I. SOKAĞA ÇIKIYORUM


Sokağa bir diyalog gibi çıkıyorum

Umrunda değilim gecenin. Gece

Yarınki gecedir ve tanrıdır

Tanrının umrunda değilim..

Kimileyin seviyorum. (Sevmek kuşların

Bir an boş bıraktıkları ağaçtır)

Ve yalnızlığın kırmızı yapraklara

Çalan büyüsünü duyuyorum: Ey cesaret

Hep dolu tut bardağımı. Sevgi ve umut

Birdir, yalnızlık ve cesaret bir.


 

II. RAHATI KAÇAN AĞAÇ


Tanıdığım bir ağaç var

Etlik bağlarına yakın

Saadetin adını bile duymamış

Tanrının işine bakın.


Geceyi gündüzü biliyor

Dört mevsimi, rüzgarı, karı

Ay ışığına bayılıyor

Ama kötülemiyor karanlığı.


Ona bir kitap vereceğim

Rahatını kaçırmak için

Bir öğrenegörsün aşkı

Ağacı o vakit seyredin.


III. BU KIRLANGIÇLAR GİTMEMİŞLER MİYDİ?


Giden gelen yok. Bir titreşimdir bu.

Durağan fulyanın üstünde arı

Bir diyapozon gibi titremekte. Kırlangıç

Tarihsizdir. Belleğim sarsılıp duruyor denizde.

Martı bir uçta kanat, bir uçta ses.

Ya sabah, ya öğle. Gemici ve bulut,

Güneş ve yağmur kıl payı bir dengede.

Dolu bir boşluğu doldurup boşaltmak işimiz.

Ölülerle, gecelerle, sümbüllerle.



IV. TEK BAŞINA


Ölürken çocuklarımı unuttum

Küçük deniz kirpileriyle sabah

Denedim bütün sabahları.

Sana sürgünümün şarabını bıraktım al

Mumlarını güzelliğin ve hiçliğin

Bir de kaygumun soluk ellerini.

Denedim bütün ölümleri

Ama görmedim büyülü ağaç

Ezilmiş sevdaların giysileri.

Sana ayrılığın yayını bıraktım al

Bir de adını bilmediğim gökyüzünü

Lamalar gibi koşar bozkırda.

Oysa ölümsüzlük şuracıkta, kar

Güneşi gibi doldurmuş odayı, basit,

Anlamsız ve tek başına.

Ayaklarım hayvan, üstüm başım bitki

Denedim bütün vakitleri al

Başka türlü geçmeyen bir vakitti.


V. TROYA ÖNÜNDE ATLAR


1. koşu


Kör bir ozan anlattı bunları,

Atların da ruhu vardı Troya önünde,

Ta Hades'ten duyulurdu kişnemeleri,

Atsız bu bu kişneme ölüleri ürpertir,

Köpeği deliye çevirirdi.

Kimi de Troya önünde nal sesleri gezinirdi,

Gömülmemiş bir atın erinçsiz ruhundan.

O gün Akhalar başka biri için yarışsalardı

İlk ödülü Akhileus götürürdü barakasına.

Çünkü ölümsüz atları vardı,

Onları Poseidon vermişti babası Peleus'a,

Peleus da oğluna armağan etmişti.

Şimdi atlar yas tutuyorlar Patroklos'a,

Yürekleri burkuk, toprağa değiyor yeleleri.

Diomedes Tros atlarını koştu arabasına

O atları savaşta Aineas' tan almıştı.

Bir tanrı kurtarmıştı Aineas'ı.

Sarı Menelaos kalktı sonra, Atreusoğlu,

Tanrısal yiğit koştu arabasına iki at,

Agamemnon'un kısrağı Aithe'yi, kendi atı Podargos'u.

Antilokhos koşum taktı Pyloslu atlarına.

Sonra Köroğlu kalktı, koştu Kır At'ı.

Her yanında çifte kanat

                             Bilmez yakını ırağı.

Kendini beğenmiş Tahta At'ı çıkardılar sonra,

Yayıldı ortalığa yanık sedre kokusu.

Huylandı öbür atlar bu büyülü kokudan.

Sonra göründü Muhammed'in damadı Ali'ye

Benzer iyi huylu Düldül, edep yeri kapalı,

Dolandı çok tanrılı atlar arasında ağır ağır,

Gözleri iyi görmüyordu.

Başını yana eğen İskender'in Bukephalus'u

Geldi sonra, Hint kızları gibi derin bakışlı

Güneyden yana bakayordu ikide bir,

Sezmiş gibi Granikos suyunun yakınlığını.

Elcid'in Babeica'sı, derken Rocinante çıktı

Ağlayarak.

                           Anlatma bana atları!

Bilirim, ana rahminden gelir, gece, karanlık

Bir ahırda lamba tutar biri, ışık titrer

Samanların üztünde, hayvanın öksürüğü ve soluğu...

Başını döndürür bakar, "Bana benziyor mu?"

"Sekili mi ayakları?"

                           Anlatma bana atları!

Sabahın yerden kesilmiş tarlaları ve çığlık

Çığlığa suları gibi gök yarığından atlayan

Kanatlı Pegassos! Gençliğim benim, oğlum!

Delirmiş bir zamandı, yas, ölünün öcü, gövdesiz kuş,

Kırılan yıldız, unutulmuş bir günün yarısı.

Tohumsuz küçük göller ölüm anıtı gibi yükselen,

Ve giysisiz boşluk, yılgın uzay, o bitmeyen

Koşu...Atlar, atlar.Yaşlananı görmedim hiç.

Kimi yelesiyle devirmek ister burçları,

Kiminin eşeler toprağı hala toynakları.

                        Anlatma bana atları!

Yüreğim kaldırmıyor düşündükçe vurulup

Vurulup yerlerde yattıklarını, anlatma,

Anlatma bana, görmedim Troya savaşını.


II. Ağu


                                    Duydun mu?

Bursalı oto tamircisi Mehmet'in duyduğunu?

Katran, balık ve çam tahtası kokulu,

Yatışmamış çayırsı kadın kokulu kentin

Önceden bildi diye yakılacağını,

Ağulu yılan sokmuş Laokoon'u.

Kıvranıp duruyorlarmış çoluk çocuk

Rüzgarlı İlion kıyısında.

Kıyılarda birikir ölümün artıkları,

Düşüncede yitirilen ve bulunan sözcük,

Sonsuzluk, aranan kırık bir yontu gibi

Kıyılarda birikir ün, yücelik ve düşman.

Çünkü deniz daha bitmemiştir, uykusuz

Ve yarı yarıyadır, çöker delikli fıçısında

Tortulanarak eski ölülerden.

            "İzmir fuarından otobüle dönerken

              Gördüm, bir bulut sarmıştı İlion'u."

Bütün kitapları gaz odalarına atmışlar,

Dresden'de, Köln'de, Münich'de.

Über allen Gipfeln ist Ruh

            "Gökte uçaklarla kuşlar çarpışıyor,

            Kanatlar, tüyler, gagalar yağıyormuş kente."

                     Duydun mu?

Hep yabancı kızlar çalışır bizim genelevlerde

Adları La, Li Lu...

                   "Pkei,

Dağa bırakılan çocuk ne oldu?

Şimdi herkesin ağzında bu konu.

Kurda kuşa yem mi oldu dersin ormanda?

Parçalarını olsun bulamaz mıyız?

Parçalardan bir insan çıkmaz mı ortaya?

Hem ne olur, olmaz mı, gövdesiz olsa?

Olur, olmaz, olsa?"


III. Düş


                                    "Sabaha karşı, 

Gecenin kırıntılarını bir anda toplayıveren

Güvercin gibi aç bir saatta,

Doğmamış çocuklar kurar düşlerin yayını,

Kadın düşünde gördü çocuğu ve yangını."

"Demek çocuğu dağa bıraktılar, düş ve yangın

Kaldı. Keşke düşü bıraksalardı."

"Evet korktuk düşten, gereği buydu,

Elimizde değildi düşü yorumlamamak,

Yorumun gereğini yapmamak da öyle.

Çocuk büyüyünceye dek bekler yangın,

Beklesin gelecek günün kötürüm yazıtı,

Beklesin kuş gagalarının yaraladığı ayna,

Şarap her zaman içilir ve bekletilir,

Çünkü kırmızıdır sıçrayan kanın rengi,

Gidip gelen günün ve uzayan şarkının rengi.

Bölmedik mi günü yediye geceyi beşe?

Bu uykusuz direncin suyunu mühürlemedik mi?

Biz atmadık mı ayı bunca uzağa doğumdan?

Biz uzatmadık mı uykunun ağır bacasını?

Beklesin gizemli suda bekleyen kamış,

Ve ayın kuru eteğinden bakan göz kuşu,

Kent kurulmadan taşı kör eden kar bıçak,

Ah beklesin bekleyecek olan alın bekler,

Tut gelgitin ucundan derim tutar ve bekler,

Sürer gider su, toprak, usun arsız otu,

Atlı karınca, örtüler, tapınak ve merdiven,

Sürer ölümsüz mutluluk , iç sıkıntısı,

Bekleriz bize verilmiş olanı yaşayarak."

                               "Ah çok çekmiş yorumcu!

Taşıyabilecek miyiz dersin birlikte

Kim bilir kaç yıl sürecek kaygımızı?

Yarınımızın ne olacağını bilmiyorduk

Gene de bilmiyoruz, ama bir umut bu çocuk,

Umutsuzluğumuzun umudu.

                       Git bul ormanda onu."


IV. Dönü


Orman, çıplak yerlilerin attığı büyülü

Bir ağdır ve sanki avlanmış, şaşkın

Bir at gibi dağ, kurtarmak ister başını,

Tırmandıkça tırmanır çukur sulara

Göklerin.

                   Aşağıda,

Surlarla deniz arasında, dokuz kez yıkılmış

Surlarla, yedi kez ıssız kalmış deniz arasında,

Düşle yangının iki kanadı arasında,

Hiçliğin tek kurşunu zamanı uzatan

Ve acele söğütleri ölümün dilinden

Konuşturan dayanıklı ırmak horonu ile

Bitişin komşu duvarı Boğaz arasında

Dönüyordu atlar...Yaşlananı görmedim hiç.

Kimi yelesiyle devirmek ister burçları,

Kiminin eşeler toprağı hala toynakları.

Bir yanda armağanlar bekliyordu : Bir kadın,

Kulplu bir üçayak, altı yaşında bir kısrak,

Ateşe değmemiş bir kazan, iki kulplu bir kap.

Bağırmalar, nal sesleri, toz duman...

Über allen Gipfeln ist Ruh

                                   "Peki,

Dağa bırakılan çocuk ne oldu?"


V. Fal


"Şu mavi boncuğu gördün mü? Bir deveci

Tuttu onu geçende. Tuhaf adamdı doğrusu,

Hem fal baktırır, hem dövüşürdü yılmadan

Falına karşı. Anlamam ben. Boğulmuş

Geçerken Fırat'ı. Aç bir köpektir fal,

Kovalarsın, döner gelir, bulur seni.

Şu önümdeki kurşun ne bileyim kimin falı?

Macbeth'e kral olcağını söyledim,

Ama öldüreceğini söylemedim kralı.

Zamanı uzatmak da elimde değil,

Kısaltnak da. Yat sat tat ksanikam.

Bak, gözümü kırptım, her şey geçti gitti,

Yarın dündür, dünse daha gelmed,.

Şu bakla, tuttuğun çocuk olsun, itiyorum,

İniyor dağdan aşağı...Ne kadar zaman geçti?

Bilemem. O mu, değil mi bilemem gene.

Bir lamba yak, akşam başkadır ışığı,

Gece yarısı başka, bambaşka sabaha karşı.

Ama lamba aynı lamba.

Santana ksana dbarmas.İnan, inanma."


VI. Sevi


Orman sen elimi tutunca başlardı,

Yarılırdı bir incir gibi ortasından.

Koşardıkyukarı iki büklüm, soluk soluğa.

Alabalıklarla düşe kalka, çam pürleri

Keserdi hızımız, Elimi Bırakma, Elimi 

Bırakma...

                  Sonra kayardık ta aşağılara.

Ve alçalırdı sessizlik bir ağaç gibi

Kök salardı sende ve bende, arayarak

Toprağın sıraya dizilmiş suyunu.

Ayçiçeğinden göğüslerin döner ışığa,

Yürürdüm göğsünde öğle saatleri gibi,

Yürürdüm bir anıt kemeri gibi iki yanında.

            Sonra gene başlardık koşmağa,

Yukarı, daha yukarı, çukur sularına

Göklerin. Öperdim seni, titrerdin, parçalanmış

Anları birleştiren sevi düş görmez. Ey orman,

Ey avlanmış atın falı, ey yeniden başlamanın

Aç güvercini! Falımız yok bizim.

Yaktık onu göçmen kuşların gözlerindeki

Benek, gagalarındaki tekçil dane gibi

Daha gün doğarken. Falımız yok bizim.