Yeni bölüme giriş yapmadan önce bölüm içerisinde biraz daha odaklanacağımız Dede karakterini daha iyi tasvir edebilmeniz adına bir görsel bırakmak istiyorum. Karakterimizin görselden tek farkı biraz daha genç bir cilde ve kahverengi gözlere sahip olmasıdır. İyi okumalar... https://i.ibb.co/Sn5jJJg/resim-2021-12-07-160609.png


Dede gözlerini kapattıktan hemen sonra başını sivri, büyük bir taşa çarptı ve bilincini kaybetti. Başını çarptıktan sonra başının ağırlığıyla taşın hemen yanına düştü. Kısa süre sonra başının sağ ön kısmı ve yüzünün sağ tarafı kandan dolayı kırmızıya boyandı. Dede yerde yatarken kalan 8 asker zombi eşkıyalarla uğraşıyorlardı. Surun üstünde büyünün serbest olduğunu biliyorlardı ama ilk defa bu kadar ileri düzeyde bir büyüyle karşılaşmışlardı. Ne yapmaları gerektiğini söyleyecek bilge adam şu an kanlar içinde yerde tepkisiz bir şekilde yatıyordu. Tam olarak çaresiz kalmış hissediyorlardı. Bir yandan Dede'yi kollamaya çalışıyorlar, diğer yandan da bu çirkin yaratıkları geldikleri yere geri göndermeye çabalıyorlardı. Bir kişi Dede'nin kanayan başıyla ilgileniyor, diğer yandan da nabzını kontrol ediyordu. Dede yere düştükten sonra tekrar gözden kaybolan adam yeniden ortaya çıktı ve gözüne bir askeri kestirdi. Yavaşça gözüne kestirdiği uzun boylu, kısa saçlı delikanlının üzerine doğru yürümeye başladı. Kendinden oldukça emin bir şekilde ilerliyordu. Adamın savunma namına hiçbir şey yapmadığını gören kimsesiz fedailerden biri elindeki hançeri adama doğru fırlatmak için niyetlendi. Hançer fedainin elinden son hızla çıkarken bir anda toza dönüştü ve rüzgarın etkisiyle yangının kıvılcımlarıyla birlikte savruldu. Cübbeli adam hedefine doğru yüzünü doğrultmuş bir şekilde yürümeye devam etti ve yaklaşmaya başladığında bir elini yumruk yapıp daha önce Dede'nin fısıldadığı kelimelerin bir benzerini fısıldadı. "Fis aelle tethas!" Taş kesilen uzun boylu fedai, büyünün etkisiyle katlanılmaz bir acı çekmeye başladı. Adeta içinde ateş yakılmış, yavaş yavaş içindeki her et parçası yanıyor gibiydi. Cübbeli adam keyifle gülümsedi ve ardından beline bağladığı hançerini büyük bir soğukkanlılıkla çıkartıp elinde çevirmeye başladı. Bir anda gülümsemesi kesildi, herkesin kendisini izlemesini istiyordu. Şovunu kusursuz bir şekilde tamamlayıp işini bitirmeliydi. Boşta kalan sol eliyle havada bir sembol çizdi, çizdiği sembol yeşil bir ışıkla parlamaya başladı. Ardından cübbeli adam yeniden bir büyü fısıldadı. "Mutraed mulluxa!" Bu büyülerle o kadar çok uğraşmıştı ki tersini söylemek ona artık çocuk oyuncağı gibi geliyordu. Bu duruma oldukça canı sıkılmıştı, eğlence için giriştiği bu büyü işi artık kendisini o kadar da eğlendirmiyordu. Kaşlarını çattı ve sesli bir şekilde bağırdı. "O zaman eğlencemi kendim yaratırım!" Ardından büyük bir kahkaha attı. Fedaileri epey zorlayan zombiler toza dönüşüp rüzgarın estiği tarafa doğru savrulurken fedailer kısa bir anlığına tozları izleyip cübbeli büyücüye odaklandılar. Cübbeli adam kendine odaklanıldığını fark edince yüzündeki keyifli gülümseme yeniden belirdi. "İşte! İşte!" diye bağırdı. Büyülediği delikanlının önüne gelmişti, elinde çevirdiği üzerinde birçok sembol işlemesi olan hançerini çevirmeyi bıraktı ve yavaşça adamın boğazına dayadı. Yine aynı yavaşlıkla hançerini sağdan sola doğru kaydırdı ve genç delikanlı fedailerin bağırışlarıyla birlikte can verdi. Cübbeli büyücü duygusuzca "Pardon baylar, pardon!" diyerek yumruk yaptığı sağ elini serbest bıraktı ve fedai aynı hızla yere yığıldı.


İçleri öfke ve kin ile dolup taşan fedailer acılarını dışarı atmak istercesine bağırarak cübbeli büyücünün üzerine doğru koşmaya başladılar. Büyücü umutsuzca başını salladı ve kendi kendine söylendi. "Ahmaklar!" Ardından kıkırdamaya başladı. "Ahmaklar! Gitsenize!" Kıkırdamasını tutamayınca kahkaha atmaya başladı. Bir anda kahkahası kesildi ve yüzünü sert bir ifade bürüdü. Ardından iki eliyle iki farklı sembol çizdi, çizilen semboller yine yeşil bir ışıkla parlamaya başladı. "Axullum ecaterium!" Büyünün ardından toprak daha önceki gibi titremeye başladı. Adamlar titremeyi hissedince bir an dikkat kesildiler ve düşmemek adına kollarını açarak dengede durmaya çabalamaya başladılar. Her birinin ayaklarının dibinden topraktan bir kol adamların bacaklarını yakaladı ve yavaş yavaş toprağın içine doğru çekmeye başladı. Fedailer kollarını tutan bu garip kollardan kurtulmak adına debelenmeye başladılar, onlar çırpındıkça toprak bataklık misali daha çok içine çekiyordu. Büyücü adam bir yandan dedeyi ortaya doğru çekerken bir yandan da fedailere bağırdı. "Gidin! Bizi yalnız bırakın! Merak etmeyin onu öldürmeyeceğim!" Ardından küçük ve kısa bir kahkaha daha attı. "Ya da öldürürüm!" Kahkahası biraz daha büyüdü. Oldukça eğleniyor gibi görünüyordu. "Şaka şaka! Gülün diye!" Fedailerin arasından birisi arkadaşlarına seslendi. "Çırpındıkça daha çok batıyoruz. Dede'yi dinlemeliyiz, o kendi başının çaresine bakacaktır. Kardeşlerinizi ve kendinizi koruyun demişti. Unuttunuz mu?" Büyücü Dede'yi bırakıp havada bir sembol daha çizdi. Bu kez sembol açık mavi bir renkle parlamaya başladı. Fedailerden diğeri konuşan kardeşine seslendi. "Ama..." Cümlesine daha başlayamadan cübbeli büyücü bir şeyler daha fısıldadı ve oldukları yerden büyük bir rüzgar çıkıp ormana doğru yayıldı. Ağaçlar şiddetle sarsılırken ateş de rüzgarla birlikte ağaçlardan adeta söküldü ve rüzgarı takip etti. Birkaç kilometre uzakta, ormanın bittiği bir noktada rüzgar havaya doğru yükseldi ve ateş de rüzgara eşlik edip havaya karıştıktan sonra kayboldu. Cübbeli, yangının bittiğini işaret edip sağ elini derhal gitmeleri anlamında salladı. Fedailer kendi içlerinde gidip gitmeme konusunda adeta savaş verir bir halde Dede'ye baka baka geri çekildiler ve kısa bir süre sonra ormanda kayboldular. 


Büyücü tekrar keyifle gülümsedi ve konuşmaya başladı. "Sonunda baş başa kaldık eski dost! Hahaha! Ben de dostunum değil mi? Hayır, hayır sen benim dostum değilsin. Sen bensin, kapa çeneni! Aptalsın, asıl sen kes sesini!" Dede'yi çember bölgenin tam ortasına getirdikten sonra kendisiyle fikir birliğine varmışçasına derin bir sessizliğe kapıldı. Ardından Dede'nin etrafına elindeki hançerle yavaş yavaş bir şeyler çizmeye başladı. Ara ara elindeki hançerde parlayan sembollere bakarak gülüyordu. Zaman zaman biraz geri çekilip bir ressam edasıyla eserine bakıp gururlanıyor, ardından yine duygusuz bir suratla işine devam ediyordu. Yaklaşık 1 saatin ardından nihayet asıl işini bitirdi. Son çizgiyi birleştirdiğinde çizdiği sembol mor bir ışık saçarak parlamaya başladı. 


Büyücü, sembol parlamaya başladıktan sonra derin bir nefes aldı ve çizdiği büyük sembolü kafese alacak şekilde büyülü hançeriyle 4 farklı sembol daha çizdi. Çizdiği her sembol, tamamlandığında koyu kırmızı bir renkte parlamaya başlıyordu. Sonuncuyu tamamladıktan sonra bir büyü fısıldamaya başladı. "Fis bellum magilium!" Cümlesini bitirdiğinde 4 sembolün merkezinden diğer sembollere doğru koyu kırmızı renkte birer çizgi çıktı ve havada süzülerek diğerleriyle birleşip kayboldu. İşini sıkıntısız bir şekilde bitirdiği için rahatlamıştı. Alnındaki teri elinin tersiyle silip Dede'nin nabzını kontrol etti. Beyaz saçlı, orta yaşlardaki adamın nabzı atmıyor ve nefes almıyordu. Umutsuzca gülümsedi ve Dede'nin tam karşısına geçerek bağdaş kurarak yere oturup beklemeye başladı. Çok uzun süre bekleyeceğinden emin, bir o kadar da canı sıkkındı. "Beklemekten nefret ediyorum ama bekleyeceğim! Ölmediğini biliyorum eski tostum!" Az önce söylediği kelimeden dolayı kahkaha atmaya başladı ve konuşmaya devam etti. Evet dedim, ne olmuş? Sen harbiden çok salak bir adamsın. Utanıyorum senden. "Bir dakika! Sen az önce tostum mu dedin? İşimiz eğlence aramak değil mi aptal? Ben bu şekilde eğlenmeyi tercih ediyorum. Tek kelime daha etmiyorum, böyle bir gerizekalıyla aynı bedende olduğum için çok kızgınım. Bu kararın beni ne kadar mutlu etti tahmin bile edemezsin!" 


*Dede'nin dilinden*


Yüce tanrım! Bu sonsuz karanlık daha ne kadar sürecek? Bu boşluğu görmeyeli uzun zaman olmuştu, Arthen çok dişli ve hırslı bir lider... Beni birinin boşluğa geri göndereceğini söyleseler kesinlikle onun ismini söylerdim. Ah Tanrı'm! Keşke biraz renk olsaydı, ne bileyim belki yıldız görünümlü küçük noktacıklar... En azından hayatımda görmeyi en çok sevdiğim manzaranın bir emsaline maruz kalır, şurada geçen zamandan sıkılmazdım. Acaba bedenimi geride bıraktığım o yangının ortasında şuan neler oluyor? Uzun zaman oldu, çatışmaların çoktan bitmiş olduğunu tahmin ediyorum. Kardeşlerim ne halde acaba? Muhakkak ki beni yerde cansız görmek onları çok etkilemiş ve çaresiz bırakmıştır. Zaten hepsi yeni yetmeydi... O büyücüye karşı gelmeleri imkansız, umarım tekrar tekrar söylediğim sözümü dinlemişlerdir... İşte... İşte nefes geliyor.


Dede boğulmak üzere olan bir adam nidasıyla sesli bir nefes aldı ve dizleri bükülü bir şekilde doğruldu. Halen yerde oturuyor, etrafına bakıyordu. Başlangıçta karşısındaki kara cübbeli adamı fark edememiş, yangının sönmüş olduğunu görmüştü. Ardından üzerinde durduğu parlayan toprağa göz attı. Parlak ışığa uzun süre baktığı için bir an güneşe bakmış gibi hızlı hızlı gözlerini kırptı. Gözlerini biraz daha uzağa dikti. Bu kez de kırmızı renkli sembolleri fark etti. Ümitsizce başını salladı ve kendi kendine söylendi. "Bugün uzun sürecek..." Söylendiği duyulmuşçasına bir ses duyuldu. Cübbeli adam Dede'nin uyandığını fark etmişti. "Bu güne kadar benim için çok uzun sürmüştü eski tost, bundan sonrası senin için uzun sürecek." Sesi hafif koyulaştı ve devam etti. "Aptal! Yapma şu küçük kelime esprilerini! Komik değil. Uzatma, sadede gel!" Adam hafifçe silkelendi ve az önceki ses tonuyla sözlerini bitirdi. "Şimdi seninle biraz oyun oynayacağız." Gözleri yavaşça mor bir renk aldı ve iki eliyle havaya birer sembol çizdi. Sembollerle birlikte Dede'nin üzerinde durduğu büyük sembolün renkleri biraz daha parlamaya başladı ve büyücü bir şeyler fısıldadı. "Paxillus safernum!"


Büyünün ardından Dede'nin gözünde her şey bir anda değişti. Küçük bir evin içindeydi artık. Tam olarak nerede olduğunu hatırlayamıyor fakat bir şeyler anımsıyordu. Bir odadan küçük bir erkek çocuğunun ağlama sesleri geliyordu. Dede yavaş adımlarla ağlama sesine doğru gitti. Koyu kahverengi saçlı küçük bir çocuk odanın bir köşesine sinmiş, dizlerine kapanmış bir halde hıçkırarak ağlıyordu. Dede ne olduğunu çözmek ve çocukla ilgilenmek adına seslendi. "Evlat! İyi misin?" Çocuk herhangi bir tepki vermedi, Dede'yi duymamıştı. O sırada kalın, kirli bir ses arkadan bağırdı ve gürültüler duyuldu. "Kes sesini artık!" Çocuk korkuyla yüzünü kaldırdı ve Dede ile göz göze geldiler. Dede gözleri ağlamaktan kızarmış çocuğun koyu kahverengi gözlerine anlamsızca bakarken ayak sesleri dikkatini dağıttı ve derhal bakışlarını sesin geldiği yöne çevirdi. Karşısında 1.90 boylarında, yapılı, dev gibi bir adam duruyordu. Dede gördüğü adam karşısında şok oldu. "Baba..."