Ulak Dergah’ı.

 

Tek odalı, küçük, kerpiç bir dergah. Çatlamış duvarların arasında içi kuru otlarla doldurulmuş dört döşek. Bugün o dört döşekten yalnızca biri dolu. Sabahın erken saatlerinde güneşin yakıcılığına dayanamayıp uyanan Mirali’nin yatağı.

Güneşle dergah arasına giren küçük tepe olmasa dergah neredeyse yanacak kadar eski ve kuru bir görünüm içinde. Kapı eşiğinde bir müddet güneş aldıktan sonra su kuyusuna yöneldi Mirali. Bir kap su çekip yüzüne döktü suyu. Bir an suyun serinliği ile Egenin maviliklerinde hissetti kendini. Oysa uzun zamandır o maviliğin serinliğinden bile bihaber yaşamaktaydı. Nerede olduğuna dair bir fikri yoktu, buraya Dedeler dergahı fedaileri tarafından getirilmişti. Ne için getirildiğini biliyordu, davasına hizmetin bir üst mertebesinde rol alacağı için heyecanlıydı aslında. Kırmızı kuşağını beline dolayıp, hançerini de bağladıktan sonra az ötedeki tepenin gölgesine yasladı bedenini. Karşısında duran Ulak dergahına bakakoyuldu. Bir ulak gelecekti ve bir haber ve sonra kendisinden önce gidenler gibi gidecekti o da gitmesi gerektiği yere. Bu kaçıncı gün olmuştu fakat henüz gelen yoktu. Sabırla bekliyordu. Sabrında el sanatını geliştirmiş, bulduğu bir daldan küçük bir kaval yapmış hatta neredeyse tınısıyla meşk olunacak kadar hoş melodiler tutturmuştu.

Mirali, savaş meydanlarının keskin kılıcı, hedefe ilk varan ok gibi korkusuz, şaşmaz, yiğit dava adamı. Beklemek onun için zordu fakat başka çare de yoktu. Ulak ona görevini bildirecekti ve yanında getirdiği atın birini Mirali’ye verecekti, o görevle yola koyulacaktı. Her gece rüyasında görüyordu haberciyi, kah Hacı Bektaş kah Bedrettin oluyordu gelen. Mirali bekliyordu, tıpkı bekleyişle geçen diğer günler gibi, kendinden öncekileri yolcu ettiği günlerden bu yana beklediği günler gibi.

Dedeler dergahı savaş meydanlarında, halk meydanlarında ve hatta pazar meydanlarında dahi yer alan gözcüleri aracılığıyla en iyi savaşan ve okumuş, okumayı, öğrenmeyi seven, kendini geliştirmiş olan gençlere gizlice haber salıp kendi rızaları ile dergahlarına katılmalarını buyur ederlerdi. Teklifi kabul eden gençler Ulak dergahı denen, bugün Mirali’nin kaldığı yerlere dörder kişi olmak üzere gönderilir ve ilk iki mevsimi birlikte geçirdikten sonra üçüncü mevsimden itibaren ulaklar aracılığıyla görev yerlerine gönderilirlerdi. Burada kaldıkları süre zarfında hem tanışır, kaynaşır hem de tüm hünerlerini birbirlerine aktarırlardı. Arada sırada dilenci, çoban, yolcu kılığında gözetmen olarak gelen dedeler olurdu ama hiçbiri kim olduğunu bilmez ve farkında olmadan teste tabi olurlardı.

Mirali bekliyordu…