Tire – 1421
Tepenin uçlarında bir ileri bir geri adımlıyordu.
Her adımında toprak kalkıyor, kırmızı cübbesinin eteklerini toz ediyordu. Eğilip silmeye yeltendiyse de, vazgeçti. Çıkardı cübbesini üzerinden. Katlayıp tepenin ucuna koydu ve üstüne sarığını, "savaşmağa vardık burağa, ola kü düşerüm toprağa o vakit burağa yatırın beni" dedi.
Mirali...
Şeyh Bedrettin'in son komutanı, Şeyh’in ilk eşi Cazibe’den oğlu İsmail'in çocuğu aynı zamanda. Bilinmeyen bir çocuk, saklanılmış bir çocuk. İsmail'in Menderesli bir hatun ile izdivacından olma.
Keskin bakışlarının ardında hüzün vardı, hafif burkuldu yüreği. Hiç görmemişti babası İsmail’i. Sadece bir keresinde dedesi Bedrettin'i görmüştü, çocuk sayılırdı Mirali. Bir keresinde şeyhin yolu düşünce Menderes'e, anası Zehra Hatun anlatmıştı Bedrettin'e durumu. Hatta babası gibi Mirali'nin bileğinde de olan doğum lekesini göstermişti inansın diye. Şeyh bunu sır eylemesini, soyunu yaşatacak bir yiğidin geride kalması için temenni etmişti Zehra Hatun'a. Belinden çıkardığı bir hançeri uzattı hatuna "gün gelince oğlana ver bunu, bu hançer yeniden toplayacaktır bizi"...
Elini hançerden usulca çekip toparladı kendini Mirali, döndü yüzünü tepenin ucuna ve aşağıda, Tire Ovası'nda yaklaşmakta olan düşman askerini gördü. Sayıları belki otuz belki kırk bin kadardı. Kendileri ise tepede üç bin ve ovada beş bin olmak üzere sekiz bin kadardılar. Hilal şeklindeki tepenin uçlarına doğru beş yüz kadar okçuyu yaydı ve kalan askerleriyle birlikte ovaya indi. Bütün birliklerin önüne geçti. Düşman tam karşılarında, arada bin metre kadar mesafe ve düşmanın ardı sıra güneş tam karşılarında. Mirali döndü askerlere. "Eeey yiğitler, ey canlar! Şu karşıda gördüğünüz güneş Muhammed'dir, batımından az sonra doğacak olan ay Ali'dir. Güneş bizimdir, ay bizimdir, bu topraklar ve bu dava bizimdir. Bu dava Muhammed'e, Ali'ye ve şeyhimiz Bedrettin'e can verenlerin davasıdır." Sözünü henüz bitirmemişti ki Torlakların genç komutanı girdi araya "Sen dilediğin gibi hareket et, biz senin yiğitliğine şahidiz ve davanın savunucularıyız. Bu ovadan galip ayrılıp düşmana korku salacağız." At üstünde dimdik duruyor Kemal, kaskatı kesilmiş, hedefine odaklanmış pusudaki bir aslan gibi. Bakışları sert, bakışları kararlı, kendinden emin. Sıkıca kavradı belindeki kılıcı her an çekmeye hazır ve sol eline doladı atın dizginini, bacaklarıyla sardı atı, yekvücut oldular. Karşı da sayısı kendilerinden binlerce fazla düşman askeri! Düşman başladı atını sürmeye, bağırtıları, at sesleri, nal sesleri... Toprak sallanıyordu sanki. Ne kendi ne de yoldaşları gözünü dahi kırpmamıştı bu barbarlar karşısında ve hatta atları dahi ürküp bir adım bile kıpırdamadı. Kaldırdı kılıcını Kemal, kılıçtan süzülen yağmur avuçlarından damlıyordu, kılıcın suyunu sıkar gibi bir haldi bu. Döndü yoldaşlarına, "canınız emanettir bana, canım emanettir size, canımız feda Bedrettin'e ve tabi Mirali'ye.. Hûûûû" dedi ve sürdü atını Kemal. Torlakların Kemal...
Bedrettin'in müridi Torlak Kemal'in torunu Kemal. Başka söz etmedi Mirali, kılıcını öpüp alnına dayadı, eğilip atını öptü ve bir mızrak gibi uzandı atın üzerine, fırlatılmışçasına sürdü atını. Düşmana yaklaştıkça onlarda bir tuhaflık, bir kıpırdanma olduğunu gördü ve biraz daha yaklaşınca anladı durumu. O sıcak havada, o kuru toprakta bir toz fırtınası düşman üzerine yönelmiş ve neredeyse gözlerini göremez hale getirmişti. Düşmanın hücum hattı çaresizdi. Mirali ve ordusu hücum hattını çok kısa bir zamanda, kolayca yarmıştı. Dört veya beş bin kadar düşman askeri telef olmuştu. Bu beklenmedik ve ani yenilgi düşman komutanlarında şaşkınlık yarattı. İttifak halinde Mirali'ye karşı birlik oluşturan düşman askerinden bir komutan ve askerleri geri çekildi. Okçuların çoğu geri çekilenler arasındaydı. Mirali ve ordusu ikinci hatta ulaştığında, okçuların harekete geçmesi için sancağın dalgalanması emrini verdi. Üzerlerinden bir bulut geçiyormuşçasına okların gölgesinde kaldılar bir müddet. Okçular hattın daha gerisindekileri hedef alırken, ön saftakiler kılıçtan geçiriliyordu. Düşman çok kısa bir zamanda askerlerinin üçte biri kadarını kaybetme ve bir o kadarının da geri çekilmiş olma şaşkınlığıyla bocalarken, toz rüzgarının arasından çıkagelen Mirali ve ordusunu korkuyla bekliyordu.
Gök yere karışmak üzere, daralmış gökle yer arasındaki mesafe, bulutlar çökmüş ve artan bir sis yoğunluğu içinde göründü Mirali.