Altı veya yedi yaşlarında, köyde, televizyondan uzak, tek eğlencesi köyün içinde ipi kopmuş dana gibi gezmek olan, geceleri ise sessizce annesinin dizinde, evin içine yansıyan ağaç dallarının gölgesini izleyerek sobanın içinde patlayan odunların sesiyle uykuya dalan bir çocuğun hayatında yer edinmiş bir hikayeden bahsedeceğim. Xhigoba’nın karanlığa büründüğü, yağmurla dolu bir gecede tanıştım onun varlığıyla. Babaannemin “Modes egek tsezi inçime asoğum. (Yanıma gelin, size bir şey diyeceğim.)” demesiyle girmişti hayatıma. Lüküs lambasının çıkardığı sesle birlikte bizi sobanın yanına doğru götürerek yüzünde ciddi bir ifadeyle bir yaratığın varlığını anlatmaya başlamıştı. Sobanın ateşine bakarken odun parçasını eline alıp bize dönerek “Orti tuk Goncolose kidekta? (Yavrularım siz Goncolos’u bilir misiniz?)” diye sordu. Adını duyup işitmediğim bir kimseydi bu. Başlangıçta babaannemin köyden bir arkadaşıdır herhalde diye düşündüm. Köyde bir sürü buna benzer isimde momiler* vardı. Tsentsele, Şuşe, Mentsuke. Goncolos da bunlardan biri olabilir diye düşünmüştüm. Yağmurlu gecelerde dışarı çıkan, elindeki yün tarağıyla köyde serbestçe dolanan ve insanlara sorular soran bir kimseydi bu. Görünüşü maymunu andıran kıllı, tüylü bir yaratık. Hem de bizim köydeydi. Bu bile uykularımı kaçırmaya yeterli bir sebepti. Babaannem anlattıkça bu yaratık gözümde canlanıyor ve nereden geldiğini sorgulamaya çalışıyordum. Momi kendi yaşadığı bir olayı adeta anlattığı anda yaşıyormuşçasına bize söyledi. Küçüklüğünde kendi köyünde bir gece, sarbenin altında bulunan ahırdan sesler geldiğini, babasının çıkıp kontrol ettiğini ve bir şey bulamadığını söyledi. Sabah kalktıklarında ise yeni doğmuş buzağı ve inekleri ölü bir şekilde bulunmuş. Ona göre bunları yapan aynı kişi, yani Goncolos'tu. Anlatılan hikayenin korkusuyla bütün gecemi camdan dışarıyı kontrol ederek yatağımda kıvranmayla geçirdim. Altı yaşında bir çocuğun bilmesi gerekenden fazlasına hakim olmuştum bir anda.


Yıllar geçti, o gece gibi birçok gecede gene aynı camın penceresinden onun gelişini bekledim, bahçelerde Lazni Barav aradım. Böyle bir paranormal varlığın oluşu beni kültürün içine mıknatıs gibi çekmişti. Her gün daha fazlasını öğrenmek istedim. Tahta yer sofrasının üzerinde, çay satılırken alimde**; çay satmak için özelin*** gelmesini beklerken yakılan ateş başında, yaşlı evine gidilen gece ziyaretlerinde hep kulak kesildim anlatılan hikayelere. Ne zaman bir yaşlı görsem hep yaşadıklarını dinlemek istedim.


Günümüzde Doğu Karadeniz’in çoğu kısmında, Hemşinlilerin, Lazların, Gürcülerin kültüründe bulunan bir varlık bu. Halk takvimine göre 14 Ocak’ta (Hemşinlilerde yılbaşı bu tarihtir) yağmurlu günlerde denizden çıkıp köylere geldiği ve beraberinde fırtınaları getirdiği, elindeki yün tarakla insanlara “Kimsin?”, “Hangi köydensin?”, “Nereye gidersin?” diye sorular sorduğu ve aldığı cevapların içerisinde kara kelimesini kullanmayan insanların kafasına elindeki yün tarağıyla vurarak öldürdüğü; yeni doğmuş bebeklerin, kadınların ciğerlerini yiyerek beslendiğini birçok yaşlı insandan duymuştum. Zayıf yönleri de mevcut bu yaratığın. Köprülerden geçemeyip, “süzgeç” diyemezlermiş sırları çözülmesin diye. Bir inanışa, çoğu hikayeye göre de bu insanların ölmeden önce normal bir insan gibi köylerde insanlar arasında yaşayıp, geceleri uykunun ağır olduğu saatlerde köylerin içerisinde hayvanların üzerine binerek dolaştığı anlatılır. Eğer ki düşman bellediği biri var ise geceleri onların hayvanlarını, çocuklarını öldürüp ciğerlerini yerlermiş. Genellikle saklanmak için mısır tarlalarını tercih ettiklerinden dolayı bazı kimseler Lazni Barav da derlermiş bu yaratığa. Sırları ortaya çıktığında, geceleri dolaşanın o olduğu bilindiğinde; düşman olduğu kişiye güttüğü kinden vazgeçip ondan uzak durarak sırrının ortaya dökülmemesi için medet umarmış. Bu kişiler öldükten sonra Goncolos'a dönüştüğüne inanıldığından genellikle toprağın kabul etmeyeceği düşünülerek meyve ağaçlarının altına gömülürmüş. Meyve ağaçlarının kökleriyle onu sararak topraktan çıkmasına engel olduğuna inanılırmış. Bir hikayeye göre köyün birinde Çazi/Goncolos olduğu bilinen bir kadının -gece zarar vermemesi için- kapı önlerine pancar yemeği bırakılır ve sarben kapıları açık bırakılırmış bu kişinin karnını doyurması için. Bir yaşlı kadının kendi torunlarını daha bebekken yediği, öldükten sonra ise gömüldüğü yerden dirilerek hayvanları etkisi altına alıp yaylalarda ayı sırtında gezdiğini öğrenmiştim bir momiden. Onu o şekilde gören insanlar korkudan konuşamaz ya da bize musallat olur hissiyatıyla konuşmaktan çekinirlermiş. Köyden yaylaya ayı veya inek sırtında giderek, orada kendine seçtikleri insanı sözleriyle etkisi altına alarak onlara el verdiği ve geceleri onlara hayvan, insan eti yedirdikleri söylenir.


Bugün bu varlığı araştırdığımızda gördüğümüz şey sadece Doğu Karadeniz’le sınırlı kalmadığı gibi Anadolu, Kafkasya ve hatta Rumeli coğrafyasında bile buna benzer hikayelerin olduğunu okudum. Bunun bir Türk miti olduğu araştırmalarda belirtilmekte. Bu coğrafyalarda Türkleştirme politikasından ötürü bu hikayelerin yayıldığı çıkarımını yapabiliriz sanırım. Evliya Çelebi Seyahatname’sinin bir kısmında Rumeli’de bir köyde gerçekleştiğini anlattığı “Karagoncolos Olayı” isimli bir hikayesine yer vermiştir.


Eskiden soğuk günlerde çocukları evde tutmak için anlatılan bu hikayenin bugün anlatımı azalmıştır. Hangi koşulda olursa olsun geleneklerimiz bu hikayeler içerisinde yer edinmiş ve kültürün bir parçası olmayı başarabilmiştir. Bugün bir yerlerde küçük çocuklara kültürün aşılandığını ve yaşatılma mücadelesi verildiğini görmek dileğiyle.



*Momi: Hemşincede babaanne anlamına gelen kelime.

**Alim: Yaş çayın Çaykur’a satıldığı yer.

***Özel: Çaykur dışında çay satılan özel firmalar.