-Birinci Mektup-

          

Bu mektubu bugün bulduğum için çok üzgünüm. Üzerindeki tarihi görünce bile içim bir tuhaf oldu, yüreğim bayıldı. Dizlerimin bağı çözüldü, olduğum yere yığılmamak için zor zapt ettim kendimi. Kâğıt eskimiş, pul olduğunu düşündüğüm şeyin sadece bir parçası kalmış, üzerindeki yazılanlar birbirine girmişti ama yine de bana yaşattıkları olağanüstüydü. Daha üzerindeki tarihi görür görmez babama duyduğum o çocuksu kızgınlığım geliverdi aklıma. Nereden çıktı, nasıl başladı bilinmez ama bir bisiklet çılgınlığı gırla gidiyordu, çocukluğumda. Çocuklar, gençler hepsinin altında bir bisiklet. Tabi ben de yok, isteyemiyorum da annemden. Babama da söyleyemiyorum çünkü burada değil. Bisikletim olmadığı için babama kinlenmiştim hele de yaşıma hiç bakmadan. En önemlisi de babamın hiçbir şeyden haberi yokken. O günler geldi işte birden aklıma nedense. Bu anlattığım tarihlerde yurt dışında çalışma furyası vardı, bilenler bilir. Adını şimdi dahi anmak istemediğim o ülkeye gitmişti babam. O zamanlar için aklım pek ermiyordu ama gitmesini gerektiren sebepleri şimdi bile çok merak ediyorum. Ufak tefek anılar canlanıyor belleğimde. Düşünüyorum da hâlimiz pek de kötü değildi gibi geliyor bana. Belki anneme kızıp da gitmiştir. Ya da dedemle tartışıp alıp başını gitmiştir. Kimse bir şey açıklamadığı için bugüne dek bu sorular cevapsız kaldı. Her neyse artık olan oldu, yaşananlar yaşandı. Bizler büyüdük, çoluk çocuk sahibi olduk. Evladımın yaşındayken babamı toprağa verdim. Babamın yaşına gelince de son sığınağım annemi kaybettim. Umarım evladım benim kadar şanssız olmaz. Bu mektubun da içinde bulunduğu kutuyu annem ölmeden önce üzerinde bir notla bana bırakmış. Böyle bir mektubu elbette ki beklemiyordum. Mektubu açınca babamın yazısına imrendim adeta. Şu yaşıma geldim ama hâlâ yazım çivi yazısından farksız. Tükenmez bir kalemle, el yazısı ile kaleme almış babam bu mektubu. Bunu okuyunca acaba başka mektupları da var mı diye düşündüm. İlk fırsatta her yeri kurcalayacaktım varsa mutlaka bulacaktım. Bakalım daha bilmediğimiz neler varmış, gerçekten çok merak ediyordum. Hemen aklıma çalışmaya gitmesindeki sebepler geldi. Belki bunları da yazmıştır bu mektubunda değilse muhakkak birinde yazmıştır diye düşündüm. Yani yazmış olsun diye dua ettim desem daha doğru olur. Zarfı dikkatlice açıp içinden kağıdı çıkardım. Zarar vermemek için yavaşça çevirdim. Dörde katlanmıştı, önce bir katını açtım, sonra da tek parça hâlinde masanın üzerine uzattım. Sözcüklerin çoğu silinmeye yüz tutsa da ne demek istediğini cümlenin bütününden çıkarabiliyordum. Çok uzun bir mektup değildi ama ilk cümleyi okurken gözüm sürekli aşağılara kayıyordu. Acaba ne yazmış diye hepsini aynı anda okumak istiyordum.


“Eminim bu sefer mektupların arası uzadı diye şikâyet ediyorsundur. İşlerin yoğunluğundan bir türlü fırsat bulamadım. Üzülme sakın gelince bunun acısını doya doya çıkaracağız seninle, tabi oğlumla da. Aslında sürpriz olsun diye bu mektubu da yazmak istemiyordum. Ama daha fazla dayanamadım. Sizin özleminizi sanki bu mektubu yazarak dindirebileceğimi düşündüm. Bilmiyorum nasıl olacaktı ama yine de buna inandırdım kendimi. Hemen bir kalem, kâğıt bulup bunları karaladım. Lütfen sen de bunu alınca öyle düşün. Düşünmek istemezsen de önemli değil çünkü bir ay sonra sabah uçağına biletlerimiz alındı. Şirket her şeyi organize etti, o yüzden meraklanma sakın bir aksilik olmayacaktır. He bu arada unutmadan söyleyeyim –bak yine dayanamadım görüyor musun, ah benim şu çocuksu hallerim- oğluma, güzel bir bisiklet aldım. Hem de rengi masmavi, gözleri gibi. Ben dayanamadım söyledim diye sen de gidip söyleme sakın, ben gelince söylemek istiyorum. Uçakta problem olur mu bilmiyorum. Galiba parçalara ayırıp öyle getireceğim. Hoşça kal.”


Mektubu bitirince gözümden yaşlar boşanıverdi. Engel olmak istemedim. Çekyatın köşesine dizlerimin üstüne çöktüm, tıpkı o günkü gibi… Saatlerce, sessizce, gizlice… O zaman annemin duymasından korkardım, duyup da bir de benim için üzülmesinden korkardım. Şimdi de oğlumdan korkuyorum, beni görüp de üzülmesinden korkuyorum. Demek ki babam bana bir bisiklet almıştı. Anneme tembihlediği için o da hiçbir şey söylememişti. Mektubun geliş tarihini ise –tahminen- babamın geleceği tarihten birkaç hafta öncesidir diye düşünüyorum. Gerçekten bizleri ne kadar özlediğini şimdi daha iyi anlıyorum. Mektuptan bir süre sonra yani uçağının olduğu gün babamın ölüm haberi geldi. Şantiyede son günleriymiş, azıcık da bir işleri kalmış. Binanın son katının boyasını yapıyormuş. Nasıl oluyorsa bir anda gözü kararıyor, dengesini kaybediyor. İskelede basması gereken yeri atlayıp bir anda kendini boşlukta buluyor. Bütün koruyucu, önleyici ekipmanlarına rağmen ölümün soğuk nefesini iliklerine kadar hissediyor. Haberinden on gün sonra da cenazesi geldi. Bisiklet ise hiç gelmedi, hatta adı bile anılmadı. Böylelikle birinci ama aslında en sonuncu olan mektubu okumuş oldum.


Mayıs 2020/Taşlıçay