Mesafe, dünyanın en sinir bozucu mereti bence. Ölçülemeyen, sayı ve rakamlara indirgenemeyen iğrenç bir varoluş zımbırtısı. Uzak yahut yakın, kısa veya uzun diyerek karşıladığını sanıyor bu mefhumu beşer. Oysaki mesafe her daim mezurasından miline, metresinden tut arşınına kadar hepsinin karşısında zafer naralarını atmakla meşgul. Gözle görülenin, kulakla işitilenin, beş duyu lanetinden biriyle duyumsadığın zıkkımın karşılığı değil mesafe anlayacağın. Dolayısıyla aynı masadayız diye yakın sayma bizi, zira zihnimde yüzlerce fraksiyona ayrılmış benliğimden biri bile seninle paralel düzlemde değil. Bir daha aynı masada oturamayacağımızdan kendini uzak addetme bana çünkü sen zihnimi yüz fraksiyona bölen o balyoz mahiyetindeki şüphesin. Benden uzak durmaman için yakınıma gelmene gerek yok. Benimle tek vücutsun çünkü. Bu dediklerim sana çok mu yabancı? Fazla mı Fransız kaldın konuya? Terminolojiye başkaldırıp bir kerecik de halk diline mi dökmeliyim mesafeyi?


Bir sefere mahsus olsa da bugün halka rağmen halk için yazacağım. Müşkülpesentliğimle müşkül düşmediğim bir deneyim bana da şarttır belki, kim bilir? Şöyle açıklardım mesafeyi: Karşıma alsam sarıklısını yahut fötr şapkalısını, en olmadı moderniteyi şekilciliğe endeksleyen materyal bir ablayı. Şimdi anlatacağım ahvalimden yola çıkıp bir sonuca varmalısınız ağabeyler, ablalar. Mesafe dünyadaki en boktan şey ve sizler onun ne olduğunu bana açıklayamazsınız. Şöyle ki kılına zarar gelse kahrolurum diyen annem, şimdi geberip gitsem naaşımı kaldıramayacak, tabutuma gözyaşlarını değdiremeyecek kadar uzak bana. Ve işin trajikomik kısmı da şu, sizlere göre mesafemin yakın kısmının boynumdaki ipe ilmek atanlar ve ideal ölümün siroz olduğunu düşünenlerden ibaret olması. Anlayacağınız aradaki ölçünün az ya da çok olması yakınlık veya uzaklığı belirtmiyor. Seni senden çok düşünenler uzatsa elini tutamazken yanı başındakinin bir teselli mahiyetinde sarılmaktansa ilk fırsatta ümüğünü sıkmaya fırsat kollaması bunun en büyük kanıtı. O yüzden biraz mesafeli olalım demeniz pek manalı gelmiyor bana. Nereye kadar çekileceğimi bilmiyorum. Çünkü daha ne kadar uzaklaşırsam senin istediğin mesafe oluşacak bilmiyorum. Ben uzaklaşırken durmam gereken yeri söylemen de bir çözüm olurdu elbette. Ama aradaki mesafe arttıkça ses de uzaklaşıyor kulaklarımdan, bunu da hesabına dahil etmelisin. Farkındayım, gene sündürdüm konuyu. Üzerine bir iki cümle edilebilecek kelamı gene yaydım satırlara. Tembel bir yazarın ilhamsız geçen günlerini demagoglukla örtbas etmesi olarak da adlandırabilirsin bu süreci. Belki de ilham perim de mesafe mevzusunda sizden taraftır ha, ne dersiniz sayın halkım?


Siz ne düşünüyorsunuz şimdi? Tüm bu anlatımın ışığında sizlerle yakınlaştık mı? Neden çekimsersiniz hâlâ? Maddeye yakınlaşıp kendi özünüze uzaklaşma çabanız neden? Neden hâlâ neden sorusuna bir adım dahi yaklaşamadınız? Neden sorgulamak dedikçe ayaklarınız gerisin geri gidiyor? Nedensizce girdiğiniz aidiyetleriniz inanın bana çok uzak. Bakın mesafe demişken kesin kanı bile belirttim. Beni de uzak durduğum ne varsa yakınlaştırdınız. Oysa ben çok okur az bilirdim, çok fikrim vardı ama hiçbirinde sabitleyemezdim kendimi. Şimdi olduğum yerde kaskatı kesildiğimden midir insanların beni sabit fikirli addetmesi? Tek gayem belki de madden ve manen uzak durmaktır sizden. Ne yapmalı size yanaşmamak için? Her seferinde çalıyı dolaşmaktan bıktım. Acaba doğru yol Mick Dodge gibi bir ağaç kovuğunda senelerini heba etmekte mi? Yoksa tersine evrilmekte mi çare? Bu kavrama heba edilmiş onlarca kıymet var. Takdirlerini bir şekilde aktarmışlar asırlarca. Rastgele bahsetmek lazım belki de hepsinden. Neandertal, Homo Erectus, kayıp şehir Atlantis, Antik Yunan ve Denisova insanları… Saydıkça fark ettim de meğer ne çok maruzatımız varmış. Meğerse ne çok malumatın füruşuymuşuz. Meğer ne çok dağıtmışız kendimizi. Meğer sadece anlam bütünlüğü olmayan bir yazar müsveddesiymişiz. Ve yazdığımız paçavraları eser diye sunmuşuz kitlelere.


Kısacası böyle sayın halkım, siz ve mesafeye dair düşüncelerim. Beni alkışlamayın, tezahüratlarınız manasız. Sebepsizce bana yakınlaşıp taraftarım falan da olmayın. Zaten bu sırf bana olan anlamsız sevginizden ötürü başkasına duyacağınız manasız nefreti doğurur. Beni terazinin herhangi bir kefesine de koymaya kalkmayın. Themisʼinkinden tut da pazarcı Hayri’ninkine kadar hiçbirine. Ve şunu da unutmayın, ben bu tartışmayı asla kaybetmem. Madalyonun iki yüzünü de ben ayarladım bugün. Sayemde değneğin iki ucu da misk-i amber kokuyor. Ama gene de sizden takdir beklemiyorum. Keza sırnaşık övgülerinizi de öyle.


Fakat elbette ki benim de herkes gibi birtakım beklentilerim var sizden. Korkmayın, ne Demokles’in kılıcı tepenizde bitecek ne de vergilerle cebinizi deleceğim. Yalnızca basit birkaç talimatım var sizlere. Beni sevmeye değil, anlamaya çalışın. Bana hak vermek için yırtınmayın, dinleyin yeter. Sahte iltifatlara boğmak yerine hakiki hakaretler sunun bana ey halkım! Ve sen Tanrı'm, sen bana riyakar bir tevazu vermek yerine hamurumu necasetle yoğur. Senden medet yahut hak etmediğim övgüler dilenmiyorum. Avazın çıktığınca haykır, sefil bir piç kurusu olduğumu! Ve tekrar size dönelim sayın halkım, sizlerden bana hak vermenizi veya beni tasvip etmenizi beklemiyorum. Beni recmedecek kadar yakınlaşmayın yeter bana. Zira her kelamınız balyoz gibi, ondan başımın bu ağrısı. Litosferi delecek kadar hasede sahipsiniz, sayenizde dalağım perte çıktı. Midemi yakan reflü değil size olan tiksintim. O kadar midem bulandı ki içimdeki çocuk kussa tüm kanalizasyonlar patlar, o derece bir bulantı. Sartre bile iki yüz küsur sayfada özetleyemez bu bulantıyı. O kadar bıktım ki sizden, tonlarca helyumu ciğerlerime basıp patlamak istiyorum sıkıntıdan…


(Söz konusu yazının gerçek kişi, kurum yahut kuruluşlarla herhangi bir ilgisi yoktur. Bahsedilen konuşma mesafenin tanımının henüz icat edilmediği bir devirde, kim olduğuna karar verememiş bir küstahın filozof edasında, Londra Hyde Park konuşmacı köşesi muadili bir mekanda verdiği demeçten alıntıdır!)