Sinemde bir rüzgâr sızısı, sesimde kış habercisi bir ürkeklik ve gözlerimde bulut kıskandıran sağanaklarla geldim sana. Kusuruna bakma gönlümün iklim çilesinin. Kaç demdir bahara hasretim ey gönlünde cemreler saklı nevbahar! Bahşet, lütfet, merhamet et de düşür yüreğime bir cemre umut ki açsın sevda dallarında aşk papatyaları. Her baktığın falda "seviyor" çıksın inadına. Unutma ki aşk bende, meşk sende saklı.

Puslu sokaklar arasında dolanıp duruyorum. Ne elimde bir adres var ne de aklımda bir mesken. Peki ya gönül yolum sana çıkar mı, akıl yolum bana bile tersken? Varır mıyım dizlerinin dibine? Öyle ya unutuvermişim bunların öte ihtimaller olduğunu. Evvela şudur soru: "Bekliyor musun beni?" Sahi, çalsam kapını; bir meczuptan çok, bir mahcup gibi... Eğilse başım öne; aşk alacaklı gibi değil de, can verecekli gibi... Öyle ya, bu bile ötesin öte bir ihtimal. Ben yüreğimi sana vermişken hangi yürekle çıkayım karşına? Demem o ki; bir uzak ihtimaller silsilesiyle boğuşuyorum, bundan dahi haberin yok. Bunca bihaber oluşuna aldırmayıp da adını duyunca bile biçare kalışlarımın sırtıma yüklediği aşağılanışları nasıl anlatayım? Küskünüm lügata sevgili! Küskünüm; ne sana seni anlatmaya ne de beni sana anlatmaya yetiyor. Öyle bir zamana denk geldik ki, her kıvılcıma aşk deniyor. Bense küllerinden doğup doğup yanan gönlümü sana arz edemiyorum. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı yerde oturup öylece bekliyorum. Gel kurtar beni bu izah zulmünden! Yandığım ateşi tarif edemiyorum...


BAHA KEMAL