Biliyorsun dost, yazmak çocukluk arkadaşımda kalmak gibi hissettirir bana.

Sabaha kadar konuşuruz ışıklar kapalıyken. Kimse kimsenin gözyaşını göremez öyle gecelerde. Yöneltilen sorunun bize ne kadar ağır tuğlalar hissettirdiğini mimiklerimiz istediği kadar ele verebilir mesela.

Yutkunup cevap veririz sonra, fark ettirmeden. Biliyorsun dost, yazmak bana hep yutkunmak gibi gelir.


Yıllarca otel köşelerinde uyumuş yersiz yurtsuzluğu var içimde. Kocaman resmî kâğıtlara yerimi yurdumu yazamıyorum dost. Gözlerim kâğıdın dışına çıkıyor. Biliyorsun, bazen kâğıtlar da elimizi kesebiliyor.


Ufak tefek şeylere sevindiğim kayıtlar izliyorum seneler öncesinden. Sevinmek kaç beden büyük duruyor bende bilemezsin dost. Üstüme yapışan, çıkmayan. Bir rahmetlinin hayali, kokusu için giydiğim ceketler, kafama sardığım yazmalar gibi. Bana ait değiller. Ama hep benimle kalacaklarını sanmak hissiyle geçiriyorum üstüme ne varsa. Bazen iyi hisler yakışmaz bize, biliyorsun.


Aynada kendimle göz göze geldim dua ettiğim sırada, yalan bir umutla.

"Allah'ım lütfen! Lütfen! Lütfen!" deyip sıçrarken buruk bir gülümseyiş dudağımda.

Ben sanırım biraz unutkanım, biliyorsun dost. Amin demeyi unutuyorum yalvararak ağlarken bu havasız odada. Sen karşımda bir resimden bana bakıyorsun her şeyi hatırlatmak ister gibi. Burası bizim evimiz değil, biliyorsun dost.


Bu his değil sinsi bir hastalığa dönüştü. Mecburi yabancılık gibi. Para veren herkesi hangi rengi sevdiklerini bilmeden, hangisinin annesi sağ, hangisinin babası arkasında bilmeden aynı odaya tıkmışlar dost. Birinin telefonu çalsa diğerinin defterleri yanıyor.

Sana daha önce de tarif etmiştim, bahar kokan nevresim takımlarına layık görülürken, kanepede yatıyor olmak gibi bir his.


Bu kadar uzun misafirlik olmaz, biliyorsun dost.