Bundan üç sene önce, şehrimde bi sahaf... Pek gizli sayılmasa da öyle olduğunu düşünmekten ayrı tat aldığım bi bölümde ders arası gezintisi yapıyorum. Batık geminin hazine sandığını bulma macerası misali. Raflardaki diğer dostlarına nispeten daha genç olan bu kitabın nasıl alt kata indiğini merak etmem ve kendi rafımda misafir etmeye karar vermem bir oluyor. O gün başlıyorum kitaba ve zaten o zamana dek geleneksel aşk şiirlerinden başka hiçbir şey okumamış olan ben, şiyirin tanımını kafamda böylesine değiştiren şayire hayran kalıyorum. Neden şiyir, neden şayir? Çünkü bence bu dürüstlüktür, çünkü onun deyişiyle "Bu ülkede Attila İlhan şiir yazmıştır, Nazım Hikmet şiir yazmıştır, Turgut Uyar, Edip Cansever, Orhan Veli şiir yazmıştır. Bu isimlerin yanında şiir yazıyorum demekten utanır." Üstelik benim de yazıp yazıp saklanmamın sebebidir bu söyledikleri. Birtakım pozitif tesadüfler silsilesinin ardından kitabın her sayfasını çevirişimde suratımın ortasına tokadı yiyorum. Kim bilir hangi hain sevgililere, sevgisizlere yazılmış onlarca şiir... Sevgi ve sevgisizlik, savaş ve barış, tanrılar ve sevişmeler, sayfalar çevrildikçe aklımda yeni konumlara koşuyorken düşünüyorum, bu kelimeleri nasıl böylesine büyülü bi sıraya koyabilir ki şayir?