Bir varmış bir yokmuş. Allah'ın deli kulu çokmuş. Bizden daha delisi hiç yokmuş. Bu bir modern zaman masalıymış. Masal dediğime bakmayın, bu zamanda çocukları uyutabilmenin tek yolu buymuş. Zaman zaman içinde, bebek beşik içinde, trajedi trajedi içinde sallanır; içindeki gizli cevherleri anlatabilmek için mumla insan ararmış. Bazı insanlar mumun ta kendisiymiş ama onlar da zaten trajediyi masal edenlermiş...

Günlerden bir gün insan, zamandan öncesinde mutsuzlukla büyük bir savaşa girmiş ama mağlup olmuş. Bir ülkenin küçük bir şehrinde güzelliğini yaşlanınca kaybedecek o peri padişahının kızı değil; güzelliğini zamana meydan okuyan özgür ruhundan alan, tanrıça soyundan olsa gerek, bir kadın varmış. O sabah, soğuk kış günlerinde güneşin onlar için doğmasını bekleyen bitki özleri gibi o da uzun uzun bakıp bekliyormuş. İşin özü beklemek onun fıtratı değilmiş, zamanın hızını çoktan aşıp gitmiş birisiymiş çünkü. Fakat bugün zamana yenilmiş, bekliyormuş işte. Güneşle beraber uyandığından güneşin yoldaşlığıyla en güzel kıyafetlerini seçmiş, giymiş. "Güzellik her ne kadar özden gelse de dışarıya yansımadıkça insan onu unutabilirmiş." Bunu bilir, bunu söylermiş. Elini penceresinden dışarı uzatmış var gücüyle. Ve işte orada güneşi alıvermiş avucuna. Güneş, her zaman üzerlerinde dans ettiği ama onların asla dönüp de bakmadığı insanlar arasında… İşte o güzel kadını bulmuş ve diğer onu anlamayanlara nispet yaparcasına kadının elini adeta bir ışın topuna çevirmiş. Kadındaki o malum değişikliği fark eden güneş, ona bir jest yapmış ve o gün biraz daha kalmış penceresinde. Damarlarındaki kanın neredeyse onun ışığıyla yarışacak sıcaklıkta olması onu büyülemiş ve bir cevap ararcasına bakmış kadına. Kadın bu kadim dostluğun sarrafı olarak almış hemen sorusunu, seslenmiş güneşe;

"Canım güneş! Hani sen bazı günler Ay ile gökte yan yana gözükürsün ya, işte öyle bir gün bugün."

Güneş bu cevaba karşı olağan gücüyle bütün yağmur bulutlarını kovmuş gökten. Kuş sürülerini çağırmış rüzgârın yardımıyla. En güzel kokuları ve en güzel kuşları getirmiş rüzgar Güneş'e. Kadın ise bir öpücük göndermiş göğe. Zamanın hızını çoktan aşan o kadın, bile bile zamanın normal akışına bırakmış kendini. Zaman ise büyük bir saygıyla buyur etmiş onu. Sarmış sarmalamış. Yavaşlattıkça yavaşlatmış her saniyeyi. Güneş ve zamanla yaptığı bu büyük hatır gönül ilişkisinden sonra oturmuş ve kalbinin atışını dinlemeye koyulmuş. Eğer sonunda büyük bir kavuşma varsa beklemek kainatın en güzel şeyiymiş. Keşke hep bu anda kalsa, bu heyecanın adeta kölesi olsaymış...

Ama vaktinden fazla duran her şey gibi duygular da bir zaman sonra çürürmüş. Tüm bunları düşünürken kadın, küçük odasında dolanıp duruyormuş. Odanın diğer tarafındaki paslı metal dünyadan adeta büyük bir uçurumla ayrılmış, kendi ormanında büyük heyecanıyla el ele yürüyormuş. Çoğu ölümlünün asla yaşayamayacağı, o inceden gelen, vücudu yavaş yavaş saran mutluluk onu çoktan ele geçirmiş bile. Alıştığı, kapıdan gelen o metalik sesi işittiğinde ormanının her bir köşesini öpmüş; vedalaşmış ve bir daha geleceğine söz vermiş. Bu muhteşem manzara karşısında kapıyı açan kukla kadın istemsizce gülümsemiş. Fakat aynı anda kovulduğu o güzel ormanı görmeye dayanamayıp her ormanından kovulan kadın gibi hiddetlenmíş. Ondandır, oldukça yapmacık bir sesle:

"Hadi! Çabuk ol!" diye bağırmış. Kadın ise kukla kadının yanından öyle bir geçmiş ki kukla kadın sanki hiç var olmamış gibi yok olmuş kâinattan. Kadın hızlı hızlı koridordan geçerken onu gören bütün kukla kadınların zihninde tek bir soru varmış:

"Bu nasıl tutsaktır böyle?"

Bu soruları sezen kadın büyük randevusuna yetişme heyecanıyla gülümsemekle yetinmiş. Uzaktan ona yaklaştığını gören ankesörlü telefon, çirkinliğinden utanmış. Ama kadın her bir rakama basarken adeta onu öpüyormuş. Ve o an gelmiş. Gökte Ay ve Güneş belirmiş yan yana. Ay'ı gören Güneş gücü yetse tüm evreni ışığa boğacakmış. Ay ise karanlığını teslim ettiği Güneş'e sarılmış büyük bir özlemle. Telefon, tuşlar basılır basılmaz açılmış.


"Alo?"

"Alo"

"..."

Gökten üç elma düşmüş. Biri telefonun ötesindekine, biri telefonun berisindekine, biri ise bu modern masala şahit olmuş bizlere...