Ak saçlı, çatık kaşlarla yerde baygın bir şekilde yatan krala bir süre baktı. Ümitsizce başını salladı. Kralın burnuna vurduğu yumruktan sonra eli kızarmıştı. Eline şöyle bir baktıktan sonra üzerindeki uzun kara cübbeye silerek elini temizledi. Etrafındaki adamlarına bakarak tekrar konuşmaya başladı. "İşimizi bu kadar zorlaştırmaz sanıyordum, görünüşe bakılırsa epey uğraşacağız. Ellerini ve ayaklarını bağlayıp örtüye yatırın. Bizi dinleyeceği bir yere gideceğiz." Cübbeli adamlar ak saçlının verdiği emri yerine getirip yolculuğa hazırlanırken ak saçlı adam tepenin üstünden Sura doğru uzunca bir süre baktı ve iç çekti. "Bir gün yeniden kavuşacağız koca şehir, bu diyarın kirlerini arındırmaya geri geleceğim." Ak saçlı, karşısında muazzam tasarımı ve muhteşem güzelliği ile duran kaleye bakıp iç çekerken arkadan bir başka cübbeli adam gelip ak saçlının huzurunu bozdu. "Dede, yola çıkmaya hazırız. Seni bekliyoruz." Kısa bir anlığına lakabını unutmuş ve söylenilenlere aldırmamıştı fakat cübbeli adamın yeniden "Dede!" şeklindeki hitabıyla kendisine seslenildiğini anladı. Yavaşça arkasını döndüğünde cübbeli adam gidebiliriz manasında kafasını salladı. Dede sakin adımlarla adamın peşinden yürümeye başladı. Bir yandan da düşünüyordu. "Lakabımın ağır yükünü sırtlayabiliyor muyum acaba? Tüm bu adamlar beni gerçekten sevdikleri ve saydıkları bir büyükleri olarak görüyor mu? Yoksa her şey ve onlardan öncekiler öyle davranıp o şekilde yaşadığı için mi böyle ilerliyor?"


Dede, derin bir nefes aldı ve eski günleri aklına düştü. Asırlar öncesiydi, Miseria topraklarında yüzlerce kimsesiz insan yaşıyordu. Dede de bu insanların içinde büyümüş, kendini sürekli olarak kendini geliştirmeye adamıştı. Büyünün Methria'nın Suraltı kısmında serbest olduğu dönemler... Zamanla büyü konusundaki bilgisi inanılmaz seviyelere çıkmıştı. Çok çeşitli hocalardan ders aldı. Boynuz kulağı geçer misali, bir süre sonra hocaları da yetersiz kaldı. Nihayetinde kendi kendine bir şeyler öğrenebileceğini fark etti. Kısa bir süre içinde tüm kıtada bilinen en iyi ve en bilge büyücü haline gelmişti. Namı arttıkça arttı fakat büyük güç büyük sorumluluk istiyordu. Bir gün aniden ortadan kayboldu ve çevresine kimsesiz insanları gizliden gizliye toplayıp bir örgüt oluşturmaya başladı. Kimsesizler bulundukları durum nedeniyle çok fazla insan tarafından tanınmıyordu. Dolayısıyla kimse yokluklarını sorgulamadı. Aralarındaki en yaşlı ve en bilge insan aynı zamanda kendilerini bir araya getiren kişi Felldor'du. Zamanla Felldor ismi unutuldu ve geriye sadece Dede kaldı. 


Düşüncelerini yine başka bir cübbeli asker bozdu. "Dede! Dede..." Dede, görüşünü bulandıran hatıralarını silip atmak istercesine kafasını bir sağa bir sola salladı ve askere cevap verdi. "Efendim evlat." Askerin yüzünde kısa bir anlığına düşünceli bir ifade belirip kayboldu ve yerini ciddi bir hal bürüdü. "Artık tam olarak Suraltı'ndan çıkmış bulunuyoruz. Nereye gideceğiz?" Dede kendinden emin bir şekilde "Artık yer değiştiriyoruz, beni takip edin. Kardeşinizi ve kendinizi kollayın!" cümlesini bitirdikten sonra cübbesinin şapkasını uzun, dalgalı ak saçlarının üzerine doğru yavaşça çekti. Gözünü batarken insanlara muhteşem bir görsel şölen bırakan güneşe dikti. Uzunca bir iç çekip kaşlarını çatarak yoluna devam etti. Arthen halen baygın bir şekilde yatıyordu. Baygın kralı uzun bir süre taşımaktan yorulan askerler zaman zaman birbirlerine el kol işaretleri yaparak sessiz bir şekilde yer değiştiriyor ve her birinin yüzünde ciddi bir ifadeyle Dede'yi takip ediyorlardı. En önde kendinden emin adımlarla ve tek başına yürüyen Dede'nin yüzünde ise zaman zaman çok büyük bir lanetin ağır yükleri altında eziliyormuşçasına bir hal beliriyordu. Bir yandan çevresini kontrol ederken bir yandan da düşünceleriyle boğuşmaktaydı. 


Kim bilir kaçıncı kez bu yolları yürüyor, şu yolun kenarındaki yaşlı ağacı kaçıncı kez görüyordu. Bir anlığına bu ağacı hatırladığı için kendi hafızasına şaşırdı. Acaba neden hatırlıyorum diye kısa bir süre düşünmek istedi ama hemen ardından bu konu üzerine düşünmemesi gerektiğine karar kıldı. Yine anılarında kaybolmak istemediğini anımsadı. Kısa bir süre sonra oldukça eskimiş, üst kenarında derin bir çatlak olan bir tabelayla karşılaştılar. "Hey gidi koca çınar..." diye söylendi. Tabeladaki çatlağın ne zaman oluştuğunu hatırlıyordu. Yine bir gün bu yollarda kafasını dağıtmak amacıyla ama yalnız başına yürürken 5 kişilik bir eşkıya grubu kendisine saldırmıştı. Kendisini savunurken bir anlık boşluğuna gelmiş ve karşısındaki hasmının savurduğu kılıcı kaçırmıştı. Eşkıyanın savurduğu kılıç tam da çatlağın üzerine gelip oraya öylece saplanmıştı. Düşündüğü için rahatsız olmuşçasına kafasını sağa sola salladı. "Aptal! Düşünme!" diye kendine kızdı. 


Bir süre daha yürüdükten sonra hava iyice karardı ve zifiri bir karanlığın içinde bir avuç insan, yanlarında baygın bir kralla birlikte kalakaldılar. Zaman zaman ormanın içindeki kurtların uluma sesleri duyuluyordu. Kimsesizler zaman içerisinde bu sesler için herhangi bir huzursuzluk hissetmiyor tam aksine alıştıkları için vücutlarını bir rahatlama kaplıyordu. Askerlerden birkaç tanesi meşalelerini yakarak yolu aydınlattılar. Meşalelerin yakılmasından yaklaşık yarım saat sonra acı bir ses duyuldu. "İmdat! Yardım edin!" Ses küçük bir kız çocuğunu andırıyordu. Herkes bir anda sese kulak kesildi. Bu esnada Arthen de sesin etkisiyle kendine gelmişti. Yeniden kurtulmayı denese de bu kez işinin çok daha zor olduğunu, ellerindeki ve ayaklarındaki ipleri fark edince anladı. Kısa bir süre sonra önden hafif kirli bir ses yükseldi. "Sese gidiyoruz! Kardeşinizi ve kendinizi koruyun!" Dede, 9 asker ve kral her dalın arkasını kontrol ederek temkinli bir şekilde sese doğru yavaş yavaş ilerledi. Su gibi akıp giden 5 dakikanın sonunda ormanın biraz ilerisinde meşalelerle aydınlatılmış ve bölgedeki ağaçlar kesilerek temizlenmiş daire şeklinde büyük bir alan gördüler. Dairenin ortasında siyah çarşaflı bir çocuk cenin pozisyonu almış imdat çağrısında bulunarak yatıyordu. Dede yerde yatan çocuğu görünce seslendi. "Yetiştik evlat! Sakin ol!" Dede seslendikten sonra herkes adımlarını biraz daha büyüterek çocuğun yanına yaklaştı. Dede çocuğu kontrol etmek adına yavaşça omzuna doğru dokunmak istedi fakat dokunduğu anda çocuk Dede'nin dokunduğu yerden başlayarak toz olup ortadan kayboldu. Dede sakinliğini koruyarak pusuya düştükleri anlamına gelen örgüte özel bir ıslık öttürdü. Kral derhal grubun ortasına alındı ve herkes gardını aldı. Kısa süre içinde etraflarındaki ormanlık bölgede meşaleler parlamaya başladı. 


Kimsesizlerin etrafı tamamen çevrilmişti. Dede'nin yakınında olan askerlerden biri keşke daha kalabalık gelseydik diye ümitsizce söylendi. O sırada ormanlık bölgenin karanlıklarından birisi bağırmaya başladı. "Ya malınız ya canınız!" Dede bu cüretkar teklife gülerek "Ne malımız, ne canımız!" diyerek cevap verdi ve ardından başka bir ıslık çaldı. Islık sesine başka ıslık sesleri eşlik etti ve meşale tutan eşkıyalardan bazıları yere yığılmaya başladı. Eşkıyaların başı olduğu anlaşılan adam "Yakın!" şeklinde anlamsızca kafasını sallayarak bağırdı. Meşaleleri tutan adamlar ellerindeki meşaleleri yere atarak kimsesizlerin üzerine doğru koşturmaya başladılar. Ormandaki karanlıklarda saklanan diğer kimsesizler de artık ok atmanın Dede ve beraberindeki birliği de tehlikeye sokacağını düşünerek kılıçlarına ve hançerlerine davranarak eşkıyaların üzerine çullandılar. Kısa süre içerisinde meşalelerin çalılıkları tutuşturmasıyla birlikte savaş alanı cehenneme döndü. Cehennemin tam da ortasında yer alan Arthen merak ve korku içerisinde olanları izliyor, kaçmak için fırsat kolluyordu. Dede ise kemerine bağladığı iki hançerini çıkartıp ellerine aldı. Eşkıya grubu hala çok kalabalıktı. Yüzünü boyayla siyaha kaplamış 2 eşkıya Dede'nin üzerine doğru koşturmaya başladılar. Dede çok kısa bir anlığına bu sahneyi daha önce kaç defa yaşadığını düşündü. Daha önce hiç yangın manzaralı olacak şekilde yaşamadığını düşünerek kendi kendine güldü. Ardından gülümsemesi hızla kayboldu ve düşmanlarının üzerine doğru koşturmaya başladı. Gözüne görece daha önde bulunan sol taraftaki iri yarı adamı kestirdi. Dikkatini adamın yüzündeki gerginlik çekti. Adam yeterince yaklaştığını düşününce kılıcını iki eliyle sıkıca tutup sağ tarafına doğru gerildi. Yapacağı hamleyi çok erken fark ettirmişti, tecrübeli bir asker bu hatayı kesinlikle affetmezdi. Nitekim öyle de oldu. Dede hasmı kılıcını savurmadan önce hızlıca sol dizine doğru yüklenip eğildi ve etrafında dönerek sol elindeki hançerini eşkıyanın sağ bacağının dirseğinin arkasına saplayıp geri çıkardı. Direkt olarak adamın kaslarını hedef alan bu saldırı eşkıyayı oldukça şaşırttı. Eşkıya sağ bacağından gelen dayanılmaz acıyı kaldırmaya çalışırken Dede sağ bacağıyla bir daire çizip koluna kazandırdığı ivmeyle sağ elindeki hançeri hızlıca diğer adama fırlattı. Tüm olanlar çok kısa bir sürede gerçekleştiği için karşısına çıkan adamı öldürüp hayatta kalmak umudunda olan eşkıya neye uğradığını anlamadı ve kalbine saplanan hançerin kabzasına sarıldı. Ardından hançere bakarak sesli ve acı bir nefes bırakıp yavaşça yere yığıldı. Sağ bacağından yaralanan adam ise arkasına doğru geçen Dede'yi karşısına alıp daha rahat savaşmak adına sol tarafından arkasına döndü. Dede adam dönerken savunmasız kalan sol tarafındaki göğüs kafesinin hemen altına sol elindeki hançeri saplayıp çıkardı ve geriye doğru bir takla atarak hasmını karşısına aldı. Adam aldığı ikinci yarayla birlikte iyice deliye dönmüştü. Hem acısını dindirmek hem de öfkesini dışa vurmak amacıyla şiddetli bir nara attı. Dede, sinirlenen insanın düşünmeden hareket ettiğini daha önce binlerce kez tecrübe etmişti. Karşısındaki fıçıdan bozma adamın da aynı şeyi yapıp hataya düşmesini bekledi. Adam bağırmaya devam ediyor bir yandan da kılıcını rastgele savuruyordu. Çok sürmeden kan kaybının artması ve gücünü gereksiz harcaması sebebiyle dermanı kalmadı. Savurduğu son kılıç hamlesini de atlatan Dede adamın sol kolunu boştaki eliyle tutup kalbine doğru hançerini saplayarak binbir derdini sırtına yükleyip eşkıyalığa kadar düşmüş bu zavallının acısına son verdi. Adam rahatlamışçasına bir nefes verip geriye doğru yere düştü. 


Fırlattığı hançerini geri alan Dede derin bir nefes alarak savaşmaya devam etti. Kralın yanına doğru koşturan bir eşkıya kimsesizlerden biriyle kıyasıya bir kavgaya tutuştu. Bir ara eşkıya, kimsesizin elindeki hançeri düşürmeyi başardı. Yere düşen hançer kralın hemen yanına düştü. Ufak bir çabayla hançeri eline almayı başaran kral önce ellerinin iplerini kesti. Ardından ayaklarının iplerini çözdü ve hançeri arkasına saklayarak tutsak rolü yapmaya devam etti. Gözünü kırpmadan Dede'yi seyrediyordu. Kin ve öfke içinde biriktikçe intikam ateşini harlıyordu. Elindeki ipleri kesmeye çalışırken hissettiği heyecan yüzünden burnunu unutmuştu fakat sakinleşmek, sakinleşmekten öte sinirlenmek, kanlar içindeki burnunun sızısını yeniden hatırlattı. Dede iki eşkıyayı daha hakladıktan sonra etrafına bakındı. Bağırışlar kesilmiş, etrafı yanan ağaçların çıtırtısı sarmıştı. Dede yavaş adımlarla kralı kontrol etmek adına yaklaştı. Sitemkar bir sesle söylendi. "Ustanı, Dede'ni nasıl hatırlamazsın... Cidden kaçabileceğini mi sandın?" Ardından yavaşça yumruğunu sıktı ve daha önce fısıldadığı şeyleri yeniden fısıldadı. Yavaşça kralın arkasına geçip belindeki hançeri çıkarttı ve yeniden önüne geçerek hançeri yere sapladı. Kaşlarını çatarak "Öğreneceksin evlat, öğreneceksin!" diye bağırdı ve iki asker kralın yanı başına geçtikten sonra yumruğunu saldı. Askerlerden biri kralın yanındaki eşkıya cesedini ayağıyla ittirerek uzaklaştırdı. Kısa bir süre sonra yer titremeye başladı ve topraktan acı bir çığlık yükseldi. Yerde yatan cesetlerden garip garip sesler çıkmaya, cesetler korkutucu bir şekilde ayağa kalkmaya başladı. Kralın yanındaki ceset kralın yanındaki askerin bacağına tutundu ve sertçe ısırdı. Herkesin dikkati ayağa kalkan cesetlere kaymışken kral hızlıca cesetle uğraşan askerin hançerini alıp diğer yanındaki adamın boğazına sapladı. O sırada ayağa kalkan Dede'nin omzuna dokundu ve suratına sert bir yumruk attı. Ayağa kalkmaya çalışan Dede aldığı darbenin etkisiyle yere yığıldı. Gördüğü son şey hiçbir şey olmamış gibi ayakta duran cesetler ve cesetlerin biraz arkasındaki kara cübbeli adamdı.