Herkes Hz. Yusuf Kıssasını bilir.

İçinde barındırdığı o mesajı pek az kişi bilir

Lakin detayları?..

11 kardeşin Yusuf'u neden kuyuya attıklarını, Kurt'un adına düşen o kara lekeyi, Züleyha'nın imtihanını yalnızca kuyuya düşenler bilir. Tıpkı "Yusuf İle Züleyha" kitabının yazıcısı gibi...

Bir kardeşi kardeşe kırdıran şey nedir?

Oyun mu? Anlaşmazlık mı? Kıskançlık mı?

Belki.

Peki ya 11 kardeşi bir kardeşe kırdıran şey nedir?

İlgi ve sevgi.

Yusuf Yakup peygamber'in biriciğiydi, en sevdiğiydi. Diğer kardeşlerden öndeydi, ilgi evvelinde onaydı.

Günümüzde normal iki kardeşin olduğu bir evde diğerine biraz fazla ilgi gösterilirse diğeri kah belli ederek darılır kah belli etmeyerek.

Bu sürekli olursa bir noktadan sonra kinlenir, haset duyar. Normal bir evde böyleyken peygamber evinde kardeşler imtihan edilmeden olur mu hiç?

Giderek daha fazla kıskandı on bir kardeş Yusuf'u, haset duydular Yusuf'a, ardından nefret ettiler. O, on bir yıldız ile Güneş ve Ay'ın adı güzel Yusuf'a secde ettiği kutlu rüyayı öğrendikleri an tahammülleri kalmadı.

Biri dedi ki "Öldürelim" kardeşler hak verdi; içlerinden birinde vefa varmış da karşı çıktı:

"Kuyuya atalım" dedi. İkna oldular; zor da olsa izin aldılar babalarından Yufus'u alıp götürdüler bir dağ başına. Gömleğini yırtıp koyun kanına buladılar, ardından adı güzel Yusuf'u kuyuya attılar. Yetmez mi, bir de suçu masum kurta attılar.

On bir kardeş, tek ortak günah, tek ortak maksat: Yusuf'tan kurtulup babalarının sevgisini kazanmak.

Onları bu yola sürükleyen şey belki kötü değildi lakin neticede on bir kardeş Kabil'in günahına ortak olacaklardı. Kabil'de babasının ve de Tanrı'sının sevgisini kazanmak istiyordu ama ilk katil oldu. İlk kardeş katili oldu.

Şimdi gelelim kurtun feryadına.

KURT'UN ADINA DÜŞEN KARA LEKE

Yazıcı çok güzel bir dil ile anlatıyor bizlere adına kara bir leke düşmüş olan kurtun feryadını:

"𝙉𝙖𝙨ı𝙡 𝙝𝙚𝙧𝙠𝙚𝙨𝙚 𝙙𝙪𝙮𝙪𝙧𝙪𝙧 𝙨𝙚𝙨𝙞𝙢𝙞 𝙙𝙚 𝙙𝙚𝙧𝙞𝙢 '𝘽𝙪 𝙖𝙣𝙡𝙖𝙩𝙩ığı𝙣ı𝙯 𝙗𝙚𝙣 𝙙𝙚ğ𝙞𝙡𝙞𝙢. 𝘽𝙚𝙣 𝙗𝙪 𝙖𝙣𝙡𝙖𝙩𝙩ığı𝙣ı𝙯 𝙙𝙚ğ𝙞𝙡𝙞𝙢. 𝙔𝙪𝙨𝙪𝙛'𝙪 𝙗𝙚𝙣 𝙣𝙖𝙨ı𝙡 𝙮𝙚𝙧𝙞𝙢? ' 𝙨ö𝙯ü𝙣ü𝙣 𝙗𝙪 𝙠ı𝙨𝙢ı𝙣𝙖 𝙜𝙚𝙡𝙞𝙣𝙘𝙚 𝙠𝙪𝙧𝙩, 𝙣𝙚𝙢𝙡𝙞 𝙜ö𝙯𝙡𝙚𝙧𝙞𝙣𝙙𝙚𝙣 𝙗𝙤𝙣𝙘𝙪𝙠 𝙜𝙞𝙗𝙞 𝙮𝙖ş𝙡𝙖𝙧 𝙙ö𝙠ü𝙡𝙢𝙚𝙮𝙚 𝙗𝙖ş𝙡𝙖𝙙ı. 𝙂𝙧𝙞 𝙩ü𝙮𝙡𝙚𝙧𝙡𝙚 𝙠𝙖𝙥𝙡ı 𝙜öğ𝙨ü, ö𝙣 𝙖𝙮𝙖𝙠𝙡𝙖𝙧ı ı𝙨𝙡𝙖𝙣𝙙ı 𝙗𝙞𝙧 𝙖𝙝 ç𝙚𝙠𝙩𝙞 𝙙𝙚𝙧𝙞𝙣𝙙𝙚𝙣 𝙙𝙚𝙧𝙞𝙣𝙚. 𝙄𝙨𝙡𝙖𝙠 𝙗𝙪𝙧𝙣𝙪 𝙙𝙖𝙝𝙖 𝙙𝙖 ı𝙨𝙡𝙖𝙣𝙙ı. 𝙑𝙚 𝙙𝙚𝙫𝙖𝙢 𝙚𝙩𝙩𝙞: '𝘽𝙚𝙣 ş𝙞𝙢𝙙𝙞 𝙖𝙙ı𝙢ı 𝙣𝙖𝙨ı𝙡 𝙩𝙚𝙢𝙞𝙯𝙚 çı𝙠𝙖𝙧𝙖𝙮ı𝙢, 𝙖𝙡𝙣ı𝙢𝙖 𝙨ü𝙧ü𝙡𝙚𝙣 𝙗𝙪 𝙠𝙖𝙥𝙠𝙖𝙧𝙖 𝙡𝙚𝙠𝙚𝙮𝙞 𝙣𝙚𝙮𝙡𝙚 𝙣𝙖𝙨ı𝙡 𝙮ı𝙠a𝙮𝙖𝙮ı𝙢. Ö𝙮𝙡𝙚 𝙗𝙞𝙧 𝙡𝙚𝙠𝙚 𝙠𝙞, 𝙙𝙚ğ𝙞𝙡 𝙗𝙖𝙣𝙖 𝙮𝙚𝙩𝙚𝙧 𝙠ı𝙮𝙖𝙢𝙚𝙩𝙞𝙣 𝙠𝙤𝙥𝙖𝙘𝙖ğı 𝙜ü𝙣𝙚 𝙙𝙚ğ𝙞𝙣 𝙜𝙚𝙡𝙞𝙥 𝙜𝙚ç𝙚𝙘𝙚𝙠 𝙗ü𝙩ü𝙣 𝙩𝙤𝙧𝙪𝙣𝙡𝙖𝙧ı𝙢𝙖. 𝙏𝙚𝙠 𝙢𝙪𝙧𝙖𝙙ı𝙢 𝙗ü𝙩ü𝙣 𝙮𝙖𝙧𝙖𝙩ı𝙡𝙢ış𝙡𝙖𝙧ı𝙣 𝙨𝙖𝙝𝙞𝙗𝙞 𝙤𝙡𝙖𝙣 𝙏𝙖𝙣𝙧ı𝙢. 𝘽𝙪 𝙖𝙮ı𝙥𝙡𝙖 𝙮𝙖ş𝙖𝙩𝙖𝙢𝙖𝙯𝙨ı𝙣 𝙗𝙚𝙣𝙞. 𝙔𝙖 𝙖𝙡𝙨ı𝙣 𝙮𝙚𝙣𝙞 𝙙𝙤ğ𝙢𝙪ş 𝙠𝙪𝙧𝙩 𝙮𝙖𝙫𝙧𝙪𝙡𝙖𝙧ı𝙮𝙡𝙖 𝙗𝙞𝙧𝙡𝙞𝙠𝙩𝙚 𝙘𝙖𝙣ı𝙢ı, 𝙠𝙪𝙧𝙩 𝙣𝙚𝙨𝙞𝙣𝙞𝙣 𝙙𝙖𝙡ı 𝙮𝙖𝙥𝙧𝙖ğı 𝙗𝙪𝙧𝙖𝙙𝙖 𝙠𝙚𝙨𝙞𝙡𝙨𝙞𝙣, 𝙮𝙖 𝙙𝙖 𝙖𝙙ı𝙢 𝙩𝙚𝙢𝙞𝙯𝙚 çı𝙠𝙨ı𝙣"

Duygulandınız mı? Bir "Ah!" çektiniz mi? Yüreğinizin ortası yandı mı? Ya vicdanınız? O sızladı mı? Yetmez! Kurtu anlamak acısına ortak olmak gerek. Bir kurt böyle bir yükü taşıyamıyor, adının, sanının, soyunun yer yüzünden ilelebet yok olmasını diliyor. Lakin biz insanlar böyle bir durumda bir rüzgar dalından düşmüş gibi, bir bakteri ölmüş gibi herhangi bir şey yapmıyor.

"Peygamberi öldürmek gibi büyük bir günah yüklendi çünkü boynuna kurtun. Yoksa böyle bir feryat yakmazdı." diyecekleredir sözüm:

Biz insanoğlu kaç peygamber öldürdük sayabilen var mı? Peygamber olmasa da doğruya, hakikate, güzel ahlaka çağıran kaç insanı katlettik? Dünya'yı kaç kez kana boğduk? Sayamayacak kadar çok. Ve hiçbirinde ders almadık; her seferinde daha büyük bir zalim olarak saldırdık. İşte tam burada kurttan ders almalıyız. Bir düşünün hangi hayvan sırf zevk uğruna milyonları katletmiş? Kaç hayvan bebekleri öldürmüş? Kaç hayvan üstünlüğünü kanıtlamak için yakıp yıkmış? Yalnızca insan.

Şimdi de adı iftiraya karıştı diye soyuyla beraber yok olmayı dileyen kurtu düşünün. Hangi taraf daha insan?

KUYUDAKİ YUSUF

Herkesin vardır böyle bir hali. En sevdikleriniz tarafından, yapmaz dedikleriniz tarafından kuyuya itilmişsinizdir. O yalnızlıkta o karanlıkta işte tek dostunuz Allah'tır. Sıkılmadan, üşenmeden, uyumadan sizi dinleyen ve size yol gösterecek olan da şüphesiz yine Allah'tır. Herkesin sizi bırakıp terk ettiği yerde Allah sahiplenir. Adı gibi kendi de güzel Yusuf'ta da böyle oldu.

Rabbi bizi bırakmadığı gibi Yusuf kulunu da hiç yalnız bırakmadı, ona derman oldu; yüreğindeki acıya merhem oldu. Kim bilir belki bizler de Yusuf gibi Rabbimize sevdalanırsak

"Ey sıkıntı şiddetlen! Nasılsa geçeceksin." dersek bizim içinde acı diye bir şey kalmaz.

KÖLE PAZARI

Kuyudan çıkan Yusuf bu sefer düştü Mısıra köle pazarına.

Köle pazarlarında ne kadar çok milletten köle varsa o pazar o kadar değerli demektir. Bu pazarda da Arab'ı, Acem'i ve daha nicesi vardı; bir Yusuf'u eksikti o da gelmiş tam olmuş.

Köle pazarlarına araf diyebilir miyiz?

Belki.

En azından o dönem için.

Köle eğer güçlüyse, güzelse, yetenekliyse değerleri fazla olurdu; böylece genellikle saygıdeğer ve soylu aileler tarafından satın alınırlardı. Zayıf, güçsüz, bir ilmi ya da yeteneği olmayanların değeri ise daha ucuz olur orta gelirli insanlar tarafından alınırlardı.

Elbette bir insanın satılması, ona değer biçilmesi korkunç bir şey ve ne yazık ki bu durum günümüzde bile farklı tabular dahilinde devam etmekte...

Yusuf'u pazarda gören bir dönüp bir daha bakamıyor çünkü Yusuf'a bir kez bakan gözünü ondan alamıyordu. Zenginler, soylular aklınıza kim gelebiliyorsa herkes Yusuf'u alabilmek için birbirleriyle yarışa girmişlerdi adeta. En sonunda bu yarışı soyluların soylusu Potifar kazandı. Anma Potifar Yusuf'u satın almadı; yalnızca yanına yardımcı olarak getirdi.

Evet Yusuf bir köleydi ama Potifar'ın değil Rabbin'in köleseydi.

𝒁Ü𝑳𝑬𝒀𝑯𝑨 𝑶𝑳𝑴𝑨𝑲

Genç bir kız iken Potifar'a getirilmişti Züleyha. Züleyha mallarıyla, zenginliğiyle anılır oysa hiçbiri aslında onun değildir. Züleyha'nın olarak adlandırılan her şey aslen Potifar'ındır.

Züleyha Potifar'ın altın kafesindeki kuşudur.

Bizde bir söz vardır ya hani:

"kuşu altın kafese koysan genede durmaz" diye. Züleyha'nınki de öyle bir mesele işte. Potifar Züleyha'nın bedenini belki satın almıştı; lakin ruhu da, kalbi de hürdü. Kimi seveceğine yalnızca o karar verebilirdi; ve onun kalbi Potifar'ı değil Yusuf'u seçmişti. Direk görür görmez değil yavaş yavaş... Bedene değil ruha, gönül vermişti Züleyha, ancak kendisi bile henüz farkında değildi.

Bir sarayı vardı Züleyha'nın her köşede kendisinin göründüğü; aynalarla dolu bir sarayı. Yusuf'u getirtti, kendisi de geçti sarayın en ortasına. Dayanamamıştı Züleyha... Anlayamamıştı Yusuf'u güzelliği için değil ruhu için sevdiğini.

Ahlaksız bir teklife davet etti Yusuf'a.

Zira Züleyha'ya göre dinecekti böylece gönlündeki yangın, bitecekti uykusuz geceleri, dinecekti sarayı inleten faryadı, duracaktı Yusuf için akan gözyaşları.

Yusuf oralı olmadı. Saraya girdiğinden beri kafasını bir santim yukarı kaldırıp Züleyha'nın ayak uçlarına dahi bakmadı.

Züleyha'nın aklı karışmıştı Mısır'ın en güzel, en soylu kadınlarından Züleyha Yusuf'u yatağına davet ediyor ama Yusuf adlı bir köle bunu reddediyordu. Akıl alır şey değildi bu doğrusu Züleyha'ya göre. Züleyha'nın anlamadığı şey şuydu: Züleyha Yusuf'a aşık olabilirdi ama Yusuf Rabbine aşıktı. Yusuf ne Potifar'ın ne de Züleyha'nin kölesiydi o yalnızca Rabbin'in kölesiydi. Ve Rabbin emri netti:

zina haramdı. Kadın da erkek de tesettürlü olmalıydı. Namus yalnızca kadına farz kılınmadığı gibi kadından evvel erkeğe farzdı. Erkeğin tesettürü gözüydü.

Lakin gel gör ki Züleyha'nın aşkının ateşi onun gözünü kör etmişti, bunu söndürmeliydi; hiç olmazsa bir şekilde bastırmalıydı.

Ve Züleyha'ya göre bunun tek yolu bedeni samimiyetten geçiyordu. Bu Züleyha'nın ilk hatasıydı. Asıldı Yusuf'un gömleğine yırtıverdi bir çırpıda; o esnada içeri girdi Potifar.

Züleyha suçu Yusuf'a attı; sonuçta Züleyha Mısır'ın en soylularındı adının lekelenmesine göz yumamazdı. Lakin bu Züleyha'nın ikinci hatasıydı. Yusuf'ta itiraz etti. Yalnız o ne cezadan ne de adına düşecek karanlık sahte lekeden çekindi; o yalnızca ahlaksızlıktan Rabbine sığındı.

Bir bilge çağrıldı yırtık gömleğe bakıldı; gömlek arkadan yırtılmıştı, suçu Züleyha işlemişti.

Aranızdan kızacak, Züleyha'ya saydıracak olanlar var ise aman ha! O Yusuf ki güzellerin güzelidir, bir görenin yüzünü bir daha çeviremediğidir.

Aramızdan bazıları gibi düşünüp soylu kadınlar Züleyha'nın yanına alay etmeye geldiler; Yusuf'u görünce ise ellerini kestiler...

Böyle bir hadisede var iken nasıl olur da Züleyha kara bir leke ile anılır?

Onun Yusuf'a karşı acizliği insan oluşundandır.

Yusuf suçsuzdu amma Züleyha Potifar'ın incisiydi. İncisine laf edilmesine, kara bir leke düşürülmesine müsade edemezdi. Züleyha'nın cezasını Yusuf çekecekti. Lakin Züleyha'nın imtihanı daha yeni başlıyordu...

𝒁Ü𝑳𝑬𝒀𝑯𝑨'𝑵𝑰𝑵 İ𝑴𝑻İ𝑯𝑨𝑵𝑰

Yusuf'a olan hisleri Züleyha'nın canına tak etmiş; ateşi onu yakıp kül etmişti.

Bedensel arzusunu giderince ateşinin dineceğini düşünmüştü; lakin ne yazık ki onun bu zannı Yusuf'u zindana attırmıştı.

Potifar'ın da gözünden düşmesine vesile olmuştu. Ama Potifar Züleyha'nın umrunda bile değildi. Onun aklı da gönlü de Yusuf'taydı.

Bedensel arzularla karşısındakine samimiyet duyan kimseler; arzuladığı kişi gözden ırak olduğu vakit başka kimselere yönelirler, arzuladığı şahsı unuturlardı; lakin Züleyha unutmak yerine pervane olup tutuşmaya başlamıştı.

Yazıcı Züleyha'nın ruh halini şu şekilde aktarmakta:

"𝗭ü𝗹𝗲𝘆𝗵𝗮, 𝗬𝘂𝘀𝘂𝗳'𝗮 𝗯𝗶𝗿 𝗺𝗲𝗸𝘁𝘂𝗽 𝘆𝗮𝘇𝗺𝗮𝘆𝗮 𝗯𝗮ş𝗹𝗮𝘆ı𝗻𝗰𝗮

𝗬𝘂𝘀𝘂𝗳 𝗱𝗶𝘆𝗲 𝗯𝗮ş𝗹𝗮𝗱ı. 𝗬𝘂𝘀𝘂𝗳 𝗱𝗶𝘆𝗲 𝗯𝗶𝘁𝗶𝗿𝗱𝗶.

𝗚ö𝗿𝗱ü 𝗸𝗶 𝗵𝗶𝘁𝗮𝗽𝘁𝗮𝗻 ö𝘁𝗲𝘆𝗲 𝗴𝗲ç𝗲𝗺𝗲𝗱𝗶.

𝗔𝗻𝗹𝗮𝗱ı 𝗸𝗶 𝗮ş𝗸ı𝗻 𝗻𝗮𝗺𝗲𝘀𝗶𝗻𝗱𝗲 𝘀𝗲𝗿-𝗻𝗮𝗺𝗲𝗱𝗲𝗻 ö𝘁𝗲 𝗸𝗲𝗹𝗮𝗺 𝘆𝗼𝗸.

𝗩𝗲 𝗭ü𝗹𝗲𝘆𝗵𝗮'𝗻ı𝗻 𝗹ü𝗴𝗮𝘁ı𝗻𝗱𝗮 𝗬𝘂𝘀𝘂𝗳'𝘁𝗮𝗻 𝗯𝗮ş𝗸𝗮 𝗸𝗲𝗹𝗮𝗺 𝘆𝗼𝗸."

yavaş yavaş anlıyordu Züleyha Yusuf'a bedensel arzuları yüzünden samimiyet duymadığını; ebediyete dayalı bir muhabbet olduğu için ruhunun parçalandığını.

Kabullendi bunu Züleyha. İtiraz etmedi; şüpheye düşmedi aksine bundan büyük bir hoşnutluk duydu nedenini bilmeden.

Yusuf'a olan sevgisinin, bağlılığının her saniye artmasını diledi. Tek isteği buydu onun. Yusuf'a kavuşmak değil, ona olan sevgisinin artmasıydı gayrı tek arzusu.

Yıllarını yitirdi Yusuf uğruna.

Gençliğini yitirdi Yusuf'un sevdasıyla.

Servetini yitirdi Yusu'un tek bir haberi uğruna.

Sığınmalıydı birine. Sahip çıkmalıydı biri o ikisine.

Yusuf'u ararken Rabbi buldu en sonunda...

Kalemiyle aktardı olayları bizlere yazıcı aynen şöyle:

"𝗘𝘆 𝗬𝘂𝘀𝘂𝗳'𝘂𝗻 𝗧𝗮𝗻𝗿ı𝘀ı, 𝗱𝗲𝗱𝗶 𝗭ü𝗹𝗲𝘆𝗵𝗮.

𝗛𝗶𝘀𝘀𝗲𝗱𝗶𝘆𝗼𝗿𝘂𝗺 𝗸𝗶

𝗕𝗮𝗻𝗮 𝗬𝘂𝘀𝘂𝗳 𝗸𝗮𝗱𝗮𝗿 𝘆𝗮𝗸ı𝗻𝘀ı𝗻.

𝗕𝗮𝗻𝗮 𝗸𝗮𝗹𝗯𝗶𝗺 𝗸𝗮𝗱𝗮𝗿 𝘆𝗮𝗸ı𝗻𝘀ı𝗻

𝗕𝗮𝗻𝗮 𝗯𝗲𝗻𝗶𝗺 𝗸𝗮𝗱𝗮𝗿 𝘆𝗮𝗸ı𝗻𝘀ı𝗻.

𝗬𝗼𝗸, 𝗱𝗲𝗱𝗶 𝗭ü𝗹𝗲𝘆𝗵𝗮, 𝗯𝗮𝗻𝗮 𝗯𝗲𝗻𝗱𝗲𝗻 𝗱𝗮𝗵𝗮 𝘆𝗮𝗸ı𝗻𝘀ı𝗻

𝗦𝗲𝗻 𝗯𝗲𝗻𝗶𝗺 𝗸𝗮𝗹𝗯𝗶𝗺𝗱𝗲𝘀𝗶𝗻.

𝗬𝗼𝗸 𝘆𝗼𝗸 𝗱𝗲𝗱𝗶 𝗭ü𝗹𝗲𝘆𝗵𝗮, 𝗥𝗮𝗯𝗯𝗶𝗺 𝘀𝗲𝗻 𝗯𝗲𝗻𝗶𝗺 𝗸𝗮𝗹𝗯𝗶𝗺𝗱𝗲 𝗱𝗲ğ𝗶𝗹𝘀𝗶𝗻, 𝘀𝗲𝗻 𝗯𝗲𝗻𝗶𝗺 𝗸𝗮𝗹𝗯𝗶𝗺𝘀𝗶𝗻. "

Başladı Yusuf'un Rabbi'ne yalvarmaya:

"𝗥𝗮𝗯𝗯𝗶𝗻𝗶 𝗯𝗶𝗹𝗲𝗻 𝗭ü𝗹𝗲𝘆𝗵𝗮 𝗶𝗹𝗸 𝗱𝘂𝗮 𝗼𝗹𝗮𝗿𝗮𝗸 𝗵𝗲𝗺𝗲𝗻 𝗼𝗿𝗮𝗰ı𝗸𝘁𝗮

𝗥𝗮𝗯𝗯𝗶𝗺, 𝗱𝗲𝗱𝗶 𝗴ö𝘇𝗹𝗲𝗿𝗶𝗺𝗱𝗲𝗻 𝗯𝘂 𝗮𝗰ı𝘆ı 𝗸𝗶𝗺 𝘀𝗶𝗹𝗲𝗰𝗲𝗸 𝗯𝗲𝗻𝗶𝗺?

𝗞𝗶𝗺 𝘆ı𝗸𝗮𝘆𝗮𝗰𝗮𝗸 𝗴ö𝘇𝗹𝗲𝗿𝗶𝗺𝗶𝗻 𝗶ç𝗶𝗻𝗶?

𝗞𝗶𝗺 𝘆ı𝗸𝗮𝘆𝗮𝗰𝗮𝗸 𝗮𝗰ı𝗹𝗮𝗿𝗹𝗮 𝗱𝗼𝗹𝘂𝗽 𝘁𝗮ş𝗮𝗻 𝗸𝗮𝗹𝗯𝗶𝗺𝗶?𝗛𝗲𝗺𝗲𝗻 𝗮𝗿𝗸𝗮𝘀ı𝗻𝗱𝗮𝗻 𝗱𝗮 '𝗼𝗹𝘀𝘂𝗻' 𝗱𝗲𝗱𝗶.

𝗥𝗮𝗯𝗯𝗶𝗺 𝗵𝗲𝗿 ş𝗲𝘆𝗲 𝗿𝗮𝘇ı𝘆ı𝗺.

𝗛𝗲𝗽𝘀𝗶𝗻𝗲 𝗿𝗮𝘇ı𝘆ı𝗺.

𝗬𝗲𝘁𝗲𝗿 𝗸𝗶 𝗮ş𝗸𝘁𝗮𝗻 𝗮𝘇𝗮𝘁 𝗲𝘁𝗺𝗲 𝗸𝗮𝗹𝗯𝗶𝗺𝗶.

𝗬𝗲𝘁𝗲𝗿 𝗸𝗶 𝗴ö𝘇 𝘆𝗮ş𝗹𝗮𝗿ı𝗺ı𝗻 𝘀𝗲𝗿𝗶𝗻𝗶𝗻𝗱𝗲 𝘆ı𝗸𝗮 𝗶ç𝗶𝗺𝗶.

...

𝗥𝗮𝗯𝗯𝗶𝗺, 𝗮𝗰ı𝘆𝗮 𝗿𝗮𝘇ı𝘆ı𝗺 𝗮𝗺𝗮 𝗴ö𝘇𝘆𝗮şı𝗺 𝗯𝗲𝗻𝗱𝗲 𝗸𝗮𝗹𝘀ı𝗻.

𝗥𝗮𝘇ı𝘆ı𝗺 𝘆𝗼𝗸𝗹𝘂𝗸𝘁𝗮 𝘃𝗮𝗿 𝗼𝗹𝗮𝘆ı𝗺.

𝗬𝗶𝘁𝗶𝗿𝗱𝗶𝗸ç𝗲 𝗯𝘂𝗹𝗮𝘆ı𝗺.

Ö𝗹𝗱ü𝗸ç𝗲 𝗱𝗼ğ𝗮𝘆ı𝗺.

𝗖𝗮𝗻ı𝗺 ç𝗲𝗸𝗶𝗹𝗱𝗶𝗸ç𝗲 𝗮𝗿𝗮𝗱𝗮𝗻 𝘀𝗮𝗳 𝗮ş𝗸𝘁𝗮𝗻 𝗶𝗯𝗮𝗿𝗲𝘁 𝗸𝗮𝗹𝗮𝘆ı𝗺.

𝗥𝗮𝗯𝗯𝗶𝗺 𝗱𝗲𝗱𝗶 𝗭ü𝗹𝗲𝘆𝗵𝗮 çı𝗸𝗮𝗿 𝗮𝗿𝗮𝗱𝗮𝗻 𝘁𝗮𝗸ı𝗹ı𝗽 𝗸𝗮𝗹𝗱ığı𝗺 𝘁𝗲𝗻𝗶𝗺𝗶, 𝗸𝗮𝗹𝗱ı𝗿 𝗮𝗿𝗮𝗱𝗮𝗻 𝘀𝗮𝗳 𝗮ş𝗸𝗹𝗮 𝗮𝗿𝗮𝗺𝗱𝗮𝗸𝗶 𝗽𝗲𝗿𝗱𝗲𝗹𝗲𝗿𝗶."

Hadiseyi aktarmaya devam etti yazıcı:

"𝗭ü𝗹𝗲𝘆𝗵𝗮 𝘀𝗮𝗮𝘁𝗹𝗲𝗿𝗰𝗲 𝗯ö𝘆𝗹𝗲 𝗱𝘂𝗮 𝗲𝘁𝘁𝗶.

𝗔ğ𝗹𝗮𝗱ı. 𝗞𝗮𝗹𝗯𝗶 𝘆𝗮𝗻𝗱ı.

𝗥𝗮𝗯𝗯𝗶𝗻𝗲 𝗶𝗻𝗮𝗻𝗰ı 𝗴𝗶𝗯𝗶 𝗱𝘂𝗮𝘀ı 𝗱𝗮 𝘀𝗮𝗺𝗶𝗺𝗶𝘆𝗱𝗶. Ü𝘀𝘁𝗲𝗹𝗶𝗸 𝗵𝗶ç 𝗯𝗶𝗿 𝗱𝘂𝗮 𝗰𝗲𝘃𝗮𝗽𝘀ı𝘇 𝗸𝗮𝗹𝗺𝗮𝘇𝗱ı.

𝗔𝗺𝗮 𝗭ü𝗹𝗲𝘆𝗵𝗮'𝗻ı𝗻 𝗱𝘂𝗮𝘀ı 𝗥𝗮𝗯𝗯𝗶 𝗸𝗮𝘁ı𝗻𝗱𝗮 𝗸𝗮𝗯𝘂𝗹 𝗯𝘂𝗹𝗺𝗮𝗱ı.

Çü𝗻𝗸ü 𝗼𝗻𝘂𝗻 𝗱𝘂𝗮𝘀ı, 𝘀𝗲𝘃𝗸 𝗲𝗱𝗶𝗹𝗱𝗶ğ𝗶 𝘆𝗼𝗹𝗰𝘂𝗹𝘂ğ𝘂𝗻 𝗺𝘂𝘁𝗮𝗯ı𝗸ı 𝗼𝗹𝗮𝗻 𝗯𝗶𝗿 𝗱𝘂𝗮 𝗱𝗲ğ𝗶𝗹𝗱𝗶.

𝗚ü𝘇𝗲𝗹𝗹𝗶ğ𝗶 𝘀𝘂𝗿𝗲𝘁𝗶 𝗼𝗹𝗮𝗿𝗮𝗸 𝗴𝗲𝗿𝗶 𝗶𝘀𝘁𝗶𝘆𝗼𝗿𝗱𝘂 𝗭ü𝗹𝗲𝘆𝗵𝗮'𝗻ı𝗻 𝗵𝗮𝗹𝗮 𝘀ı𝗿𝘁ı𝗻𝗱𝗮 𝗱𝗮ğ𝗹𝗮𝗿 𝘃𝗮𝗿𝗱ı."

Rab tüm kullarının her duasına elbette cevap veriyordu lakin cevap dediğin her zaman olumlu olmak mecburiyetinde değildi.

Bazen daha hayırlı olduğu için duaları geciktirebilir ya da reddedebilirdi.

Her ne kadar Züleyha gençliğini yitirse de, servetini Yusuf'tan bir haber alabilmek için heba etse de, acıdan yanıp tutuşsa da beklemesi daha hayırlıydı Züleyha için.

Ne Ferhat, ne Kerem, ne de Mecnun hiçbiri çekmemiştir Züleyha'nın çektiği acıları.

Yoksa siz kolay mı sandınız Züleyha olmayı?

İlk başta o aşkın yüce ateşini görmezden gelmeyi, ardından o ateşte çıra niyetine yanmayı, sevdiğinin bir kelamına erişebilmek için binler harcamayı, sevdiğinin yolunda gençliğini heba etmeyi kolay mı sandınız?

Ne bilsin aşkın ateşinde harlanmayan Züleyha olmayı? Ne bilsin Züleyha gibi sevmeyen sevdiğini daha fazla sevebilmek için yalvarmayı?

Ne bilsin Züleyha gibi sevmeyen, Yusuf'u ararken Rabbi bulmayı?..

Yazıcı'nında dediği gibi: "𝗔𝘁𝗲ş𝗲 𝗱üş𝗺𝗲𝘆𝗲𝗻 𝘆𝗮𝗻𝗺𝗮𝘆ı 𝗻𝗲𝗿𝗲𝗱𝗲𝗻 𝗯𝗶𝗹𝘀𝗶𝗻? 𝗘𝗹𝗶𝗻𝗶 𝗯ıç𝗮𝗸 𝗸𝗲𝘀𝗺𝗲𝘆𝗲𝗻 𝗸𝗮𝗻ı𝗻 𝗿𝗲𝗻𝗴𝗶𝗻𝗶 𝗻𝗲𝗿𝗲𝗱𝗲𝗻 𝗯𝗶𝗹𝘀𝗶𝗻?"

Zaman zamanı bu şekilde kovaladı. Züleyha Yusuf'un aşkında yanmayı kesmişti çünkü gerçek aşkı bulmuştu. Ve bunu yazıcı şöyle anlatıyor:

"𝗭ü𝗹𝗲𝘆𝗵𝗮; '𝗥𝗮𝗯𝗯𝗶𝗺' 𝗱𝗲𝗱𝗶, 𝘀𝗲𝗻𝗱𝗲𝗻 𝗮𝗿𝘁ı𝗸 𝗯𝗲𝗻𝗶 𝗯𝘂 𝗱ü𝗻𝘆𝗮𝘆𝗮, 𝗯𝘂 𝗱ü𝗻𝘆𝗮𝘆𝗮 𝗯𝗮ğ𝗹𝗮𝘆𝗮𝗰𝗮𝗸 ş𝗲𝘆𝗶 𝗶𝘀𝘁𝗲𝗺𝗶𝘆𝗼𝗿𝘂𝗺. 𝗕𝗮𝗻𝗮 ö𝘆𝗹𝗲 𝗯𝗶𝗿 𝗸𝗮𝗹𝗽 𝘃𝗲𝗿 𝗸𝗶 𝘀𝗲𝗻𝗶𝗻 𝘆𝗮𝗸ı𝗻𝗹ığı𝗻ı 𝗶𝘀𝘁𝗲𝗺𝗲𝗸𝘁𝗲𝗻 𝗯𝗮ş𝗸𝗮 𝗵𝗶ç𝗯𝗶𝗿 𝗶𝘀𝘁𝗲ğ𝗶 𝗯𝗮𝗿ı𝗻𝗱ı𝗿𝗺𝗮𝘀ı𝗻. Ö𝘆𝗹𝗲 𝗯𝗶𝗿 ışı𝗸 𝗯ı𝗿𝗮𝗸 𝗸𝗶 𝗸𝗮𝗹𝗯𝗶𝗺𝗲, 𝗯𝗶𝗿 𝗱𝗮𝗵𝗮 𝗼𝗻𝘂 𝘀ö𝗻𝗱ü𝗿𝗺𝗲𝗸 𝗺ü𝗺𝗸ü𝗻 𝗼𝗹𝗺𝗮𝘀ı𝗻. Ö𝘆𝗹𝗲𝘀𝗶𝗻𝗲 𝗮𝘀𝗹𝗼𝗹𝗮𝗻ı 𝗴ö𝘀𝘁𝗲𝗿 𝗯𝗮𝗻𝗮, ö𝘆𝗹𝗲 𝗸𝗶 𝘀𝘂𝗿𝗲𝘁𝘁𝗲 𝗮𝗸𝗹ı𝗺 𝗯𝗶𝗹𝗲 𝗸𝗮𝗹𝗺𝗮𝘀ı𝗻."

Züleyha Yusuf'tan başkasına aşık olmamıştı; Yusuf'un sevdalı olduğuna sevdalanmıştı.

Ve bunun karşılığı olarak Züleyha'nın hiç beklemediği bir anda Yusuf zindandan çıkıverdi.

/ZİNDANDA YUSUF/

Yusuf zindana düşmüştü belki ama zindan ona Züleyha'nın sarayından hayırlıydı.

Kuyuda olduğu gibi zindanda da yalnızca Rabbine sığındı; zindan ona başlıbaşına saray oldu.

Firavun'un da sözü vardı gerçi kendisine;

"Biraz yat zindanda Potifar'ın ismi temizlensin çıkarsın" demişti.

Rabbin'in Yusuf'a verdiği iki büyük nimet vardı:

Güzelliği ve rüyaları yorumlama yeteneği.

Zindanda birçok mahkumun yorumunun tabirini yaptı. İki mahkumdan birine; "Öleceksin" diğerine ise "Firavun'un hizmetine gireceksin" dedi. Dediği de oldu.

Lakin Firavun'un hizmetine girecek olandan bir istekte bulundu: "Firavun beni burada unuttu beni hatırlatır mısın?" demişti...

Yusuf peygamberin hayatındaki küçük olmasına rağmen ilk hatasıydı; Rabbin'den başkasından yardım istemişti.

Peygambere günah yoktu evet; lakin küçük hataları olabilirdi...

Rabbi Yusuf'a imtihan olarak yardım istediği kimseye de unutturdu kendisini. Bunun üzerine Yusuf bir kaç yıl daha kaldı zindanda.

Ta ki Firavun ibretlik bir rüya görene kadar.

MISIR'A SULTAN

Firavun, iki farklı rüya görmüştür; bunlardan ilki yedi sığırın yedi ince sığırı yutması, ikincisi ise yedi sağlam başaklı buğdayın yedi kuru başaklı buğdayı yutmasıdır. Rüyaları yorumlayacak kimse bulunamayınca, Firavun'a hizmetçi olan mahkumun aklına Yusuf gelir; Firavun'a Yusuf'u önerir. Zindandan çıkar gelir Yusuf Firavun'un sarayına; başlar rüyayı yorumlamaya:

Yusuf, Firavun'a rüyanın yedi sağlam başaklı buğdayın yedi bolluk yılına, yedi kuru başaklı buğdayın ise yedi kıtlık yılına işaret ettiğini söyler; bu yorum sonucunda, Firavun, Mısır'da gelecek yedi yıl boyunca bolluk olacağını ve ardından yedi yıl sürecek bir kıtlık dönemi olacağını idrak etti; Yusuf'un bu doğru yorumu, Firavun'un dikkatini çekmiş ve Yusuf'u yüksek bir makama getirdi; lakin Yusuf'un gözü ne makamdaydı ne de malda mülkte.

Tek gayesi Rabbin'in davasını, ismini yaymaktı. Geldiği makamıda onun için kullandı.

Yusuf'un zindandan çıktığını öğrenen Züleyha saraya gider; Yusuf'u görmeye.

Yusuf Züleyha'ya baktı. Züleyha Yusuf'a bakamadı.

Şunu dedi yalnızca Yusuf Züleyha'ya:

"Ç𝙤𝙠 𝙢𝙪 𝙮𝙤𝙧𝙪𝙡𝙙𝙪𝙣 𝙜𝙚𝙘𝙚𝙣𝙞𝙣 𝙤𝙧𝙙𝙪𝙡𝙖𝙧ı𝙣ı 𝙖ş𝙖𝙧𝙠𝙚𝙣, ç𝙤𝙠 𝙢𝙪 çı𝙠𝙢𝙖𝙯𝙡𝙖𝙧𝙙𝙖𝙣 𝙜𝙚ç𝙩𝙞 𝙮𝙤𝙡𝙪𝙣 𝙗𝙖𝙣𝙖 𝙜𝙚𝙡𝙞𝙧𝙠𝙚𝙣?"

Eskiden gençti Züleyha; Yusuf'un yolunda heba etmişti gençliğini.

Eskiden zengindi; tüm servetini Yusuf'a infak etmişti. Sitemli bir şekilde konuştu Züleyha :

"𝑮𝒆𝒍 𝒈ö𝒓 𝒌𝒊 𝒔𝒂𝒏𝒂 𝒗𝒆𝒓𝒆𝒃𝒊𝒍𝒆𝒄𝒆𝒌 𝒉𝒊ç𝒃𝒊𝒓 ş𝒆𝒚𝒊𝒎 𝒚𝒐𝒌, 𝒌𝒂𝒍𝒃𝒊𝒎𝒊𝒏 𝒅ışı𝒏𝒅𝒂."

O yeterdi. Lakin bir şey eksikti. Yıllar evvelki suç hala Yusuf'un üzerineydi. Bu kez hata yapmadı ama Züleyha. Herkesin önünde itiraf etti Yıllar evvelki günahını.

İkisi birbirine baktı ve gözleri çok şey anlattı.

"𝑬𝒗𝒊𝒏 𝒆𝒗𝒊𝒎, 𝒚ü𝒓𝒆ğ𝒊𝒎 𝒚ü𝒓𝒆ğ𝒊𝒏, 𝒃𝒆𝒏 𝒔𝒆𝒏𝒊𝒏𝒊𝒎, 𝒔𝒆𝒏 𝒃𝒆𝒏𝒊𝒎."

Züleyha'nın imihanı sonunda bitmişti; Yusuf'una kavuşmuştu.

Beklediğine değmiş miydi?

Değmişti.

Yusuf'u ararken Rabbi bulmuş muydu? Bulmuştu.

Artık huzurlu muydu?

Huzurluydu.

Rabbi birde armağan verdi Züleyha'ya:

Gençliğini ve servetini

Züleyha bunları yine sevdiğinin yolunda Rabbin'in yolunda tüketmeye kararlıydı.

Yusuf'un tabiri tuttu; bolluk ve kıtlık oldu.

Kıtlık vaktinde Yusuf'un on bir kardeşi Mısır iline kuyuya attıkları kardeşlerinden hiç bilmeden yardım istemeye gelmişlerdi.

Yusuf ise kardeşi Bünyamin'in de gelmesi şartıyla yardım edeceğini dile getirdi.

On bir kardeş şaşırdı kaldı.

Kimdi bu adam? Nereden biliyordu Bünyamin'i?

Zorlada olsa babaları Yakup peygamberden alıp getirdiler kardeşleri Yusuf'a.

Yusuf Bünyamin'i aldı yanına ve kardeşlerine dedi ki:

"Babama gidin gömleğimi verin; ardından onunla beraber geri gelin."

Kardeşleri şaşakaldı. Çocukken kuyuya attıkları Yusuf kuyudan çıkmış, büyümüş ve Mısır'a sultan olmuştu.

Peki babalarına ne diyeceklerdi?

Ya babaları onlara ne diyecekti?

HZ. YAKUP'UN İMTİHANI

Çocuklarının Yusuf'u götürmesinden memnun değildi Yakup Peygamber; ama Yusuf'u çok ısrar etmişti, kıramadı gönderdi yavrucağını.

Bilemedi evladından geriye kanlı bir gömlek geleceğini...

Gözleri kör oldu ağlamaktan Yakup Peygamberin. Oğullarına sitem etmedi anma.

Yalnızca yakardı Allah'ına yıllarca...

Kuraklık vurdu Kenan Diyarına.

Yakup Peygamber gönderdi on bir oğlunu Mısır'a az biraz buğday almaya.

Geri geldiklerinde "Bünyamin'i istiyorlar" dediklerinde Yüreği ağzına geldi Yakup Peygamber'in sitemini dile getirdi bu kez:

"Yusuf'umu götürdünüz kanlı gömlek getirdiniz; Bünyamin'ime dokunmayın?" diye bir feryat yaktı. Biliyordu Yakup Peygamber Yusuf'una olanlar kurdun kuşun değil evlatlarının işiydi.

Girdiler yine Yakup Peygamber'in aklına götürdüler Bünyamin'i. Anma Hak şahit zerre gönlü rahat değildi.

Oğulları tekrar geldi lakin Bünyam'in olmadan. Yakup Peygamber ağlayacaktı; eğer gözünde yaş kalsaydı...

Oğulları Yusuf'un gömleğini veriler; gözleri açıldı Hak'kın Peygamberinin. Bu sefer Yusuf'a götürdüler babalarını.

Züleyha gibi Yakup Peygamber'inde imihanı bitmişti o da Züleyha gibi Yusuf'una kavuşmuştu en nihayetinde.

FİRAVUN

Kaç Firavun geldi geçti...

Kimisi zulmetti

Kimisi katletti.

Ama bu Firavun bi başkaydı.

O Yusuf'un Rabbine iman etti.

Belki tarih onu öyle yazmayacaktı

Olsun.

Bu dünya geçiciydi, saltanatlar biticiydi.

Anma Rabbi ebediydi.

O bilsin yeterdi.

YUSUF İLE ZÜLEYHA

Yusuf sevilmekte imtihan olmuş bir güzeldi;

Babası sevdi kuyuya düştü.

Züleyha sevdi zindana düştü.

Yakup Peygamber evlatlarıyla imtihan olmuş bir garipti.

Züleyha sevda ile imtihan olmuş bir aşıktı.

Kurt fıtratıyla imtihan olacak bir kul.

Kuyu namıyla imtihan olacak garip.

Firavun soyuyla imtihan olacak bir mazlum.

Hepsi 11 Yıldız, 1 Ay, 1 Güneş gibi Yusuf'a ve Rabbi'ne iman ettiler.

Yaradan her şerrin ardında bi hayır gizlemiştir.

İmtihanlar elbet bir gün bitecektir.

Kuyuya düşen her salih kul elbet bir gün saraya sultan olacaktır.

ZORLUK...

Burada makalenin dışına çıkıp dert yanacağım...

Kitabı çok sevdiğim kıymetli bir öğretmenime hediye ettiğim için makaleyi yazarken yararlanamadım.

Alıntıları zor bela internetten bularak yazdım bu makaleyi.

Bir yanışlık varsa affola.

Bu kitaba yazıcı olacak kişi Yusuf gibi kuyuya düşmüş biri olabilirdi yalnızca.

Dert taşayan biri olabilirdi yalnızca.

O yazıcı da benim akıl hocası olarak gördüğüm

Nazan Bekiroğlu'nundan başkası değildir.

Kitap Nazan Hoca'nın Hz. Yusuf kıssasını incelemesi üzerinedir.

Bendenizde haddim olmayarak onun kitabını inceledim...

Makalede ki koyu alıntılar Nazan Bekiroğlu'nun "Yusuf İle Züleyha " kitabına aittir.

Kuyuda bekleyenler tasalanmayınız...

Elbet bir gün o kuyudan çıkıp saraya sultan olacaksınız.

Züleyha gibi sevenler...

Sizin adınıza ben Rabbe bir dua edeyim:

"Rabbim, yollarına Züleyha olduğum bir kulun var; aşkını gönlümden alma.

Onu ararken seni bulup, kuluna kavuşmayı nasip eyle.

Rabbim gönlü sende gözü bende olsun. Gönlüm sende gözüm o kulunda olsun."

Selam olsun Yusuf gibi bekleyenlere;

Züleyha gibi sevenlere...