Sen pembeden acı çekerken 

ben lacivertten kanıyorum mesela. 


Sen ‘mış’ yaşantılarının avlusunda serinlerken ben miskinliğin yaşlı bahçelerinde nefesleniyorum. 


Sen hayatını gündoğumu manzarasında ışıldatırken 

ben mahvımı pitoresk bir tablonun içerisinde yaşatıyorum mesela. 


Sen düşmenin öfkesiyle gökyüzünü çağıldatırken 

ben suskunluğumu dağların eteklerine saklıyorum. 


Sen boyadığın yerlerde nokta boşluk istemezken 

ben taşırdığım çizgilerin yasını tutuyorum mesela.


Sen kontrolü kaybetmenin tedirginliğinde boğulurken

ben günlerim birbirine değerse diye rutinin aymazlığından kaçıyorum mesela.


Sen dinlendiğin yazgıda derin âh işlerken vehmine

ben bataklıkta kaleydoskopumu arıyorum.


Sen mavinin mahzeninden kavruk tenine bakarken

ben yüzümdeki veremli rengin peşine düşüyorum mesela.


Sen Diderot etkisinde maddeyi eskitirken ben patates tarlalarında geçit vermiyorum.

Sen çivileri sökmenin gururuyla dolaşırken ben çarmıhın 4 çividen yapıldığını unutmuyorum mesela.


Sen manivelanda sıkıntı gördüğün an çığlığa sarılırken

ben acının düzenli vuruşlarında günleri eritiyorum.


Diyorum ki;


Sen üzümleri yerken bağlarından habersiz yaşamaya devam et ben kızılcık şerbetine kustuğum kanda yüzmeyi öğreneyim mesela. 


Sen ve ben ölüm ve yaşam sarmaşığında karışmaktayız birbirimize. 


Mesela’nın özü ne sen varsın benden gayrı bu diyarda ne ben varım çöküntüme şahitlik eden bu kulvarda.