Alice Walker'ın ünlü romanından uyarlama olan 1985 yapımı bir drama filmdir. Kitapla aynı ismi taşıyan Mor Yıllar filminin yönetmeni Amerikalı yapımcı ve senarist Steven Allan Spielberg'tir.


Filmin başında Celie ve Nettie adlı iki kardeşin mor çiçekler içinde dertsiz tasasız dans ettiğini, şarkılar söylediğini görüyoruz. Şarkıları film boyunca devam eden, yemin niteliği taşıyan içten sözlerle doludur.

Bu neşeli an çok ani bir şekilde kesilir, renkler soğur ve ufukta babaları görünür. Babalarıyla birlikte kardeşlerden büyük olanın, yani Celie'nin kocaman karnını görürüz.


Celie henüz 14 yaşında iken babası tarafından tecavüze uğruyor ve babasından iki çocuğu oluyor. Dua ederken tanrıya, iyi bir kız olmasına rağmen neden bunların başına geldiğini soruyor, bu istismarı anlamalandırmaya çalışıyor. Doğum yaparken dahi Celie'nin çektiği acıları zerre umursamayan baba, kız kardeşine "Daha bitmedi mi?" şeklinde baskı yaparak bu umursamazlığı iyice belli ediyor.


Celie annelik duygusunu sadece 9 ay boyunca deneyimleyebilmiş ve bu zorunlu dokuz ayın sonunda iki bebeği de, bedeninden ayrıldıkları an, ondan da koparılmıştır. Üstelik bu korkunç muameleyi ona yaşatan "babasıdır". Çocukların ikisi de çocukları olmayan bir aileye verilmiş, büyük ihtimalle satılmıştır.


Babası anneleri öldükten sonra başka bir kadınla evlenmiştir. Düğün töreninde Albert Johnson isimli bir adamın Celie'ni kız kardeşi Nettie'ye baktığını görürüz. Albert'ın eşi de yeni ölmüştür ve çocuklarına bakıp ev işlerini yapması için bir kadına ihtiyacı vardır. Kadın onun için sadece bir işçi ve cinsel ihtiyaçlarını karşılayacağı bir maldır. Nettie ile evlenmek ister ve bir sonraki sahnede onu evlerinin önünde babası ile konuşurken Celie ve Nettie ile pencerenin ardından izleriz. Babası Nettie'nin henüz küçük olduğunu ve işine yaramayacağını söyler. Bunu da Nettie'yi kendine saklamak için yaptığı açıktır. Celie'nin bakire olmadığını, iki çocuk doğurduğunu, çirkin olmasına rağmen ev işlerinde işine yarayacağını, onunla evlenebileceğini söyler. İnsanlıktan olabildiğince uzak bir sahne daha görürüz. Celie'yi bir ürün tanıtırmış gibi adamın karşısına çıkarır, ona asla fikrini sormaz ve kendi istismarlarından sonra kızını tekrar başka bir adam tarafından istismara uğraması için gönderir.


Celie'nin karanlık hayatı en büyük destekçisi kız kardeşinden uzak Albert'ın evinde, onun çocuğu tarafından taşlanarak başlar. Başındaki kanlı sargı bezi ile bir istismar sahnesi daha görürüz. Söylem ve eylemleri ile Albert, sonraki sahnelerde Celie'ye şiddet uygular.


Bu karanlık günlerin biraz olsun aydınlandığı günler kardeşi Nettie'nin babasının istimarlarından kaçıp gelmesi ile başlar. Nettie bu süreçte ablasına destek oluyor, okuma yazma öğretiyor ve bir umut veriyor doğal olarak Celie'ye. Ama bu uzun sürmüyor ve Albert Nettie'ye tecavüz etmeye çalışıyor. Başarısız oluyor ve Nettie'yi döverek evden atıyor...


Nettie'nin yolladığı mektupları almasına izin vermeyen Albert, Celie'nin iletişim özgürlüğünü de elinden alıyor. Devamında ise güçlü bir kadın olan Sofia dahil oluyor filme. Albert'ın oğlu olan Harper ile evleniyor. Sofia'nın baskın karakterinden yakınan Harpo'ya babası karısını dövmesini öneriyor. Bunu Celie'ye de soruyor ve o da aynı şeyi söylüyor. Bunu söylerken kendi ağzından çıkan sözcüklerin korkunçluğunun o da farkında aslında. Burada Celie'nin, toplumun artık gelenek adı altında kabul edip boyun eğdiği kuralları benimsemiş olduğunu görüyoruz. Sofia'nın boyun eğmemesi karşısında ise Celie bu kabullenmenin "toplumun kurallarının" ve toplumdaki yerinin değiştirilebilir olduğunu anlamaya başlıyor. Ona doğduğundan beri dayatılan, içselleştirdiği bu muamelenin yanlış olduğunu anlıyor.


Devamında ise hiyerarşik olarak hem Albert hem de Celie'den üst düzey bir konumda olan Shug adında yeni bir güçlü kadın karakter dahil oluyor filme. Erkekler üstünde Sofia'nın azim ve kararlılığıyla gücünü ortaya koymasının aksine Shug güzelliğiyle bunu yapıyor. Ve Celie'nin tam tersi bedenine kimse sahip olmamış, kendi bedeninin efendisi yalnız kendisi olmuştur. Ama aslında bu tam olarak böyle değildir. Shug erkek egemen toplumun kadından isteneni bir nevi vererek, kadınlığını erkeğe karşı korunmak için -onun gücünü kullanabilmek için- yaşar. Kendisi için değil.


"Shug", Celie için "Kadın olarak tekrar doğmaktır". Shug bunu normalde çocuğunu doğurduğunda ya da evlendiğinde yaşaması gerekirken yine bir kadınla yaşamıştır. Yalnız kaldıkları bir vakit Shug, Celie'ye kıyafetlerinden giydirip makyaj yapar ve ayna karşısına çıkarır. Kendini ilk defa kadın kimliği ile gören Celie sanki yaşadığı tüm kötü günleri unutmuşsasına gülümser, kahkalar atar. Shug aslında gerçek olmadığını bildiği, Celie'nin gücünü fark etmesini ve kullanmasını istediği için ona içinde "siyahsın, fakirsin, çirkinsin, kadınsın" geçen, toplumun ve erkeklerin o dönemki -hatta şimdiki...- "gerçeklerini" yüzüne vuran bir şarkı söyler ve bu sözleri sonradan yine duyarız.


Siyahilerin toplumda aşağı sınıf olarak görülmesi sadece burada gösterilmiyor filmde. Başkanın karısının (Başkan ve karısı beyaz) Sofia'nın çocuklarını öptükten sonra ona "hizmetçim ol" demesi, Sofia'nın sert tepkisi üzerine başkanın kadına vurması ve tabi ki Sofia'nın altta kalmaması ile de bu ırkçılığı görüyoruz. Sahnenin devamında bir düzine beyaz adamın çemberinde kalan siyah bir "kadın"ın aşağılanması, dövülmesi bize bu ırkçılık ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığını çok güzel anlatıyor. Sofie suçsuz olmasına rağmen hapse atılıyor ve çıktığında başkanın karısına hizmetçi olarak veriliyor. Çocuklarını 8 yıl göremiyor. Başka bir korkunç hapishaneye tekrar giriyor yani...


Shug karakterinin Celie üzerindeki güzel etkileri, evlenip kocası ile tekrar Celie ve Albert'ın yanına geldiğinde Nettie'den gelen mektupları bulması ile devam ediyor. Yıllarca kardeşinden haber alamayan Celie kardeşinin yaşadığını ve babasının (sonradan babasının üvey olduğunu da öğreniyor) evlatlık olarak verdiği Celie'nın çocuklarına bakıcılık yaptığını öğreniyor. Film boyunca Celie'nin zorunlu eksiklerini kapatan kadınlardan biri tekrar kız kardeşi oluyor ve büyütemediği çocuklarını büyütüyor.


Shug'un yardımı ve desteği ile özgürlüğüne kavuşmak için ilk adımı atar. Ve evden "Fakirim, çirkinim, siyahım ama tanrıya şükür buradayım!" diye haykırarak ayrılır. Kendi ayaklarının üstünde duran güçlü bir kadın olur. Çocukları ile tanışır ve filmin sonunda tekrar mor çiçekler ile dolu bir alanda Celie ve kardeşi kahkahalar içindedir.

Filmde anlatılan ten rengi ve cinsiyet ile aşağılanma, küçük ve değersiz görülme, insan yerine konmama, işlenilen dönem üzerinden 120 yıl kadar geçmiş olan Amerika toplumunun hiyerarşik ayrımlar ile işleyen toplum yapısı, ırkçılığı, kapitalist ve cinsiyetçi yanını gösterse de bunlar halen devam ediyor. Kadının toplumdaki rollerini küçük gören zihniyet bir yerlerde sürekli var olmaya devam ediyor; renklerine göre insanları aşağı sınıf görmek gibi, soğuk pis bir bodrum katında yaşayan zararlı bir fare gibi. Aynı zamanda tüm bu baskıya rağmen toplumun yargılarından sıyrılıp yeniden doğan ve örgütlenme ile güçlenen, motive olan, kendine güvenle dolan kadının gücünü de görüyoruz filmde. Bu güç olduğu sürece de sanıyorum ki o fareyi yok etmemiz gayet mümkün...