Alexandre Cabanel – Düşmüş Melek

"Tanrı'yı gerçekten tanısaydın Dante, sen de isyan ederdin."



İçeri girdiğimde Mephisto, iki metre beyaz kanatlarıyla, arkası dönük, bar taburesinin üstünde içkisini yudumluyordu. Evet, evet! Yanılmıyordum. İki metre beyaz kanatlarıyla oradaydı! Bu yüzden hiç kimse yanına oturmak bir yana, barmenden dahi bir şey isteyemiyordu. O sırada elindeki Martini'den boşta kalan sağ baş parmağını belli aralıklarla bardağının kenarına ağır ağır tıklatıp duruyordu. Hiçbirimiz alışık değildik böyle çat kapı bir meleğin bara gelip demlenmesine. Arkası dönük olduğu halde her birimizin adını, nereye baktığımızı ve ne düşündüğümüzü en ince ayrıntısına kadar görebiliyor oluşu ayrı bir kaostu.


Önce bar masasına gitmeyi düşünmüştüm fakat saliseler içinde bu fikrimden vazgeçip gerisin geri barın tenha bir yerini gözüme kestirmiştim. Bana seslendiğini anladığım o an kafama dank etmişti içimden geçenleri bildiğini. Ama artık geç kalmıştım. Sağ kanadını çoktan toparlamış, bana yer açmıştı. Yapacak bir şey yoktu. Bar taburesine otururken parmağıyla çıkardığı tıkırdama sesleri artık durmuştu. Ne bana bakıyor, ne de bir şey söylüyordu barmenin tedirgin bakışları arasında. Martini'sinden bir yudum daha aldıktan sonra "Neden?" diye soruyordu o tok ve megafonvari sesiyle. O sırada barmen, korkudan yanıma gelip ne istediğimi bile soramamış, ben de öylece bir kaktüs gibi kalakalmıştım. Cevap veremediğim her saniye gerilimi gittikçe arttırıyor, bir türlü karşılık veremiyordum bu soruya. Bu, tıpkı tüm varyantları bilen birine karşı umutsuzca bir meydan okumaya benziyordu bir satranç tahtasında. "Ne söyleyeceğimi biliyorsun Mephisto, neden bizimle..." Bu cümleyi o an neden ve nasıl kurduğumu anlayamamıştım ki sözümü kesti: "Evet neden sizinle böyle oyunlar oynuyorum değil mi?" dedi eğlenceli bir ses tonuyla.

"Bak dostum, bak! Etrafına iyice bir bak. Burası benim cehennemimi de sollamış. Hahaha! Artık varoluşunuz sonlandığında eskisi kadar korkmanıza gerek kalmadı." İçkisinden bir yudum daha alarak, cebinden çıkardığı sarma tütünü nefesiyle küçük bir alev topuna dönüştürdü o sırada. "Hay aksi! Çabuk bitti. Dostum sağ iç cebindeki puroyu paylaşmak ister misin?" diye sordu alaycı bir gülümsemeyle.


Alışmıştım artık her şeyi biliyor oluşuna. Zaten çok çabuk alışıyorduk her şeye. Buna da şaşmamalı. "Evet, işte en çok bu yaralıyor beni, mi amor!" diye ekledi bu düşüncemin bir kaç saniye arkasından. Sanki delirmiştim ve artık şizofreninin geri dönülemez evresindeydim o an. Puroyu verirken yine belleğimi yoklamıştı: " Estoy muy cansada pero tengo una cosa muy divertida, hahaha." Belleğimdekilerle oynadığı oyuna aldırmamaya çalışarak bir bira istedim barmenden. Bir an önce bir iki kadeh içip rahatlamış olarak eve gitmekten başka bir isteğim yoktu artık. Aslında bara ilk girdiğim anda gördüğüm bu gariplik karşısında hemen dışarı çıkmak daha doğruydu diye iç geçirmiştim ki, bir an zihnimin okunabildiği gerçeği Mephisto'nun o alaycı gülümsemesinde çoktan belirmişti. "Dostum, bu yabancı kelimeler, yani her dilde yabancısı olduğum bu kelimeler, yani birbirinizi bana gerek kalmadan kafeslediğiniz bu kelimeler yok mu..." bir an duraksadı. "Hayır baba, kimseyi korkutmuyorum! Onlar zaten kendilerinden yeterince korkuyorlar! Ben artık buradayım. Bırak yakamı!"


Sesinin şiddeti hemen yanımdaki camı titretmeye yetmişti. Artık gitmeliydim. Buna daha fazla dayanamıyordum. "Ben de dostum, artık ben de dayanamıyorum tüm bunlara." dedikten sonra bir anda ortadan kaybolmuş ortalık esrarengiz bir sessizliğe bürünmüştü. Bu olaydan sonra artık hiç kimse eskisi gibi davranamamış, dondurulmuş bir film karesini andıran bir görüntü gibi her şey o an zamandan soyutlanmıştı. Bense daha bir heyecanlanmıştım. Fakat o günden sonra Mephisto bize bir daha hiç görünmedi. Hem neden görünmek istesindi? Buralar, gerçekten de söylediği kadar vardı.


Biz mi ölmüştük yoksa o mu buraya gelmişti? Şimdi eve giderken tenimdeki ürpertiden çok, bu soru ağır basıyordu.