Soğuk bir ilkbahar gününün sonundayım. Birazdan sanırım yine soğuk bir ilkbahar günü başlayacak. Yakacak kazma ve kürek kalmadı. Neyse ki bu ayın son günlerini yaşadığımız için biraz daha sabır etsek bitecek diye umut ediyorum. Ne kazmam ne de küreğim yok benim de. Bir tane mum aldım sadece. Saat, 00.00 olduğunda yakacağım. Neyse bir dakikadan az kalmış, geliyorum.

Niye doğdum ki, ben? Niye doğdum ki ben? Niye doğdum? Niye doğdum? İyi ki doğdum ben. Umarım günün sonunda “İyi ki…” diyebilirim. Yine gaza gelip en başta söyledim. Kesin kötü geçecek. Şimdiye kadar iyi geçmiş miydi?

Karanlığın ve sessizliğin içine hapsoldum. Mum hâlâ yanıyor. Dilimi yutmuş gibi konuşamıyorum. Konuşmayı da çok istediğim söylenemez. Gözlerimin önünde gözyaşlarım bekliyor. Çıkmayın diye yalvarıyorum. Çıkarlarsa tutamam hiçbirini ve durduramam da. Mum bile sönebilir. Freni patlamış kamyon var ya işte tam da onun gibi olurlar. Kafamı duvara vurup bayılana kadar geçmez. Kafamı duvara da vurmak istiyorum aslında. Kafamın içindeki yangını söndürmeye çalışanlar sanki beynimi kürekle sıyırıyorlar. Bir acı var ki yana yana küle çeviriyor başımı. Saçlarım darmadağın ve ıslak da değiller. Sinüzit ağrısını bilirim, bu olamaz.


İtfaiye ekiplerinden kimisi de kalbime inmiş. Kazmayı vuruyorlar. Vücudumda kuruyan başka yer yokmuş gibi kalbimi buldular. Her vuruşlarını hissediyorum. Sonucunu da biliyorum maalesef.

Yine çıkaracaklar onu oradan. Ben onu oraya gömmek için çok uğraştım. Yirmi beşinci yılımı görmeden yaşlandırdım kendimi, onu gömmek için. Ağrıların arasından çıkarsa yine ağrılarla gezecek orada. Yaralarımın üzerine basacak. Hele de ağlarsa ne yaparım, bilmiyorum. Gözyaşları yarama basılan tuz gibi damlarsa yanar orası da. Kafamdaki yangını söndürmeden bir yangın daha çıkarsa nasıl baş ederiz bununla?


Gözlerim karanlıkta yanmaya başladı. İtfaiye ekiplerinin buradan haberi yok. Mum ışığı gözümü alıyor. Bir yandan da bu ucuz aydınlıkta açtığım fotoğraf, gözlerimi aldı. Ucuz dediğime bakmayın muma bile zam gelmiş. Ben zam yapıyor olsam muma zam yapmak aklıma gelmez. Mum normalde de aklıma gelmez. Yirmi beş yıl olmuş ilk defa mum aldım. Zam geldiğini de fark etmezdim ama ben alırken etikette yazan fiyatın iki katını kasada ödeyince “Yeni zam geldi de etiketleri güncelliyoruz.” denildiğinde anladım. Kör bile olmuş olabilirim. Kasada yazan fiyattan dolayı değil, sadece fotoğrafı ve yanındaki yazıyı gördüğüm için öyle söylüyorum. Gözümde canlanıyor olabilir. Sonradan kör olanlar acaba hayal güçleriyle bir şeyler görebiliyor mu? Bunu daha sonra araştıracağım çünkü şimdi gözlerim fotoğrafından başka bir şey görmek istemiyor.


Fotoğrafın hemen yanında da yazıyorum bir şeyler. Ellerim titriyor. Çok sigara içmekten titriyor olabilir. Ellerim her zaman soğuk olur ve yirmi beşinci yaşımın hemen evvelinde de titriyordu. Şimdi de titriyor. Erken yaşlandım. Yaşlanmayı istediğimden değil de ben, kendi kendimi yaşlandırdım. İnsan yalnız kaldıkça daha çok düşünür ve ne kadar çok düşünürse o kadar da çok kafaya takar. Ben de yalnızlığa öyle bir alıştım ki diğer türlüsünü beceremiyorum. Yalnız kaldıkça da düşündüm, düşündükçe çürüdüm. Yalnızlığa hapsolan insan, elektriği kesilmiş buzdolabındaki muz gibidir. Zamanla dışı çürüyor. Siyahlaşıyor. İçinde hâlâ umut olan muzların içi de beyaz olur ama umudun bile bir zamanı varmış. Muzun içi de siyahlaşıyor. Ben de yirmi beş yaşıma kadar o dışı kararmış ama içi beyaz olan muz gibiydim. Her doğum günümde gelecek diye umut ettim. Dolabın fişini takan olmadı. O çoktan terk etti evimizi. Birkaç yıl oluyor yani birkaç yıldır doğum günlerimde bekliyorum. Öncesinde zirve doğum günümü yaşamıştım. Sonrasında da hiç olmadı. Ben de kutlamak istemedim. Böylece zamanla içimde siyahlaştı ve vıcık vıcık oldu. Dokunamazsınız çünkü hemen dağılırım.


Aslında çoktan dağıldım. Yine geçtiğimiz yaşlarımdan bir tanesine girmiştim. Önceden dolabın fişi de takılı olduğu için dokunduğunda sorun olmuyordu. Sonrasında fişi çekip evi terk etmişti. Doğum günümde çok istemiştim dokunmasını. O ise dokunmak yerine buzdolabından da çıkarıp pencerenin önüne koydu ve yine terk etti evi. Pencereden izledim giderken dönüp arkasına bakmamıştı. Mermere yapıştım ve kurumaya başladım. Hapsoldum bu evin içerisine. Belki de çoktan çürüdüm diye öyle yapmıştı. Bilmiyorum, belki de eve ilk geldiğinde zaten çürüktüm. Onun için buzdolabına koymuş en azından daha fazla bozulmasın istemişti.


Ben bir muz muyum diye sorgularken zaman da akıp geçti. Mum bile yarıya gelmiş. Ben neresindeyim acaba hayatın? Gelen de olmadı. Ne telefon ne de kapı çalmadı. Umudum kalmadı dedim ama umut, bir damla gözyaşı kadar da olsa çok güçlü. Evet, dayanamadım. Gözyaşlarım birer birer süzülmeye başladı. Sıralarını bozmadan birbirlerine saygısızlık etmeden aklar düşmüş sakalımın arasından süzülüyorlar. Evet, yirmi beş yaşıma girdim ama aklar var saçımda ve sakalımda. Çeyrek asır yaşadım diyebilirim bundan sonra. Dile kolay falan da değil. Konuşmak istemiyorum dedim ya bu yüzden o dil dönerken sanki tezgâhın üzerindeki bezi sıkıyor annem. Suyu kalmadı hatta öyle bir boğdu ki bez, kurudu yeter diye bağırıyor ama annem sıkmaya devam ediyor. O bez gibi acıyla dönüyor dilim. Belki de dilimin acısını kâğıda döken ellerim de bu acıyla titriyor.


 Ne yaşadığımı bilmiyorum. Tamam, ortada bir yirmi beş yıl var ama şu an neyi yaşıyorum bilmiyorum. Yarın olduğunda geçecek biliyorum. Geçmiş gibi yapacağım. Sonra 364 gün dile kolay işte şimdi. Çok da bir zaman değil zaten. Aynı şeylere üzülsem de bu kadar yoğun olmayacak.


Dünyaya geldiğimden beri diyeceğim bir şeyim yok. Dünyayı tanıdığımdan beri desem de olmaz. Dünyanın her gün başka bir yüzünü görüyorum. Doğum günü kutlamasını sevmem. Senede bir kıymetin oluyor da ben bir kez kıymetimi zirvede yaşadım. Zirveyi başka bir yaş doldursun istemiyorum. Hâlâ o zirve gününden kalan şeylerle kutluyorum. Mum yarısını da geçmiş ilerliyor. Ben hâlâ kitabın arasındaki fotoğrafa bakarken yazmaya çalışıyorum. Doğum günümde kendime bir öykü armağan etmek istiyorum. En güzel doğum günü hediyemin yerini tutar mı, bilmiyorum.


Mum sonlarına yaklaştı ve titremeye başladı. Ben de mum gibi titriyorum. Soğuğu biraz olsun yenebilmek için yorganı üzerime aldım. Düşünüyorum. Karşımdaki pozun aynısını bugün yeniden verebilirdik ve çok da güzel kutlardık. Onun için iyi ki doğmuş olmam bir başka olurdu. Sesini bile yıllardır duyamadım. Sesinden iyi ki doğduğumu duymak, yeniden doğmama sebep olurdu.


Mum bitmek üzere ve gece de bitmeye yaklaştı. İstediklerim çok olsa da her istediğimin olmadığını anlayacak yaşa geldim sanırım. Umudun bittiği sanılsa da eğer yaşıyorsan ufak da olsa bir yerlerde seni sırtına aldığını anlıyorum yeni yaşımla. Yirmi beş olduktan sonra insan çok da üzülmüyormuş, onu anladım. Üzülmeye fırsatı olsa üzülecek de sorumlulukları arttıkça vakit kalmıyor üzülmeye. Yirmi beş yaşımın başında kambur kalabilirim. Kambur kalmayı göze alarak yeni birçok sorumluluk daha yükleneceğim sırtıma. Mum sönmek üzere olduğu için cümlelerimi de sonlandırayım. Peşimden gelen yıllar için kocaman bir çukur açtım. Mum da sönerse görmezler ve orada kalırlar. Üzerini kapatmayacağım çünkü bu yaşımı da onların yanına bırakacağım. Zor bir yaş olacak gibi hissettiriyor bana. Sabah da erken kalkmam lazım. Nice mutlu yıllar yaşamam dileğiyle doğum günüm kut…

28 Mart...