Kendim olmadan yaşamak ölmekten iyi midir? Vazgeçip inandığın her şeyden iyi midir yine de nefes almak? Nefret etmiştim öğretmenlikten ama yine de yapabilir miydim? İnanmadan, sevmeden, istemeden çalışırdım ama aydınlıkta otururdum. Tüm bunlar zihnimde gezinirken gözüm sokak başındaki hengâmeye gitti. İhtiyar adamı üç serseri ortalarına almış, hırpalıyorlardı zavallıyı. Adamın cüzdanını, çantasını ve ceketini aldıktan sonra tekmeler atıyorlardı. İhtiyarın burnundan kanlar geliyor, titreyen elleriyle yüzünü koruyordu. Serseriler ondan alacakları her şeyi almalarına rağmen yine de pataklamaya devam ediyorlardı. İçimden dışarı çıkıp ona yardım etmek geçti ama bir an sonra bundan vazgeçtim. Boşver dedim, şimdi benim de başım belaya girmesin. Zaten yeterince derdim var, bir de bununla uğraşmayayım, dedim.

Artık yolun sonuna gelmiştim. İyi değildim. Hiçbir konuda da yeterince iyi olamamıştım. Perdeleri sonuna kadar açtım. Pencerenin bir köşesinden içeri sızan sokak lambasının ışığı kurtarıyordu odayı loş karanlıktan.


Bir kere iyi olsaydım görürlerdi belki bin kere. Görselerdi bir kere, iyi olurdum belki bin kere. Bir kâğıt kalem aldım elime ve yazdım belki son bir kere.

Bu günler ömrümün gecesi

İntiharıma saklıyorum son nefesi

Asacağım saatin yelkovanına ıslak kirpiklerimi

Ve keseceğim kırılan umutlarımla bileklerimi.

Belki bir sigara dumanında boğulurum

Belki bir ilmek desteğiyle uçarım.

Bu sefer bir kadın olmaz ayaklarımı yerden kesen

İşte ölümün gülünç tarafı

İşte ruhumun trajikomik çatışması.


Çekmecelerden birinden bir ip bulup tavana bağladım. Bok gibi yaşamıştım zaten, öldüğümde bile üzülmezdim. Taburenin üzerine çıkıp ipi boğazıma geçirdim. Birkaç dakika düşündüm, yanlış anlama, inançsızlıktan değil inancımdan ölmek isterdim. Umutsuzluktan değil, bir dava uğruna ölmek isterdim. Boşver, dedim. Oldu bir kere.


Çok kişi geldi geçti aklımdan, hepsine veda ettim sırayla. Kimine uzun uzun veda ettim, kimine bir selam verdim. Bazısını son bir kez görmek istedim. Merak ettiklerimi sormak istedim. Boşver, dedim. Oldu bir kere.


Derin bir nefes alıp verdim. Hazırım. Bir adım öne attım kendimi ve tabure ayağımın altından kayıp gitti. Derin hırıltılar ve homurtular çıkartıyordum. İçimde bir soluk kalmıştı, o son nefesi de versem rahatlayacaktım.


Çırpınıyor ve debeleniyordum. Artık hâl kalmayınca ince bir soluk çıktı kuru dudaklarımın arasından. Ölüyordum, belki de ölmüştüm. Boşver, dedim. Oldu bir kere.

Sıkıntılı ve sancılı bir gecede devasa ayın altında, ulu bir ağacın altındayım. Elimde tuttuğum urganı ağacın en sağlam dalına bağladım. Ucuna attığım ilmek desteğiyle kendime en büyük iyiliği yapıp yaşamıma son verecektim. İpi boynuma geçirip kendimi boşluğa bıraktım. Çırpınıyor, debeleniyor ancak hâlâ nefes alabiliyorum. Ölmek için yalvarıyor, yakarıyordum.

Başımı göğe çevirdiğimde aydaki değişimi gördüm. Ay büyüyüp genişliyor ve bir forma bürünüyordu. Sonra onu gördüm. Bembeyaz elbisesi, tomurcuk elleri ve kar gibi berrak teniyle bir tanrıçayı andırıyordu. Beni olgunlaşmış bir meyve gibi dalımdan kopardı. Ondan gözümü alamıyorum. Bir anlığına başımı çevirsem ziyan olacak ana acıdım.


Ona bakarken az önce ölmek için yalvaran ruhum bu düşün gerçek olmasını diliyordu. Ne olur, gerçek olsun. Yeter ki şu an gerçek olsun. Beni alıp yere yatırdı. Gülümsedi. O andan itibaren ne derdim kaldı ne de tasam. İnce ve küçük parmaklarıyla alnımı okşadı. Kaşlarımdan şakaklarıma, oradan da yanaklarıma dokundu. Ardından biraz daha aşağıya göğüs kafesime dokundu. Tırnağını göğsümden başlayarak karnıma varıncaya değin gezdirdi.


Kalbim hızla çarpıyor, yaşadığımı hissedebiliyordum. Göğsüm yavaşça açılmaya başladı ve kaburgalarımın arasından özgürlüğüne hınca hınç uçuşan yarasalar beliriverdi. Pamuk tenli kadına dokunan yarasalar, beyaz birer güvercine döndü ve göğe uçtular. Her bir yarasa güvercin olabilmek adına kadından bir parçaladı ve kadın yavaşça silinirken gece de güvercinler güne karıştı.


Başımın döndüğünü hissettim. Sonra yüküm boşaldı. Derin bir sarsıntı hissettim. Sanırım her şey bitmişti. Demek ölüm dedikleri böyle bir şeydi. Ama ters giden bir şey vardı. Öldüysem neden hâlâ düşünüyordum? Öldükten sonra her şey sona ermez mi?


Derin bir soluk aldım. Sanki ana rahminden yeni çıkmış gibi. Gözlerimi açtığımda kendimi yerde buldum. Derin derin öksürüyor, ne olduğunu çözmeye çalışıyordum. Parçalanmış düğümüm alay ediyordu benimle. Bir düğüm atamayacak kadar mı acizsin? Bu kadar mı beceriksizsin? Ne işe yararsın? Yılgınlığım kinimle pekişti. Bir küfür tadı vardı ağzımda. Yıllardır bir kenarda bekleye bekleye bu güne dek büyüyen bir küfür. Dizlerimin üzerine çöktüm, olanca gücümle dişimi ve yumruğumu sıktım. Az daha güç olsa içimde ne diş kalırdı yerinde ne de yumruk. Yazık olsun bana.


Benim ne işim vardı yerimde? Bir feryat

vardı koptu. Ezilen dişlerimin arasından yalnızca adım çıktığını hatırlarım. Kustum. Kustum içimde ne varsa, ne kaldıysa... Elim boğazıma gitti, son denemeden sonra yutkunmak biraz acılı oldu ama önemi yoktu artık. Ne varsa eskiye dair canımı yakan, geçti gitti artık. Boşver, dedim. Oldu bir kere. Ben öldüm bu gece.