Hiçbir zaman mutlu olamamış, mutlulukla tanışmamış, kendi tabiriyle ''doğuştan mutsuz olma yeteneğiyle doğmuş'' bir adam: Cesar. Onu hayatta tutan, her sabah yataktan kaldıran, yaşamak isteyecek motivasyonu veren şey ise başkalarının mutsuzluğunu görmek. Evet. Cesar'ı bu hayatta mutlu ve tatmin eden tek şey başkalarını mutsuz etmek ve buna yakından şahit olmak.

Cesar, bir apartman görevlisidir. Hayatı boyunca hiçbir zaman mutlu olmamış, yaşama nedeni bulamayan, bu nedenle de sık sık apartmanın çatısına çıkıp kendini aşağıya bırakıp bırakmamak arasında kalan bir adamdır. Diğer insanları da kendi mutsuzluğuna ortak etmek, Cesar'ı kendini çatıdan aşağıya bırakmamak için tutan tek sebeptir. Bu nedenle apartmandaki insanların hayatını zorlaştıracak, mutsuz edecek birtakım küçük oyunlar oynamayı sevmektedir. Ancak apartmanda yaşayan genç, enerjik ve ne olursa olsun mutlu kalabilmeyi başaran bir kadın (Clara) vardır ki Cesar en çok onunla kafasını bozmuştur. Clara’nın her koşulda yüksek kalabilen morali, yaşam enerjisi Cesar’ın mutsuzluk iştahını kabartır. Zamanla Cesar çatıya çıkıp kendini bırakmayı düşünmez bile. Çünkü kendisine yaşamak için güçlü bir sebep bulmuştur: Clara’nın mutluluğunu yok etmek. İlk zamanlarda küçük oyunlarla bunu dener ancak Cesar’ın mutsuzluğu her seferinde Clara’nın mutluluğuna yenik düşer. Zamanla Cesar daha da ileri gitmeye başlar ve amacına ulaşmak için her yolu dener.

Film boyunca Cesar’ın mutsuzluğunun ya da Clara’ya özel olarak bu kadar takıntılı olmasının asıl nedenini öğrenemiyoruz. Cesar tüm bu planlarını yalnızca elindeki siyah not defterine yazıyor ya da hastanedeki annesine anlatıyor ki annesi de bunca şeyi birine anlatabilecek imkanı olmayan hasta bir kadın. Hatta kadının olan bitenden dolayı rahatsız ve üzgün olması ve o halde olmasının nedeninin az çok Cesar’a dayandığıyla ilgili bir tahmin yürütmek de zor olmuyor. Belki de Cesar’ın böyle bir insan olmasının kökenindeki kişi annesidir. Belki de sonsuz döngüde birbirini besleyen iki durumdur. Sonuç olarak yaşanan yaşanmış ve herkes bu mutsuzluk döngüsünden kendi nasibini almış gibi görünüyor.

Film, İspanyol gerilim türünün ünlü yönetmenlerinden Jaume Balagueró’nun elinden çıkmış ve birçok ödülle takdir toplamıştır. Cesar rolüyle ekran başında bizi deli eden Luis Tosar’a hayran olmamak elde değil. Film boyunca ettiğim küfürler sanırım bunun kanıtıydı. :) Filmin Türkçe adı ’’Ölüm Uykusu’’ ancak ben bunu kullanmayı tercih etmedim. Çünkü hem adı hem de afişine bakıldığında sanki bize üçüncü sınıf bir korku filmi vadediyormuş havası veriyordu. Ancak bu doğru değil. Aslında bence salt gerilim demek de doğru olmamakla birlikte, ben dram-gerilim olarak değerlendirdim. Hikayenin başlangıcını bilmesek de gidişatı ve bize gösterilen sonu, dram demek için uygun koşulları sağlıyor. Yer yer gerilimin hakim olduğunu elbette ki söylemezsek olmaz. Ama şahsen ben o gergin dakikaları stalking temasından dolayı yaşadım. Her zaman yaşanabilecek bir konu ve karşılaşılabilecek karakterlerin olduğu gerçekçi bir filmde olasılıklar zincirini görmezden gelemiyor insan.

Sonuç olarak, gerilim isteyenleri biraz üzebilecek, belki zaman kaybı görecekleri bir film olsa da benim penceremden oldukça iyi bir iş çıkmış ortaya. Bizi en çok etkileyen ve korkutan kabuslar, gerçekliğe en yakın olanlarıdır. Bu film de bende aynı duyguları yaşattı.