I. Unutmadık


Yaralı bayramlar geçti

Mevsimler, bütün anlamlarıyla

Yüreğin koyu yerinde birikenler

Kendi takvimleriyle gelip geçtiler

Gelip geçti şehirler ve ölüler

Unutmadık

Topraktan çoban yıldızına değin

Her yer

Her şey

Mümkündü

Nazım kadar coşkulu

Argon kadar asık

Lorca kadar yaralıydık

Unutmadık

Orada bir coğrafya yağmalanıyor

Orada gazetelerin ofset baskısı

Orada yeniden yazıyorlar 835 satır

Ve umudunu kaybetmeyen şehirler

Gökyüzünün karanlık kefeniyle örttük

Yıldızların delik deşik ettiği ölüleriz

Adsız ölüleriz

Adları bir coğrafya ile yan yana yazılan

Gövdelerinizi unutmadık, unutmadık hiçbirinizi

Savaşlar ve pazarlar cağıydı

Ayni silahlardı kullandığımız

Ayni çarşılar ayni kandı

Sevgiye ve kursuna açılmayan yüreklerden geçtik

Pusu yataklarından, dağılmış bahçelerden

Viran tarihten

Uykuları çevik, namlularını oğulları gibi seven

Çocuklar gibi kusup

Kırda gelincikler gibi gülümseyen

Müsademe çocuklarını gördük

Geçip gidiyorlardı

Tarihin en uzun gecesinden

Pazarlarda ayni kan

Aynı paranın değiş tokuşunda

Karanlık çarşılar

Aynı kanlı tarih her defasında

Bir biz kaldık bu kadar içindeyken hayatın

Ölüme yakın duran

Bir de on binlerin korosunda haykıran

İntifada intifada

İki güzelliğimiz vardı bizim

Ufkumuzdan inen

Ve bir daha geri dönmeyen iki güzelliğimiz

Birini kurşunlar, ötekini ofset baskılı resimler aldı

Otuz üç kurşun sıkıldı her birimize

Kutuplar kadar uzak, baba ocağı kadar yakın

Doğunun gündüz ve gecelerinde

Otuz üç yıldız

Hala ışığını gönderiyor bize

Birkaç çakmaktaşı cebimde gezdirdiğim

Birkaç karanfil

Yol için ipek, uyku için maya

Kalbiniz için

Kara bir yemin gibi çırılçıplak

Kelimeler getirdim

Kaybolmuş yüzyılların vatanında

Ölümün erken takibe aldığı çocuklar

Dağlarda değilim sizinle birlik

Yalnızca mataranıza su vermeye geldim

Nazım kadar coşkulu

Argon kadar asık

Lorca kadar yaralı

Serap ile hakikat arası

Cağın aşamadığı uçurumlarda

Gider gelirim gider gelirim

Efsanelerin çeşitlendiği yol ağızlarındaki büyük kamaşma

Anda gizlenen zaman

Ateşin alesta dili

Bitkiler, otlar, kökler

Dağlanmış dil, narin rengi

On binlerin dönüştüğü uğuldarken

Doğunun yeni defteri

Topraktan çoban yıldızına değin

Her yer her şey karanlık bir pusuda

Yazının, tekerleğin, tarihin

İlk çocuklarından

Ey büyük Mezopotamya

İki bin yıllık gece

Dön geri bak

Kardeşlerim ölüyor kalbimin doğusunda.



II. Bis


Maske ölmek isteğidir sevgilim

takma yüzlerle yaşamak kendi tarihimizi

büyük kopmalar gerekiyor büyük hayatlar için

Kötülük her çağda din değiştiriyor

unutmanın borçları ödeniyor

ruhun imkanları adına

Kundakçı laser yakıyor jeneriği

Şairler gibi sözcüklere tapıyoruz bu dilsiz dünyada

anlam ve kelimelerin içinde bulunduğu koma

prova ediyor başka yüzyılların aynalarında

her kip kullanım hattında buruşuyor

aşk yoksa ölüm de yok

boşlukta kenetlenen ilk buluşma

çekimine girdiğimiz

tarihin parçalayamadığı çekirdek

Hiçbir oyun sonuna kadar masum kalmaz

bunca reel yaşanırken cinnetin enkazı

Metropoller hem İhtilal hem Devlet

el değmeden ayıklanmış ruhun bütün kanalları yayına hazır

oysa dehşet yatıyor derinliklerimizde

dans bittiğinde birimiz ölecek

Gümüş Kurşun hangisine sıkılmalı?

geniş tut bu dansın adımlarını

içimdeki demir kelebek

başkalarının gözlerini kamaştıran

savaş boyalarıdır imgenin dolaşımında

bulmaca kayıtlarına Siyah Kare

hikayeler kendi yasalarının içinden geçtikçe

kramp içindesiniz

yaygın vahşet günlük ölüm over dose



III. Armalar


Bazı sözler karanlıkta söylenir

bazı sözler hiçbir zaman

karşı karşıya kaldığımız armalardır

yüzümüzü parça parça aydınlatırken

uzaktaki ateş

yalnızca onlardır konuşan ve hatırlayan

simgelerde çökelir mağmalaşır tarih

armalanmış rüya ölü dil

bazı anlar için çözer kendini

sökülür taşınır çerçeve başka deneyimlere

yüzümüze değen alev

kadar içimizdeki çakım

belirler bizi ve kendi karanlığına döner

simgelerin dilsizliğinde

karşı karşıya dururken biz

armalardır her şeyi kararlaştıran

bazı sözler karanlıkta söylenir

bazı sözler hiçbir zaman



IV. Kan, Tuz, Ölü


Kanını değiştirir suyla

Birkaç dönemeç önceki ölü

Tuzunu yıkar deniz

Suyunu değiştirirken ırmağı

Denize tılsım dağlıyor

Kurşun yayılıyor tenine

Ağır

Ağır

Kurşun

Birkaç ölü her dönemeçte

Bir ırmak kaç büklüm dönerse

Doğuya edilen yemin

Kan, tuz, ölü hakkı

Kollarına çoğalan ırmaklar

Geleceğini tasarlayan coğrafya

Tarih ve yemin kuşatırken toprağı