Korku kimi zaman topuklarımıza kanat takar, kimi zaman da ayaklarımızı yere çiviler. İmparator Theophilus'un başına geldiği gibi: Agarenler'e karşı yitirdiği bir savaşta şaşkınlıktan dona kalıp bir türlü kaçamıyormuş; sonunda ordu komutanlarından biri gelip derin bir uykudan uyandırır gibi sarsmış onu: Ardımdan gelmezseniz, demiş öldürürüm sizi; çünkü canınızı yitirmeniz, esir düşüp İmparatorluğu yitirmenizden daha iyidir.

(Kitap I, Bölüm XIX, “Korku Üstüne”)

 

Ancak tabiat anamızı bütün genişliği içinde seyredebilen, onun durmadan değişen sınırsız yüzünü görebilen, değil yalnız kendini, bütün memleketini o evren içinde küçücük bir nokra olarak düşünebilen insan her şeyin gerçek değerini kestirebilir.

(Kitap I, Bölüm XXX, “İnsan ve Evren”)

 

Bu yamyamlardan üçü, bizim düşkünlüklerimizi öğrenmenin rahatlık ve mutluluklarını ne ölçüde kaçıracağını, yenilik hevesiyle kendi güzelim göklerini bırakıp bizimkilerin altına gelerek bizimle ilişki kurmanın başlarına neler getireceğini, bugün bir hayli ilerlemiş olduğunu sandığım yıkılışlarını bilmeyerek Fransa'nın Rouen şehrine gelmişlerdi; rahmetli kral Charles da oradaydı o zaman. Kral uzun uzun konuştu onlarla. Yaşayışımız, zenginliğimiz, güzel bir kent örneğimiz gösterildi. Sonra bizimkilerden biri ne düşündüklerini, en çok neyi beğendiklerini sordu. Üç şey söylediler; üçüncüsünü ne yazık ki unutmuşum. En başta şaştıkları şey sakallı, güçlü kuvvetli, silahlı bir sürü adamın çocuk yaşındaki bir krala bekçilik, uşaklık ettikleri, niçin bunlardan birinin kral seçilmediği olmuş. İkincisi, kendi dillerinde bir tek bedenin eli kolu, parçaları birbirinin yarısı olarak anlatılan insanlardan kimilerinin neden bolluk, rahatlık içinde keyif sürüp de birçoklarının dilenciler gibi kapılarda, açlık ve perişanlık içinde yaşadıkları olmuş. Nasıl oluyor da demişler, bu yoksul yarımlar böylesi bir haksızlığa katlanıyor, öteki yarımların boğazlarına sarılmıyor, evlerini ateşe vermiyorlar!

(Kitap I, Bölüm XXXI, “Yamyamlar Üstüne”)

 

İnsan önce içindeki sıkıntıyı dağıtmazsa yer değiştirmek daha fazla bunaltır onu: Nasıl ki yerine oturmuş yükler daha az engel olur geminin gidişine. Bir hastaya iyilikten çok kötülük edersiniz yerini değiştirmekle. Hastalığı azdırırsınız kımıldatmakla, nasıl ki kazıklar daha derine gidip sağlamlaşır sarsılmakla. Onun için kalabalıktan kaçmak yetmez, bir yerden başka bir yere gitmekle iş bitmez. İçimizdeki kalabalık hallerimizden kurtulmamız, kendimizi kendimizden koparmamız gerek.

(Kitap I, Bölüm XXXIX, “Yalnızlık”)

 

İyilik eden güzel, dürüst bir iş görür; iyilik edilense bir yarar görmüş olur sadece. Ama yararlılık doğruluktan daha az sevgi değer bir şeydir. Doğruluk temelli, süreklidir; insanın ondan göreceği karşılık değişmez. Yararlılık yiter, elden kaçar kolayca; anımsaması da ne uzun sürer, ne de hoş gelir insana. En zora yapılan şeyi en çok severiz. Vermekse almaktan daha zordur.

(Kitap II, Bölüm VIII, “Sevenler ve Sevilenler”)

 

Dünyada gördüklerimizin doğruluğunu, yanlışlığını anlamak için doğruyu gösteren bir araç olması gerek; bu aracın doğruluğunu anlamak için bir deneme gerek; denemenin doğruluğunu anlamak için de bir araç: Gel de çık bu işin içinden!.. Madem duyularımız, kendileri kesin, olmadıkları için, sorunumuzu kesin olarak çözemezler, öyleyse akla başvurmalı diyeceksiniz; ama hiçbir akıl da başka bir akıl olmadan ortaya çıkamaz: Döndük mü yine gerisin geri?

(Kitap II, Bölüm XII, “Her Şeyin Göreceliği”)

 

Kendi yazılarımda bile her zaman, ilk duyduğum, ilk düşündüğüm şeyi bulamam. Burada ne demek istemişim acaba derim; değiştiririm çok defa ve kaybettiğim ilk anlamın yerine ondan değersiz bir yenisini koyduğum olur. Aynı yolda bir gider bir gelirim: Düşüncem her zaman ileri götürmüyor beni; bir o yana, bir bu yana yalpalıyor gelişigüzel.

(Kitap II, Bölüm XII, “İnsan Hali”)

 

Budalalığımızın başka belirtileri arasında şu da unutulmamalı: İnsan, istekleri yüzünden kendine gerekli olanı bulamaz; bir şeyin tadına vararak değil, hayal ve hevese kapılarak, mutlu olmak için neye muhtaç olduğumuzu kestiremeyiz. Düşüncenizi keyfince kesip biçmeye bıraktınız mı, kendine göre olanı özleyip rahat edemez.

(Kitap II, Bölüm XII, “İnsanın İstekleri”)

 

Bir kişinin yanılması bütün halkın yanılmasına yol açar. Bütün halkın yanılması da sonradan teklerin yanılmasına. Böylece yanlışlık elden ele geliştikçe gelişir, biçimden biçime girer; o kadar ki işin en uzağındaki tanık en yakınındakinden daha çok şeyler bilir; olayı son öğrenen ilk öğrenenden daha inançlı oluyor. Bunda da şaşılacak bir şey yok; çünkü insan bir şeye inandı mı ona başkasını da inandırmayı bir borç sayar, kolay inandırmak için de anlattığına dilediği gibi çeki düzen vermekten, bir şeyler katmaktan çekinmez: Karşısındakinin karşı koyma gücünü kırmak, onun kafasının alabileceğini sandığı gibi konuşmak ister.

(Kitap II, Bölüm XII, “Kökleşen Yanılmalar”)

 

İmparatorla kunduracıların ruhları eş kalıptan çıkmadır. Kralların gördükleri işlerin önemine ve ağırlığına bakarak, bu işlerin önemli ve ağır nedenlere dayandığını sanırız, yanlış! Bizi işe süren, işten alıkoyan nedenler, onlar için de aynıdır. Bizi komşumuzla kavgaya sürükleyen neden, hükümdarları savaşa sürükler; uşağınıza dayak atmanıza neden olan şey krala bütün bir ulusu mahvettirebilir. Onların istekleri de bizimkiler kadar sudandır, ama kudretleri daha fazladır; kral da, dilenci de aynı iştahla acıkırlar. Kim bilmez ki delilik, özgür bir kafanın yiğitçe çıkışları, yüce ve görülmedik bir erdemin ortaya attıklarıyla çok yakın kapı komşusudur.

(Kitap II, Bölüm XII, “Ruh Eşitliği”)

 

Bolluğun verdiği doygunluktur zevkimizi en fazla körelten; zevkimizi en fazla bileyen, coşturan şeyse özlediğimizi az ve zor bulmaktır.

(Kitap II, Bölüm XV, “Zorluğun Değeri”)

 

Alçak gönüllüğünün başka bir çeşidi vardır ki kendini yüksek görmekten gelir. Birçok şeylerde bilgisizliğimizi kabul ederiz, akıl erdiremediğimiz taraflar olduğunu edebimizle açığa vururuz. İsteriz ki bizi dürüst, namuslu adam bilsinler ve başka şeyleri bildiğimizi ileri sürdüğümüz zaman inansınlar bize.

(Kitap II, Bölüm XXXVII, “İnsan Bilgisi”)

 

Bir eylemi yararlı olduğu için dürüst ve güzel saymak yanlıştır; herkesi o eyleme zorlamak, yararlı diye herkes için şerefli olacağı sonucuna varmak doğru değildir:

Her şey tıpatıp uygun değildir herkese.

(Kitap III, Bölüm I, “Yararlı ve Güzel Üstüne”)

 

Bilgisizlikten kurtulmak isteyenin onu açığa vurması gerekir. İris, Thaumantis’in (aydınlık şaşkınlığın) kızıdır. Şaşma bütün filozofinin temeli, soruşturma gelişmesi, bilgisizlik son aşamasıdır. Bilgisizliğin öylesi vardır ki yücelik ve cömertlikten yana bilimden aşağı kalmaz; o bilgisizliği kavramak için de bilimi kavramak için gerektiği kadar bilim ister. 

(Kitap III, Bölüm II, “Bilmediğini Söyleyebilme”)

 

İki alışveriş, (dostluk ve aşk) rastlantılara ve başkalarına bağlıdır; biri aramakla bulunmaz kolay kolay, öteki yaşla solar gider. Onun için hayatımı doldurup doyuramazdı onlar. Üçüncü alışveriş, kitaplarla kurduğumuz ilişkidir ki daha sağlam ve daha çok bizimdir. Ötekilerin başka üstünlükleri vardır, ama bu üçüncüsü daha sürekli ve daha kolayca ya­rarlıdır. Ömür boyu yanı başımda, her yerde elimin altında­dır. Kitaplar yaşlılığımda ve yalnızlığımda avuturlar beni. Sı­kıntılı bir avareliğin baskısından kurtarır, hoşlanmadığım ki­şilerin havasından dilediğim zaman ayırıverirler beni. Fazla ağır basmadıkları, gücümü aşmadıkları zaman acılarımı tör­pülerler. Rahatımı kaçıran bir saplantıyı başımdan atmak için kitaplara başvurmaktan iyisi yoktur; hemen beni kendi­lerine çeker, içimdekinden uzaklaştırırlar. Öyleyken, onları yalnız daha gerçek, daha canlı, daha doğal rahatlıklar bulamadığım zaman aramama hiç de kızmaz, her zaman aynı yüzle karşılarlar beni.

(Kitap III, Bölüm III, “Kitaplar”)

 

Cinsel eylem insanlara ne kötülük etti ki kimse utanmadan söz edemiyor ondan, ciddi ve edepli konuşmalarda yer verilmiyor ona? Hiç sıkılmadan öldürmek, çalmak, aldatmak diyebiliyoruz da ona geldi mi kısıveriyoruz sesimizi. Neden acaba? Yoksa onun sözünü ağzımızda ne kadar az harcarsak, düşüncesini kafamızda o kadar büyütmeye hak mı kazanıyoruz? Çünkü bilirsiniz, en az kullanılan, en az yazılan, en saklı tutulan sözler en iyi bellenen, en çok insanca bilinen sözlerdir.

(Kitap III, Bölüm V, “Cinsel Eylem Üstüne”)

 

Bizi yöneten, dünyayı ellerinde tutan kimselerin bizim kadar akıllı olması, bizim yapabileceğimiz kadarını yapması yetmez. Bizden çok üstün değillerse bizden çok aşağı sayılırlar. Çok şeyler vadettikleri için çok şeyler yapmak zorundadırlar. 

(Kitap III, Bölüm VII, “Baştakiler ve Biz”)

 

En kişisel, en değerli tarafını, ruhunun asıl gücünü ve güzelliğini anlayabilmek için, kendinden olanla olmayanı ayırt etmek, kendinden olmayan şeyleri de nasıl seçtiğine, düzenlediğine, nasıl bir şekil ve dil kullandığına bakmak gerek.

(Kitap III, Bölüm VIII, “Kitapların Değeri”)

 

Azgın tartışmalar da keşke, diğer söz suçları gibi ceza görselerdi. Hep öfkenin alıp götürdüğü bu düşünce çarpışmalarında insanın etmediği kötülük kalmaz. İlkin düşüncelere çatarız, sonra da insanlara. Tartışmada esas, karşımızdakinin düşüncesini çürütmek olduğu, herkes çürütüp çürütüldüğü için, tartışmanın sonunda olan şey gerçekten büsbütün uzaklaşmaktadır. Onun için Platon, Devlet'inde akılca ve ruhça zayıf olanlara tartışmayı yasak etmiştir. Doğru dürüst adım atıp yürümesini bilmeyen bir insanla gerçeği aramaya çıkmanın anlamı var mı? Aradığımız şeyi bırakıp onu nasıl bir yoldan arayacağımızı düşünürsek ondan hiç de uzaklaşmış olmayız. Ama yol derken softaların ve allamelerin yollarını değil, sağduyumuzla bulduğumuz doğal yolları kastediyorum.

(Kitap III, Bölüm VIII, “Tartışmalar”)

 

Kendimi kaptırmamaya çalıştığım çocukça, yakışıksız bir duyumuz vardır. Dertlerimizle dostlarımızı acındırmak, kendimize vah vah dedirtmek. Başımıza gelenleri büyütür, şişirir, karşımızdakini ağlatmak isteriz, neredeyse. Başkalarını kendi dertleri karşısında soğukkanlı gördük mü överiz, ama soğukkanlılığı bizim dertlerimize karşı gösterdiler mi darılırız, kızarız. Dertlerimizi anlamaları yetmez, yanıp yakınmalarını isteriz. Oysaki insan sevincini büyülterek anlatmalı, üzüntülerini kısaltarak. Kendini yok yere acındıran gerçekten dertli olunca acınmamayı hak eder. Durmadan vahlanan kimse vahlanılmaz olur. Kendini canlı iken ölü göstereni, ölü iken canlı görebilir herkes.

(Kitap III, Bölüm IX, “Kendine Acındırmak”)

 

Başkaları için yaşamayan kendi için de yaşayamaz:

Kendine dost olan
Bilin ki herkese dosttur.
-Seneca

Ama baş görevimiz kendimizi gereğince yönetmektir onun için dünyadayız. Kendisi iyi yaşamasını unutan ve başkalarını iyi yaşamaya zorlamak, alıştırmakla ödevini yaptığını sanan bir budaladır onun gibi, başkasına hizmet için kendi dürüst ve sevinçli yaşamasını bırakan da kötü, olumsuz bir yola girmiş olur bence.

(Kitap III, Bölüm X, “Dizginsiz Tutkular”)


Düşüncelerini kafa tutarak, buyruklar vererek ortaya koyanlar akıldan yana güçsüz olduklarını belli ediyorlar.

(Kitap III, Bölüm XI, “Peşin ve Kesin Yargılara Karşı”)

 

Kanunlar doğru oldukları için değil, kanun oldukları için yürürlükte kalırlar. Kendilerini dinletmeleri akıl dışı bir güçten gelir, başka bir şeyden değil. Mistik olmak işlerine gelir. Kanunları koyanlar da çok kez budala ya da eşitlik korkusuyla haksızlığa düşen kimselerdir. Nasıl olursa olsunlar, insandırlar nihayet, her yaptıkları şey ister istemez sudan ve değişkendir. Kanunlardan daha çok, daha ağır, daha geniş haksızlıklara yol açan ne vardır?

(Kitap III, Bölüm XIII, “Kanunlar Üstüne”)

 

Ne yaparsınız bu adamlara: Yazılı olmayan lafı dinlemezler, kitaba geçmedikçe sözlere inanmazlar, gerçeğe sakallı olmadıkça kulak vermezler. Budalalıklar yazı kalıbına döküldü mü bir ciddilik kazanıyor. “Bir yerde duydum” derseniz olmaz. “Bir yerde okudum” diyeceksiniz.

(Kitap III, Bölüm XIII, “Kitap ve Hayat”)

 

İnsan beden hazlarını gereğince tatmayı biliyorsa Tanrılara yaraşır bir olgunluğa varmış demektir. Kendi şartlarımızda başkalarını aramamız onlardan faydalanmayı bilmediğimiz içindir; kendimizden kaçmamız, kendimizde olup biteni bilmediğimizdendir... İstediğimiz kadar yüksek sırıklar üstüne çıkalım, yine kendi bacaklarımızla yürüyeceğiz; dünyanın en yüksek tahtına da çıksak, yine kendi kıçımızla oturacağız.

(Kitap III, Bölüm XIII, “Yaşamak Sanatı”)









*Alıntıların tamamı; Michel de Montaigne'in "Denemeler" eserinin, Sabahattin Eyüboğlu çevirisi ve derlemesi olan Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları (37. baskı, Ekim 2019, İstanbul) basımındandır.



Hazırlayan: Onurhan Yorulmaz