Sıcak bir kahvenin kış güneşiyle buluştuğu noktada kırılan bir buhar gibi, kendimin, içimi yiyip bitiren dertlerin aydınlığında kırılmasına seyirci kalacak biri olmaya başladığımı hissediyorum. Bir şeylere çabalamak artık zor geliyor ama aksi olacak ya çabalamayı bırakamıyorum. Bırakmayı isteyip istemediğimi bilmemekle birlikte nar tanelerine mezar olmuş ninnileri dudaklarım arasında perdeliyorum, selamım yüreğinde kendi olduğu için uykusuzluğa zincirlenen birinin kapısını çalıyor. Dünya katlanarak kıvrılıyor, her şey bölünüyor ve benim başladığım nokta ile özümün tükendiği nokta silikleşiyor. Cümlelerim savaş görmüş bir sokağın harabelerine benziyor, hani bir zamanlar bütün olmuş şehirlerin ve anıların ardından geriye kalan tek şey parçalanmış ruhlar olur ya, mazinin tercümesi bu mudur acaba? 


Kopukluğu ve tümlerle bütünleşmeyi düşünmeyi seviyorum, doğaçlama ilerlemeyi ve sadece önümde, erimiş bir gözyaşını andıran camdan kalelerle kendimi gizlemeyi. Pelerinleri ruhum kılmayı yahut yıldız kumaşlarında keman sesleri aramayı. Birbiriyle ilintisi olmamış duyguları bağlıyorum, bedenimi tamamen içinde bulunduğum toplumla ayırıp kendi dağınıklığım üzerinde çıplak ayaklarla koşuyorum. Uzaklarda bir yerde kuzgunlar ninni söylüyor ve en sevdiğin kişinin giydiği son hırkayı çalışma sandalyesinin arkasına asılmış buluyorsun. 


Yüreğin acısını görülmüyor diyor sol kulağının arkasında birisi. Yüreğin acısı görülmüyor. Benim ne hissettiğimi söylediğim her cümle bir hiç uğruna yakılmış kibritler gibi gerçeğin yüzümde ısırıklar bırakan soğuğunu yenemiyor ve sen de buna şahit oluyorsun. İç düşüncelerim ve senin duydukların bir yerde harmanlanıyor; kopukluğu ve tümlerle bütünleşen düşüncelerim dallanıyor. Bir çiçek tomurcuğu sana uzanıyor, biri ise bende uyuyor. Fakat ne yaparsak yapalım, günün sonunda savaş görmüş bir sokağın harabelerinde de olsak, en çıplak halimizle camdan kalelerin arkasına da saklansak yüreğin acısı görülmüyor.