Milli Edebiyat



Fransız İhtilali, mutlak monarşinin aydınlanma filozofları sayesinde yıkılıp yerine cumhuriyetin kurulması ve Batı dünyasında ortaya çıkan birçok kavramın tüm dünyada yaygınlaşmasını sağlamıştı. Özellikle ulusların kendi bağımsızlık haklarını tayin etmesini istemeleri; kendi dil, kültür ve tarihlerinde oluşan bir üstyapıyı nesillerine aktarma gayelerini sağlayan milliyetçilik akımı, farklı milletleri barındıran imparatorluklarda büyük ses getirmeye başlamıştı. Bu ülkü ile yola çıkan Türk edebiyatçıları da Türk dilini Arapça ve Farsça gibi yabancı dil unsurlarından kurtarmak, yerli olan hece veznini kullanmak, içerik olarak ise milli konulara değinmek istediler. En önemli istekleri ise Doğu ve Batı taklitçiliğinden uzak bir edebiyat geleneği inşa etmek idi. Bu fikirlerini savunmak üzere Ali Canip Yöntem, Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp; Genç Kalemler dergisinde Yeni Lisan başlıklı bir makale yayınladılar. İşte bu makalenin yayınlanmasının ardından, yani Yeni Lisan hareketi ile birlikte, II. Meşrutiyet ile Cumhuriyet rejiminin ilk yıllarına (1910-1923) tekabül eden bir Milli Edebiyat geleneği başlamış oldu.  


Bu geleneğin temsilcilerini de tek bir grup olarak düşünmek zordu ve 1923’ten sonra bile az çok değişikliğe uğrayarak devam ettiği muhitler oldu. Daha o zamanlardan tarif açısından kolay olmayan bu akım sık sık Türkçülük ideolojisi ile karışmıştır. 1897’de Mehmet Emin Yurdakul’un Yunan Harbi sıralarında söylediği ‘Cenge Giderken’ manzumesinde geçen "Ben bir Türk'üm, dinim, cinsim uludur." mısrası siyasi olarak Türkçülüğün sloganı haline gelmiştir. Geleneğin hedefi millilik olduğu için bunu edebiyata iyice yerleştirmek adına eserlere ‘mili oyun, milli roman, milli şiir’ ibaresini de getirmeye gayret ettiler. Bir de Meşrutiyet’in ilanı ile beraber teşkilatlanma imkânı bulan akım ‘Türk Yurdu, Türk Derneği, Türk Ocağı’ gibi dergilerde ideolojik ve edebi görüşlerini yazmaya başladılar. Dönemin iktidar partisi olan İttihat ve Terakki’nin desteğiyle birlikte Ziya Gökalp beylerin de Türkçülüğü benimsemesi ile fikir resmiyet kazanmıştır. Kökü Fransız İhtilali’ne dayanan Osmanlıcılık, yani farklı kimlikleri Osmanlı kimliği etrafına toplamak isteyen akım ise yerini 19. yüzyıl Osmanlısında entelektüel düzeyde başlayan ve kültürel birlik, köken birliği fikirlerine dayanan Türkçülüğe bıraktı diyebiliriz.


II. Meşrutiyet’ten sonra ortaya çıkan diğer fikir akımlarına da değinmeden geçmemekte fayda vardır. Türkçülüğün yanı sıra İslamcılık da Mehmet Akif Ersoy ile birlikte oldukça geniş muhitlere yayılmıştır. ‘Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad’ dergileri de İslam ideali olan tarafların ideolojik ve edebi yazılarını halka ulaştırmaya başladığı mecra haline gelmiştir. Batıcılık da bu devrede işin içinde olup Batılılaşma düşüncesini karşılamak üzere oluşan bu cephe ise Abdullah Cevdet’in öncülüğünde ‘İçtihad’ dergisi etrafında Celal Nuri Bey, Kılıçzade Hakkı Bey gibi isimleri toplamıştır. Bu yaşanan olayları kronolojik bir sırada anlatmak güçtür fakat bütün ideolojik ve edebi yaklaşımların hedefi yıkılmakta olan bir devleti ayakta tutmak olup hedefleri ise Milli Edebiyat’tır.


Dönemin edebiyat özelliklerine gelecek olursak; millî edebiyat sorunlarının II. Meşrutiyet’ten sonra oldukça kategorik ve sistemli bir şekilde ele alınması Ömer Seyfeddin’in “Millî bir edebiyat vücuda getirmek için evvelâ millî lisan ister” tezini ileri sürdüğü “Yeni Lisan” yazısıyla başlar. Ömer Seyfeddin, bu yazısının “Millî Edebiyatımız” ara başlıklı kısmında bir millî edebiyatımızın hâlâ bulunmadığını, bunun için her şeyden evvel millî bir dilin gerektiğini söyler. Bunun için; dili yabancı unsurlardan kurtarmak; Arapça, Farsça tamlama ve terkiplerin atılması, Türkçede karşılığı olan kelimeler kullanılması fikriyle ortaya çıkan bu topluluğun en önemli atılımı dilde sadeleşme fikrini benimseyip eserlerinde uygulamaya başlamasıdır. Yazı dilinde İstanbul Türkçesini esas almışlardır. Sadece dilin değil edebiyatın da milli olmasını savunmuşlardır. Milli ölçünün hece, gerçek şiirin ise halk şiiri olduğunu savunmuşlardır. Halk edebiyatından yaralanmışlardır. Bu dönemde aydınlar ilk kez Anadolu’ya yönelmiş ve memleket gerçeklerini kaleme almışlardır. Yapıtlarında daha çok yerli ve milli konulara değinmişlerdir. Sözlü ve sanatlı söyleyişlerden kaçınmışlardır. Bu dönemde şiir dili önceki dönemlere göre daha sadedir ve milli konuları ele alan şiirler yazılmaktadır. Kısa dönemde şiirde oldukça başarılı olan şairler Cumhuriyet döneminde de bu başarılarını sürdürmüşlerdir. Romanda ise bazı yazarlar ilk kez İstanbul’dan çıkmış, Anadolu’nun sorunlarını işlemişlerdir. Romanlarda milliyetçilik teması sık sık işlenmiştir. Realizm ve natüralizm ise dönemin akımlarındandır. Dönem romancılarından Halide Edip Adıvar, ‘Ateşten Gömlek ve Vurun Kahpeye’ adlı romanlarında savaşlarda gösterilen kahramanlıklar ve direnişlerden bahsetmiştir, Milli Mücadele’den izler taşımaktadır. Bir diğer romancımız Yakup Kadri Karaosmanoğlu ise eserlerinde ülke sorunlarına eleştirel bir üslupla yaklaşmış, Yaban romanında Kurtuluş Savaşı dönemlerinden bahsetmiştir. Ömer Seyfettin ise Efruz Bey romanında o yılların sahte aydınlarını eleştirmiştir. 


Dönemin önemli sanatçılarını sıralamak gerekirse şu adları yazmak doğru olacaktır:

Ömer Seyfettin

Ziya Gökalp

Mehmet Emin Yurdakul

Ali Canip Yöntem

Mehmet Fuat Köprülü

Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Halide Edip Adıvar

Reşat Nuri Güntekin

Refik Halit Karay

Mehmet Akif Ersoy

Yahya Kemal Beyatlı

Halide Nusret Zorlutuna


Belirtmek gerekir ki; bu aydınlar arasında Yahya Kemal ve Mehmet Akif haricinde aruz veznini kullanan yoktur, şairler hece veznini kullanmıştır.



Kaynakça

Hülya Argunşah, “Millî Edebiyat”, Yeni Türk Edebiyatı: 1839-2000, Ankara 2004, s. 165-214.

Ömer Seyfeddin, “Yeni Lisan”, Genç Kalemler, II/1, Selânik 1911, s. 1-7; II/3 (1911), s. 41-45.

M. Orhan Okay, “Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı”, Osmanlı’nın En Kısa Yüzyılında Türk Edebiyatı: Milli Edebiyat, Kasım 2014, Dergâh Yayınları, İstanbul 

Kenan Akyüz, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, İstanbul 1990, s. 164-171.