Çok sevdiğim bir laf var, “Dünya hassas insanların cehennemidir.” diye. Efenim bu söz karşısında önümü ilikleyip saygı duruşuna geçmeyi bir borç bilirim. Bu “cehennem” kelimesini din adı altında lütfen düşünmeyin. Kör kuyulara atılmış, bir ah bile edecek gücünüzün olmadığı an olarak tanımlayabilirsiniz aslında ya da ben tanımlayabilirim. Neyse konudan uzaklaşmayalım.


Size biraz ‘hassas insan’ tanımını ve o ruh halini anlatmak istiyorum. Tabii yine her zamanki gibi bir olay üzerinden gideceğim. Malum, insanımız empati yaptırmadan anlayamıyor.


Lütfen hayal edin.


Yoldasınız yürüyorsunuz, hava hafif serin, rüzgar saçlarınızı ve cildinizi tatlı tatlı okşuyor, kendinizi harika hissediyorsunuz, huzur içinde yürüyorsunuz ve birden birisi yanınızdan geçerken sizi itekliyor ve koşarak uzaklaşıyor. Siz o an bir afallıyorsunuz ve tabii ki hemen çantanızı kontrol ediyorsunuz “Acaba soyuldum mu?" diye. Ama yok her şey yerli yerinde. Sonra derin nefes alıp “Tamam sakin ol, kazayla oldu” diyorsunuz.


Yürümeye devam ediyorsunuz ama bu sefer huzurunuz biraz kaçtı çünkü aklınız bir yandan da o olayda “Ya bir daha olursa?” diye düşünüyorsunuz. Ama en azından soyulmadınız. Tam karşıdan karşıya geçerken bir bisikletli size çarpıyor ve bir anda kendinizi yerde buluyorsunuz. Bu sefer afallama tabii ki uzun sürüyor. Herkes başınıza toplanıyor. Tabii ki meraktan, asla yardım için değil. Bana kızabilirsiniz “Hayır ben yardım için duruyorum.” diyebilirsiniz. Bu doğru olsaydı kaza olan yolda trafik tıkanması gerekirken karşı yolda trafik tıkanmazdı. Çünkü meraklı insanlar buna sebep oluyor. Kimse de arabadan inmiyor. Neyse konuya dönelim.


Siz başınıza üşüşen insanlardan bunalıyorsunuz tabii önce. Kendinize gelmeye çalışıyorsunuz o anda ambulans geliyor. Hemen sizi kontrol ediyorlar ama tabii olaydan yarım saat geçtiği için iyisiniz. Malum trafik tıkalı! Ambulans geç geldi. Siz hemen ayaklanıyorsunuz, iyisiniz bir şeyiniz yok.


Yolunuza devam ediyorsunuz. Bu sefer daha da tedirginsiniz haklı olarak. Sürekli etrafınızı kontrol ederek yürüyorsunuz. Esen rüzgâr bile sizi tedirgin ediyor. Ağlamaklı bir şekilde yürürken birden aklınıza çantanızı yanınıza almadığınız geliyor ve koşarak olay yerine gidiyorsunuz. Ama o da ne? Çantanız yok. Etrafa, birkaç yere soruyorsunuz ama hayır faydası yok. Ortalıkta çanta namına hiçbir şey yok. Mecburen karakolun yolunu tutuyorsunuz ve olayı baştan sona anlatıyorsunuz. Moraliniz bozuk bir şekilde evinize doğru yürüyorsunuz, tam kapının önünde aklınıza anahtarınızın da çantanın içinde olduğu geliyor ve olduğunuz yere çöküp ağlamaya başlıyorsunuz.


Evet onu iten, ona çarpan ve onun başında sırf meraktan duran insan sizsiniz, benim ve onlar. Hiçbirimiz ona yardım etmedik ve hiçbirimiz onun işini kolaylaştırmadık.


Şimdi diyeceksiniz ki “E ama hikayenin başından beri bize o kişinin başına gelenler sanki bizim başımıza gelmiş gibi bize hayal ettirip şimdi neden ona çarpan insanlar biz olduk ki? Gerçekten kendinizi onun yerine koydunuz mu? Örneğin size çok mu basit geldi? Ya da herkesin başına gelebilecek sıradan bir şey? Mesele örneğin basitliğinde değil, mesele başınıza böyle bir olay bir kez gelince bir daha o yolda bu kadar huzurlu yürüyemeyecek olmanız.