"Baba! Dur! Lütfen!" Dede önünden geçip giden babasının omzumdan tutup kendine çevirmek için hareketlendi ama kolu boşluğa savrulmuşçasına babasının içinden geçip kendi dizine çarptı. Kendisine şöyle bir baktı ve çaresiz kaldığını anladı. Umutsuzca başını salladı ve tokat sesleriyle birlikte ağlayarak bağırmaya başlayan çocukla birlikte senkronize ama daha sessiz bir şekilde fısıldamaya başladı. "Baba! Lütfen vurma! Özür dilerim! Bir daha olmaz! Söz..." Gözlerinden birkaç damla yaş süzülür, arkasında ıslak ve uzun bir yol bırakırken gördüklerinin kendi anıları olduğunun çoktan farkına varmıştı. Köşede kıvrılmış ağlamaktan yorulduğu için sadece derin derin nefesler alan, zaman zaman hıçkıran küçük çocuğa baktı. Aklına büyücü geldi ve dişlerini sert bir şekilde sıkarak söylendi. "Bunları unutmayacağım!"


Arka plandan dalga geçercesine bir ses geldi. "Biliyorum, biliyorum... Eğlenceli kısmı da orası ya." Büyücünün sinir bozucu sesi kesildikten birkaç saniye sonra Dede'nin gözündeki sahne parça parça toza dönüşerek yok oldu. Kısa bir karanlığın ardından bir başka mekan yavaş yavaş belirdi. Köşedeki tuğladan evin arkasından 10 yaşlarında bir çocuk koşturarak çıktı. Kahkahalarla etrafına neşe saçıyordu. Bir yandan da "Yakalayamaz ki! Yakalayamaz ki!" şeklinde bağırıyordu. Dede az önce yaşadıklarını unutmuşçasına "Hep böyle mutlu ol çocuk!" diyerek içinden geçirdi. Bir yandan da yüzünde huzurlu bir gülümseme belirmişti. Çocuk önünden hızla geçtikten hemen sonra evin arkasından yine az önceki çocuk gibi 10 yaşlarında bir kız çocuğu koşturmaya başladı. "Felldor! Yavaşla biraz, haksızlık yapıyorsun!" Kendi ismini duyduktan sonra Dede'nin kulaklarında şiddetli bir çınlama başladı. Dede kendi kendine söylendi. "Hayır! Hayır! Hayır!" Başını iki eliyle sıktırarak sağa sola sallamaya başladı. Kısa bir süre sonra uzaklarda bir kadın belirdi. Gözleri yaşlı bir şekilde çocukların yanına doğru koşturuyordu. Yanlarına geldiğinde soluk soluğaydı. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Çocuklar yere çökmüş kadını görünce direkt yanına koştular. Felldor, "Teyze! Ne oldu?" diyerek yanına çömeldi. Cevap verecek hali kalmayan kadın bir yandan derin nefesler alarak küçük Felldor'a sarıldı. Bu sırada Dede gözlerinde yaşlarla dizleri üzerine çökmüş bir şekilde karşısındakileri izliyordu. Teyzesi biraz enerji bulduktan sonra Felldor'a daha sıkı sarılıp "Anneni kaybettik!" dedi. Teyze cümlesini bitirdiğinde küçük Felldor ve Dede aynı anda senkronize bir şekilde hıçkırıklarla ağlamaya başladılar. Kız çocuğu da gözyaşları içinde Felldor'a arkasından sarıldı. "Lütfen ağlama! Ben senin yanındayım!" Dede, kız çocuğunu duyduktan sonra daha çok ağlamaya başladı. Ardından dişlerini sıkarak bir şeyler fısıldamaya başladı. Gözleri yavaş yavaş koyu kırmızı bir renge döndü, ardından büyücünün çirkin sesi bir daha duyuldu. "Sakin ol koca adam! Daha işimiz bitmedi." 


Büyücünün sesi kesildikten sonra sahne yeniden parça parça toza dönüştü ve yerini başka bir sahneye bıraktı. Daha önce görmüş olduğu ev yeniden belirdi. Ev biraz daha sadeleşmiş, her şeyin rengi bir miktar solmuştu. Dede "Bu evde neşe kalmamış! Şuranın haline bak." diye kendi kendine söylendi. O sırada 16-17 yaşlarındaki bir erkek çocuğu ilerideki bir odadan çıkageldi. Sağ kaşının üzerinde kandan kıpkırmızı olmuş, kalın ipten bir örtü vardı. Örtünün yerinde durması için beyaz, şerit şeklinde bir örtü başının etrafından dolaştırılmış ve arkadan başlanmıştı. Çocuktan yaklaşık 10-15 saniye sonra aceleyle bir kız çocuğu daha çıktı. Başı sargılı olan çocuğa doğru bağırdı. "Hadi ama Felldor! Örtüyü değiştirmeliyiz, baksana, kıpkırmızı olmuş!" Dede bir şeyler hatırlamış gibi erkek çocuğa baktı. Kızdan kaçarcasına evin içinde oradan oraya dolanan Felldor kızgın bir şekilde söylendi. "İstemiyorum dedim Eleanor. İs-te-mi-yo-rum." Dede, Eleanor ismini duyduktan sonra içten bir şekilde titredi. Tüyleri diken diken olmuştu. "Eleanor... Benim Eleanor'um..." diye fısıldadı. O sırada Eleanor, adımlarını hızlandırarak Felldor'un omzundan tuttu ve kendine doğru döndürdü. Kaşları çatık bir şekilde sesini biraz yükselterek konuşmaya başladı. "Sana seçenek sunmadım! Otur şuraya!" diyerek Felldor'u omzundan ittirerek koltuğa düşürdü. Felldor bir anda kaşını tutarak bağırmaya başladı. "Ah! Aaah!" Bir yandan da sağa sola kıvranıyordu. Eleanor telaşla Felldor'un kaşına bakmaya çalıştı. Felldor kaşını göstermemek için bir sağa bir sola başını çeviriyor, Eleanor'un kaşını görmesini engelliyordu. Eleanor endişeli bir sesle "Özür dilerim! Çok özür dilerim!" diye seslendi. Eleanor'un sesini duyan Felldor birden kahkaha atmaya başladı ve Eleanor'a baktı. İkiliyi izleyen Dede'nin gözlerinin içi gülüyordu. Yaşadığı her şeyi unutmuş gibiydi. O esnada evin görünüşü dikkatini çekti. Ev hala sadeydi ama renkler canlanmıştı. Dede derin bir iç çekti. Bu sırada Eleanor yeniden kaşlarını çattı ve elindeki örtüyü Felldor'un kafasına atarak söylene söylene odanın çıkışına yöneldi. "Aptal! Ne halin varsa gör! Umarım ölürsün!" Felldor bir yandan gülmeye devam ederken diğer yandan da Eleanor'un peşinden koşturmaya başladı. "Özür dilerim! Gel, kabul ediyorum, çıt çıkarmayacağım." Eleanor duymazlıktan gelerek başka bir odaya doğru giderken Felldor bir anda ileriye doğru atılıp Eleanor'un sağ elinden tutup kendine çevirdi. Tekrar özür dileyip diğer yandan da elindeki örtüyü Eleanor'a uzattı. Eleanor'un çatık kaşları gevşedi ve yüzündeki kızgın ifade yerini içten bir gülümsemeye bıraktı. Felldor'un yanağına hafif bir tokat atıp Felldor'u omzundan çevirerek odaya doğru çevirdi. "Geç şuraya! Geç." Eleanor önce Felldor'un verdiği örtüyü eline sardı. Ardından Felldor'un başını çevrelemiş beyaz şeridi yavaşça çıkardı. Kaşındaki örtüdeki kan iyice kurumuş, dolayısıyla örtü yaraya yapışmıştı. Eleanor örtünün yapıştığını fark edince Felldor'a sakince fısıldadı. "Bu biraz canını yakabilir." Ardından örtüyü kenarlarından yavaş yavaş açacak şekilde çekiştirmeye başladı. Yapışan kısımları ufak ufak ayırıyor, Felldor'u şiddetli ve uzun tek bir acı yerine daha az şiddetli ve kısa birden çok acıya maruz bırakıyordu. Muhtemelen aynı durumda kim olsa aynı şeyi yapmayı tercih ederdi. Uzun süren ayırma işleminin ardından Eleanor temiz örtüyü Felldor'un sağ kaşına yerleştirip başını tekrar sardı. Felldor, Eleanor'un gözlerine minnetle baktıktan sonra "Seni seviyorum." diye fısıldadı. Eleanor, Felldor'un dediğini duymamış olacak ki "Umarım ölürsün dediğim için özür dilerim. Öyle demek istememiştim. Umarım hiç ölmezsin." dedi. Felldor da söylediğini devam ettirerek "Umarım hep beraber oluruz." deyip iç çekti. Eleanor'un cümlesi bittikten sonra Dede'nin yeniden tüyleri diken diken oldu. "Bu bir lanet... Kesinlikle lanet..." 


"Ahahahaha! Bu budalayla ne kadar eğleniyoruz bir bilsen! Neyse... Sürekli negatif anılarını hatırlatmayıp biraz nefes almanı istedik ama seni anlayamıyoruz. Buradan bile negatif şeyler çıkarabiliyorsun. İnanılmaz! Bana bir daha budala dersen canını yakarım! Nasıl olacakmış o budala?" Ardından iki farklı tonda bir "ah!" sesi duyuldu. Eleanor ve Felldor birbirine bakarken yavaşça silindiler ve yine aynı ev biraz daha düzenli halde yeniden belirdi. Bazı eşyaların yerleri değişmiş, bazıları ortadan kaybolmuş ve ekstra olarak bazı eşyalar gelmişti. Dede etrafı incelerken kalın, kirli bir ses duyuldu. "Nefret ediyorum senden! Aptal!" Dede bir anda kendini sesin geldiği yerde buldu. Karşısında 45-50 yaşlarında, saçları beyazlamış bir adamla 22-23 yaşlarında bir genç bulunuyordu. Birbirlerine bağırıyorlar, hakaretler savuruyorlardı. Yaşlı adam bir ara karşısındaki gence tokat atmak için elini kaldırdı. Genç adam tam tokadı yemek üzereyken adamın elini tuttu ve kızgın bir şekilde yere doğru savurdu. "Artık yeter!" Ardından bulunduğu odanın kapısını çarparak hışımla çıktı. Kendi odasına geçip eşyalarını topladı ve evden ayrıldı. Evden ayrılırken yaşlı adamın bağırışları devam ediyor, eşya kırılması sesleri duyuluyordu. Arkasına dahi bakmayan Felldor, hızla yetimhanenin yolunu tutarak Eleanor'u buldu. Eleanor yetimhaneden ayrılalı uzun süre geçmiş olsa da zaman zaman yetimhaneye uğrayarak oradaki çocuklarla ilgilenir bir yandan da görevlilere yardımcı olurdu. Felldor'u karşısında eşyalarıyla birlikte gören Eleanor şaşkınlığını gizleyemedi. "Felldor... Ne oldu?" Felldor yaklaşık 30 dakikadır yürüyor olmasına rağmen halen sinirliydi. Vereceği cevabı düşünürken dalıp gitmişti. Felldor'un halini gören Eleanor Felldor'a sıkıca sarıldı. Felldor kafasını hafifçe salladı, sinirden gerilmiş omuzları yavaş yavaş gevşedi. "Başkente gidiyorum, benimle gelir misin?" Eleanor böyle bir teklif beklemiyordu. "Şey... Tabii, tabii ki gelirim. Geri dönecek miyiz?" Felldor kafasını hayır anlamında kararlılıkla sağa sola salladı. "O zaman... Bana biraz izin ver, eşyalarımı toplayıp ev sahibine haber vereyim." Felldor'un oldukça rahatlamıştı, teklifi kabul edilmeyebileceği için ekstra gerilmişti. Üzerinden büyük bir yük kalktı, derin bir nefes alıp yavaşça geri verdi. Birkaç gün sonra yanlarına Eleanor'un birkaç eşyasını da alıp Miseria'nın o dönemki başkenti Feartheld'e doğru yola koyuldular. 


*Dede'nin dilinden*


"Bundan sonrasını hatırlıyorum... Eleanor ile birlikte Feartheld'e vardığımızda birkaç gün kalacak yer bulamamış, sokaklarda kalmıştık. Zorlu geçen bir haftanın ardından Prens Deamon ile yolumuz kesişmiş, bize kalacak bir yer ayarlamıştı. Ne prensti ama... Deamon ile güzel günler yaşamıştık. Keşke ömrü uzun olsaydı, ülke için umut vadediyordu. Kimsesizler Konseyi'nin kurulması için ilk planlarımızı birlikte yapmıştık. Eşi vardı... Bir de çocukları Aksilon. Hey gidi genç Aksilon... Acaba şimdi ustanı görsen hatırlar mısın? Tanıyabilir misin düştüğüm şu hali? O zamanlar her şey güzeldi..."


"Ah eski tostum ah... Ah! Yeter budala! Senin de canın yanıyor, yapma şunu. Ah! Bana... Bir daha... Aptal... Deme! Tamam be tamam! Neyse! Aile içi meselelere seni karıştırmamalıyız Dede! Ahahaha! Bundan sonrasını çok seveceksin!" 


Büyücünün cümlesi bittikten sonra bu kez Dede'nin gözlerinin önünden bir sürü anı geçti. Kimsesizler Konseyi'nin kuruluşu... Konsey'in yavaş yavaş tüm Methria içerisinde yayılması... Genç Aksilon ile yaptıkları eğitimler... Tamamen büyüyle geçen birkaç sene... Düğün günleri... Hepsi hızlıca geçip gitmiş, Dede'nin hafızasını tazelemişlerdi. Sonunda bir başka anıda durdular. Dede'nin ölümsüzlük büyüsünden yaklaşık 30 yıl sonrası... Surüstü'ne Eleanor ile birlikte gelmiş ve Konsey'in yerleşmesi için gizli bir yer inşa etmişlerdi. Felldor ve Eleanor, Surüstü ormanlarında bir sonbahar günü öğle vakti yağan yağmurun ardından yürüyüşe çıkmışlardı. Atmosfer öylesine güzeldi ki birkaç dakikalık yürüyüş bile insanın içini açıyor, inanılmaz bir ferahlık veriyordu. Ormanın ortasından açılmış ve taşlarla kaplanmış yol bir nebze çamurla kaplanmıştı. Yapraklarını döken ağaçlar rüzgarın serinliğiyle adeta titrercesine hışırtılar çıkarıyordu. Yerlerdeki yapraklar da sonraki baharda ağaçlarına geri dönecekleri umuduyla oradan oraya savruluyorlardı. Yağmur henüz yeni bitmiş olduğu için gökyüzündeki bulutlar birbirine sarılırcasına sıkışmış, bakanın içini ferahlatan masmavi gökyüzünün görülmesini engelliyordu. Elbette ki bu kasvetli havanın da bir alıcısı vardı. Yaprakların arasında yürüyen bu iki ruhu genç insan da alıcılardandı. Dede, bir şeylerden emin olmak istercesine sessizce yürüyen çifti izliyordu. Yaklaşık 10 dakikanın ardından ormanın içlerinden bir ıslık sesi duyuldu. Dede düşündüğü anıya geldiğini anlamıştı. "Hayır... Hayır... Hayır!" Bu anıyı bir daha yaşamayacağım diye içinden geçirdi. 2. bir ıslık sesi daha duyuldu, ıslık sesine Eleanor'un acı çığlığı eşlik etti. Dede gözlerinden yaşlar dökülürken dişlerini öfkeyle sıkarak "Bir daha olmayacak!" diye bağırdı. Bir şeyler fısıldamaya başladı, gözleri yeniden koyu kırmızı bir renge büründü. "Muilegam mulleb sif! Munrefas sullixap!" Büyünün ardından etrafa koyu kırmızı bir sis hızla yayıldı ve baygın durumdaki Dede gözlerini açtı. Etrafındaki büyü sembolleri kaybolmuş, bulunduğu yerden 100-150 metre çevresine kadar bir çok çatlak ortaya çıkmıştı. Çok kısa bir süre sonra gözüne büyücü takıldı. Halen kahkaha atıyordu. Dede "Ruh hastası!" diye kendi kendine söylendi. Ardından büyücüye doğru saldırmaya niyetlendi ve iki eliyle yeşil birer sembol çizdi. "Axullum ecaterium!" Büyünün ardından yer yeniden titremeye başladı ve daha önce açılmış olan yarıklar biraz daha genişledi. Bir yandan da karşıdaki büyücü yavaş yavaş toprağa batmaya başladı. Kahkaha atmaya devam ederken bir anda sustu ve toza dönüşerek yok oldu. Dede adamın çoktan bölgeden uzaklaştığını anladığında öfkeyle bağırdı. "Hain!"