Beşinci Mektup
Koskoca dört tane mektup okudum. Dört tane kağıt parçası, onların içinde anılar, acılar… Ve en önemlisi de onurlu bir duruşun simgesi annem! Oturduğum yerden barajın sonsuz sularını izlerken bütün mektupları okuma düşüncesine takıldım. Hepsini okuyup her şeyi detaylıca öğrenecektim. Muhakkak eksik kalan şeyler olacaktı. En başta annemin yazdığı mektuplar mesela. Onlara da bir ulaşabilsem aslında o zaman her şeyi öğrenmiş olacaktım. Pek hatırlayamıyorum ama mutlaka babamın eşyaları gelmiştir diye düşünüyorum. Sadece cenazesini gönderecek değiller neticede. Elbiseleri, kişisel malzemeleri, birtakım özel eşyaları… Evet, evet bunlar mutlaka olmalıydı. Peki eğer varsa neredeydi? Ah anne! Neden koymadın onları da buraya, ipuçlarından yola çıkarak bulmamı mı bekliyorsun? Burada yazılan hatta yaşanan onca şeyin yükünü üzerime atmışken bir de kayıp eşyalarla mı uğraşacağım? İnan ki anne, hiç gücüm kalmadı. Şu iki-üç günlük süreçte bütün gücümü yitirdim. Yaşadıklarını düşününce sana gücüm kalmadı demeye utanıyorum. Bu yüzden eğer birazcık mücadele edecek gücüm kaldıysa onu da bunları bulmak için harcayacağım. Bulduktan sonra senin onurlu öykünü herkese başım dik bir şekilde anlatacağım. Önce torununa anlatacağım. Ona nasıl bir ebeveyn olması gerektiğini anlatacağım. Kardeşlerimi karşıma alıp onların beynine çivileyeceğim her şeyi. Çünkü onlar ancak bundan anlar! Seni soran, seven, sevmeyen herkese seni anlatacağım. En önemlisi de senin hayatını kitaplaştıracağım. Böylece seni ve senin gibi insanların hayatını binlerce kişiye duyurabilirim. Senin sayende sesi çıkmayan, bastırılan, susturulan onların; yüzlerin, binlerin belki de yüz binlerin sesi olurum. Düşünsene anne, ne büyük bir mücadele hem de senin sayende. Senden şu an tek isteğim diğer mektuplarında bana yol göstermen. Böyle kendi kendime konuşurken eşimin sesini duyunca sesli düşündüğümün farkına varabildim:
— Bence de kitap fikri çok iyi. Birlikte yazarız ha ne dersin?
Onun bu teklifine sıcak bir gülümsemeyle karşılık verdim. Sol omzuna başımı koydum. Sol kolunu boynumdan geçirip sıkıca sardı. O an ikimizin de ağladığından adım kadar emindim. Kolundan kendimi kurtarırken yüzüne bakamadım ama yine düşüncelerim seslenmeye başlamıştı:
— Evet, okuyacağım. Hemen şimdi, hepsini okuyacağım.
— Canım… Yapma lütfen, iyi değilsin zaten. Üzerinden biraz zaman geçsin istersen he, biraz daha bekleyelim. Hem geç oluyor eve gitmemiz lazım; malum bekleyenimiz var.
— Hepsini, şimdi!
Eşim ısrarıma daha fazla karşı koymak istemedi. Hâlbuki biraz daha direnseydi hemen vazgeçecektim. Çünkü zaman geçtikçe gerçekleri öğrenme fikri iyice cesaretimi kırıyordu. Gözlerinin içinde baktım, bekledim. Ama yapmadı, devam etmedi. Gözlerini gözlerimden ayırmadan dördüncü mektubu önüme sürdü. İkimiz de mektuba bakmıyorduk, o yüzden değişimi hemen fark edemedik. Elini üstünden çekti, başımı mektuba doğru çevirdim. Bembeyaz bir zarf ve üzerinde daha dün yazılmış gibi yeni duran yazıları, adımı görünce şaşırdım:
— Sanırım yanlış mektubu verdin, bunda benim adım yazıyor.
— Karıştırdım mı acaba? Ama hayır, bak üzerinde dört yazıyor!
— E bu mektup yeni ama!
— Aç bakalım!
Ağzı yapıştırılmamıştı. Hemen içinden mektubu çıkardım. Kağıt da yeniydi, yazılar da yeniydi. Her şey yeniydi, benim için yazılmıştı. İşte şimdi daha da heyecanlandım. Beynime hücum eden kanları hissedebiliyordum. Bir anda bütün duyularım açıldı. Hızlıca çevirdim mektubu. Kağıt hışırtılar içinde açıldı:
“Bu mektubu okuyorsan yıllar önce öğrenmen gereken çoğu şeyi şimdi öğrenmiş oldun demektir. Bunların hepsi için beni suçlayabilirsin. İstediğini düşünmekte özgürsün oğlum. Bunları sizlerden yıllarca saklamamın nedeni kimseye kin beslememeniz, kimseyi kötü görmemeniz içindi. Onlar sana neler çektirmiş, sen hâlâ onları düşünüyorsun diyebilirsin. Deme oğlum onlar büyüktür, babanın ailesini de benim ailemi de kötü bilmenizi istemedim. Ama artık hiçbir şeyin önemi kalmadı. Çünkü ben öldüm. Kendi kendime söz vermiştim öldükten sonra açıklayacağım diye. Sözümü tuttuğum için içim rahat gidiyorum bu dünyadan. Bu dünya; benden evladımı aldı, eşimi aldı; yetmedi hayatımı aldı ama ben kimseye kırgın değilim. Bunların yanında üç tane evlat verdi. Sizlerin uğruna her şeye katlandım. İşte bu yüzden her şeye rağmen yaşamak güzeldi. Kardeşlerine kızma, onlara kırılma. Onlar senden küçük, bilemiyorlardır belki. Düşünemiyor da olabilirler. Sen onların ağabeyi olduğunu unutma! Sana vasiyetim budur: kardeşlerine kol kanat ger. Oğlum! Bunları niye sana bıraktım biliyor musun, çünkü hepsini idrak edip olgun bir şekilde sadece sen kavrayabilirdin. Yüzümü kara çıkarma, ana yüreği bu, hisseder muhakkak. Babandan ve benden kalan mallar belli. Evi kardeşlerine bırakıyorum. Köydeki tarla da senin olsun oğlum. Merak etmeyin hepsinin maddi değeri aşağı yukarı aynıdır. İyice tatbik ettim. Hayattayken bu paylaşımı yapsaydım eminim kimse memnun olmazdı ama şimdi sen güzelce anlatacaksın kardeşlerine oğlum! Bu da son mektubumdu, daha çok şey öğrenmeni istemiyorum. Bunları bil yeter. Son olarak da boşuna uğraşma; diğer zarfların içini boşalttım. Benim gönderdiğim mektupları da aramak isteyeceksin ama arama; hepsini yaktım! Kendine, eşine, torunuma ve kardeşlerine iyi bak!”
Mektubu okuyunca son cümlelerin gerçek olmaması için yakardım. Diğer zarfları kontrol ettim, hakikaten hepsi boştu. Masanın üzerinde duran kutuyu ve mektupları hakaretlerle savurdum. Eşim sarılarak beni sakinleştirmeye çalışıyordu ama buna pek niyetim yoktu. Birkaç dakika boyunca böylece mücadele ettik. Sonra yavaş yavaş annemin yazdıkları zihnimde anlam bulmaya başladı.
Temmuz 2020, Taşlıçay