Çocukluk zamanımda kimse bana "Annen mi, baban mı?" diye sormaya cesaret edemezdi. Çünkü insanlar bunu sormaya kalmadan babamın arkasına geçer, omzunda ağlardım. Kız çocukları babaya düşkün olur derler, ondandı belki, bilmiyorum. 7 yaşımın sonlarında bir kabusla irkildim. Büyükannemin arka bahçesinde elma ağaçlarının birinin üstünde oynarken benim tıpa tıp aynım yanıma gelip "Birazdan baban gelecek ve seni öldürecek." diyordu, ben de sonsuz bir öz güvenle "Sen bana benziyor olabilirsin ama babam gerçek kızının kim olduğunu bilemeyecek biri değil çünkü biz birbirimizi çok seviyoruz." diyordum. Ardından babam geliyor ve bana -gerçek kızı olan bana- değil, benim suretimdeki bir kıza inanıyor ve beni öldürüyordu. Ağlayarak uyandım, annem koştu. Babam neden beni öldürdü diye günlerce ağladım, sebebini bile bilmiyordu adam; gerçi umursuyor muydu, onu da bilmiyorum ya. 3 ay sonra tutuklandı babam, her şey o kadar net ki aklımda. O rüyanın gerçekleşeceğini bilmeden ağlamışım, babam zamanla öldürmüş içimdeki sevgi yumağı, küçük, zavallı çocuğu. Evin en büyük çocuğu ben, daha 8 yaşına basmış ama ablalık etmek zorunda bir çocuğum. Geleceğim dedi, gelmesi 10 yıl sürdü. Zaman, sözüne inanmamam gerektiğini öğretti önce bana, sonra hayatımda inandığım tek kişinin o büyük sevgisinin çocukluk aklım olduğunu görmeye başladım yavaş yavaş. Ne de zorba adammış aslında ve ben hiç masum değilmişim, yoksa bir çocuk babası uğruna neden annesinden nefret etsin ki 8-10 yaşına kadar? Nefret duygusu bilmeyen bir çocuk yapamazdı, bunu seneler sonra öğrendim. Tutsaklığı bitip karşıma dikildiğinde 18 yaşındaydım. Artık babamın iyi bir adam olmadığının farkındaydım. Tüm çocukluğum geçti gözlerimin önünden, annem ne de çok yıpranmıştı ve ben bir adam uğruna annem gibi yıpratmayacaktım kendimi, söz verdim. 22 yaşındayım, hayatıma elbette başka başka insanlar girdi, hepsinde de sevildim, bunu hissettim ama bir şey eksikti. Benim sevgim. Ben kimseyi sevemiyordum çünkü her erkek bir gün babam gibi gerçek yüzünü gösterecekti. Çok geçmeden onu buldum. Bir korsanın en büyük hazineye ulaşması gibiydi. Hayatımın en zorlu dönemlerinde karşılaştım onunla, eksik parça oturuyordu yerine, ben fark bile etmedim üstelik. En sevdiğim arkadaşlarımdan biri haline gelmiş; en zor anımda elim, rehberde onun ismini aramaya başlamıştı. Gözüm, olmadığını bildiğim sokaklarda bile onu arıyordu. Çok geçmeden ben hislerimi kendime bile itiraf edemeden o etti. Üstelik o da beni seviyormuş, biliyor musunuz? Bir gülüşüyle seneler geçti. Ben insanların beni sevmesini seven biriymişim ondan öncesine kadar, artık sadece sevmek isteğiyle yanıp tutuşuyor, içimdeki tutkuya engel olamıyordum. Çok iyi biliyordu ki ondan çok kimseyi sevmedim, buna babam da dahil. Yıllar geçti aniden. Haksızlıklar yapmış, karşılıklı hatalar etmiştik, evet hatta aldatılmıştım, hem de onlarca kişiyle ama içime oturan tek kişi vardı onların arasından, yakın çevremden bir arkadaşım... Evet, arkadaşım; beni bilen, onu bilen ve beni sevdiğini düşündüğüm bir arkadaşım. Hayallerle gittiğim şehri bir hafta içinde terk ettim, ya da öyle sandım. Birkaç gün içinde hiç dönmem dediğim o şehre geri döndüm; belki mecburiyetten, belki meraktan; daha bunun cevabını bilmiyorum ama korku dışında hissettiğim başka bir şey vardı: Bana olan o çocukça sevgisi... Devam etti kaldığı yerden ilişkimiz, anneme benzediğimi hissetmeye başlamış ve belki ilk değil ama bugüne kadarki en büyük yaramı almıştım bile en sevdiğim adamdan. Gerçi başka kimse yaralayamazdı bu denli, sinek ısırığı sayıp geçmiştim bundan öncekileri. 3 yılı bitirdik, kimsenin baş edemeyeceği konuları iki medeni insan gibi hallediyor ama incir çekirdeğini doldurmayacak konular üzerinden birbirimizi yiyorduk. Dedim ya bu sevgiyi hissediyorum diye, işte ben o sevginin bunu atlatabileceğine, en umulmadık anda her şeyin düzelebileceğine inancımı kaybetmedim. Onu suçlu görmüyordum çünkü daha bu yaşına kadar hayatından öyle büyük şeyler çalmışlar ki, çocukluğunu bile... Çocukluk diyorum, basit geliyordur çünkü hangimizin çocukluğu çalınmadı ki değil mi? Bir de şöyle düşünün, hangimiz o çocukluktan kambur çıktık? Hangimiz çocukken olanların farkındaydık? En önemlisi, hangimiz bu savaşı verirken yabancılarla dolu bir kalabalıktaydı?

Demem o ki; bana göre sevdiğim adam yerleşik hayata yeni adapte oluyordu. Korkak, çelimsiz ve hayata karşı nefret doluydu. Bu yüzden karşımdaki, ne yaparsa yapsın sevdiğim çocuktu ve saf bir kalbi vardı, bende de onu bağrıma basacak büyük bir şefkat. Mavinin oğluydu ve hiçbir gökyüzü onun gözlerine bakarkenki huzuru tattırmadı bana. Şu an kırgınız birbirimize, yine incir kabuğu dolmadı bu arada ama her zaman söylediğim tek bir şey vardı: "Herkes kavga sırasında kendi benliğini ortaya koyar ve asıl kararlar kavganın çıkış nedeniyle değil, o kavganın çirkin gidişatına bağlanır." Belki son defa sarıldık birbirimize, inanın bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var, gözlerindeki huzuru kalbim kararmasın diye orada taşıyorum.