

-Şehir Hastanesiʼne. 

Evet, benim hasta olan. Doğru dedin, saçlarımdan belli. 

Sonra içinden “Kaşlarımdan da belli görmüyor musun? Kirpiklerimden de belli.” diyerek taksiciye kızdı. Yazdıklarını düşünüp durdu yol boyu. Bu illete nasıl kapıldığını, günden güne dökülen saçlarını, yanında olmayan dostlarını, tek başına aldığı tedavileri... Doğru muydu yoksa? O masaya bu kadar çok gömülmese yine yakalanır mıydı bu hastalığa? O masaya gömülerek unuttuğu doğum günleri, kutlamalar, düğünler... O masaya gömülerek almayı unuttuğu ilaçlar. Ara sıra kaçırdığı öğünler. Yoksa hayal ettiği kadar iyi gelmiyor muydu o masa kendine?

Biraz düzenli yaşayayım, hayatım belli bir çizgide ilerlesin safsatalarıyla almıştı. Her gün biraz başına oturup birkaç bir şey yapınca iyi gelir kendine sanmıştı. Bir anda duran arabanın sarsıntısıyla kendine geldi. Önde bir kaza vardı, yol karışmış, insanlar yol kenarlarına dizilmiş olanı biteni izliyordu. Dökülen çantadan çıkanlara bir göz gezdirdi; birkaç kalem, not defteri ve bir Ali Lidar kitabı. İstemsizce eli kitaba gitti, sonra not defterine.

“Bugün tedavinin ilk günü, yarın da karımın doğum günü.” yazıyordu defterde. 

Sayfayı çevirdi; haftaya perşembe annemler yemeğe gelecek, annemin en sevdiği yemek fasulye. 

Sayfayı çevirdi; üç gün sonra bankaya ödeme yapılacak. 

Birkaç sayfa sonra bir şiirin ilk karalamaları çıktı önüne. Birkaç sayfa sonra bir daha, bir daha...

Bir yandan o da kendi gibi yazıyormuş demek diye düşündü. Nasıl bir masası vardır acaba, sağ köşede duran bir listesi var mı acaba onun da? Yoksa hafıza niyetine dolaştırdığı bu küçük not defteri mi yine? 

Düşünceler böyle ardı ardına koşarken zihninden kalbine taksici seslendi:

-Beyim bin hadi gidelim, birazdan cenaze arabaları gelir. Belediye de yolu temizler, açılır birazdan yol. 

Yolun geri kalan kısmında bir şeylerin başka şeylere aslında engel olmadığını düşündü hayıflanarak. Bir hastalığın bir yaşama engel olmadığını, yazmanın hayatı durdurmadığını hatta bir ölümün dahi hayatı durdurmadığını... 

Birazdan cenaze arabası gelir, belediye de yolu temizler diye tekrar etti içinden. 

Bir ölümün dahi durduramadığı trafiğin içinden akıp gitti taksi...