Derin kaygıları olmamalı insanın, bazen bir hiç olmayı göze alabilmeli bazense bir yağlı boya tablodaki Napolyon olup hükmetmeli cihana. Fikirlerimiz yanlış olabilir ki herkes mutlak doğruyu bilemez ya da mutlak doğru yoktur belki de. Kırılmamış bir zincirimiz varsa bu ruhumuza külfettir, kurtulmalıyız bir an önce bundan. İşte o zaman yanlış da olsa fikirler, Napolyon kadar yanlış olsa bile, gün gelir doğru yolu bulabilirler. Tabii ki mutlak doğruyu değil, kendi doğrularımızı.


Etrafa iyilik saçmakla kötülüğü gizlemenin ne farkı vardır? Doğru ile yanlışın yanlıştan yana kullanılması değil mi? İstediklerimiz ne ki? Mutlak doğruya ulaşma çabası mı, yoksa her şey iyi gittiği sürece neyin doğru neyin yanlış olduğu çok önemli mi?


Derin kaygıları olmalı insanın. Üzerine titremeli insan hayatın, son derece önem vermeli aile kurmaya, düzgün bir işe girmeye ve sorumluluk sahibi olmaya. Gerektiğinde 3 çocuğa bakabilecek dirayete sahip olmak, gerektiğinde salatanın soğanını doğramak. Gerçek hayat bundan ibaret değil mi yoksa hayat gerçek dışı köşelerde hâlâ saf ve temiz olarak var mı? Yapmamız gereken şey savaşmak mı yoksa sevişmek mi? Savaşmayı seçmek deyince Napolyon olmak değil tabii. Napolyon genelde sevişmeyi seçerdi. Savaşmak derken bazen bir hiç olmayı seçmektir.


Kiraz ağaçlarının gölgesinde kalıp aklını yitirmek bir hiçlik midir? Yoksa sevişmeye hazırlanan bir ruhun dinlendiği mabedi mi? Karmaşanın içinde koşmak da bir hiçliktir oysa, herkes hiç olmayı inzivaya çekilmek sanırken.


Derin düşünceleri olmamalı insanın. Katı ve ketum yüzünün altında da aynı kalıp olmalı ve ölene kadar aynı standarda sahip olmalı, kırılmamalı, üzülse bile küfretmeli ama tam içten burkulmadan. Susmalı bazen de iyi hissedene kadar, Napolyon da kederlenmiştir ve kendini bir hiç gibi hissetmiştir belki veya bir kiraz ağacının altında kalabalık hissetmiş katlanamamıştır hiçliğine, kendine.