Ben çocukken maviler daha mavi, yeşiller daha yeşildi. Kimse karışmazdı gökyüzünün rengine. Çizeceğim yolları bana kimse sormazdı. Biraz kahverengi alırdım biraz sarı. Gülen bir güneş çizerdim ve önüne siper olmuş dağları. Bir çınar yükselirdi, bir bulut görünürdü, bir dere akardı. Yaz kış tüterdi evlerin bacaları. Bir kışı koyardım hikayeme bir de yazı. Sonra büyüdüm. Gelecek bir kez geldi mi insan geçmişi taşımak zorunda hissediyor. Çocukluğun yüksüz yolculuklarını arayıp duruyor. Ne ara büyüyorum, ne ara keşkeler doluyor yüreğime! Zaman nasıl hızlı akıyor böyle, bilmiyorum. Büyüdükçe çizmenin, yeni bir dünya kurmanın kolay olmadığını öğreniyorum. Şimdi tüm öğrendiklerim cebimde, küçük bir çocuk gibi yeni şeyler denemenin heyecanıyla boyuyorum beyaz sayfalarımı. Maviler daha mavi, yeşiller daha yeşil... Güneş ise hâlâ gülümsüyor. Bir çocuk yüreğimde bembeyaz kağıtlara yeni bir resim çiziyor. Ve son olarak ne demiş şair; "Çocuk olsam yeniden, bir tek düştüğüm için acısa içim... Ve kalbim çok koştuğum için çarpsa sadece..." Hepimiz kendi masallarımızın kahramanıyız. Peki ya ama nasıl, hangi rollerde? Masallar gerçek midir, ya da gerçeğe yakın mıdır, bize çocukken anlatıldığı gibi mi? Belki de bütün masallar güzeldir aslında değil mi ya da aykırı mı? Bak bilemedim ki şimdi. Kim bilebilir ki sonuçta, kelimeleri kalbimize koyan bize nasıl yazacağımızı açıklamadı... Sizce? Yoksa bütün prenseslerin masalları aynı mı? Çocukken her masal mutlu biterdi. Onlar ererdi muradına biz çıkardık kerevetine ve kitaplar kapanırdı... Sonra bir şey oldu hayat mı girdi araya, aşk mı yalan oldu? Masallarda bile kurbağayı öpecek prens bulunmaz oldu. İşte gene başladı masal ama bu sefer dünya yamuk... Herkesin zehirli elma dağıttığı şu dünyada yeniden uğruna kurbağalara sarılalım. Hayat tam da hissettiğimiz yerde, öyle değil mi, sizce? 🫀