Bir şair düşünün ki bir kelime için 25 yıl beklemiş, edebiyatın dört aruzcusundan biri olmuş, divan şiiri ile modern şiiri harmanlamış, Nazım Hikmetlere, Necip Fazıllara hocalık etmiş. Ve bir gün hocası olduğu bu öğrencilerden geleceğin Mavi Gözlü Devi’nin annesine aşık olmuş. Öyle aşık olmuş ki kulağımızda yer edinen güzide eseri Terakki’de Celile Hanım’dan şöyle bahsetmiş:

"Yollarda kalan gözlerimin nûrunu yordum,

 Kimdir o, nasıldır diye rüzgârlara sordum,

 Hulyâmı tutan bir büyü var onda diyordum,

 Gördüm: Dişi bir parsın elâ gözleri vardı"


Dahası, bestelenen, defalarca yorumlanan o eşsiz Sessiz Gemi şiirinde "Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler, bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler". derken Celile Hanım’a acı vedasını dile getirmiş. Yahya Kemal’in Sessiz Gemi şiiri yalnızca ölümle ilgili değil, Celile’ye olan aşkının ölümüyle ilgilidir aslında. Peki uğruna şiirler yazılan bu aşkı neden hüsrana uğradı? Sene 1916, herşeyin başladığı tarihe bir dönelim.

Edebiyata düşkünlüğü çocuk yaşta boy gösteren Nazım Hikmet, o dönemler Yahya Kemal’den evde özel ders alıyordu. Bu derslerin bitiminde ise Yahya Kemal ve Celile Hanım’ın uzun sohbetleri başlıyordu. Bu uzun sohbetlerden filizlenen aşkın kısa sürede alevlenmesi, Celile Hanım’ın zaten şiddetli geçimsizlik yaşadığı kocasından boşanmasını beraberinde getirdi. Nazım bu yakınlaşmanın farkında varmıştı. Durumdan son derece rahatsızdı ve kesinlikle bu birlikteliğe karşıydı. Gittiği mektepte dedikodular hızla yayılmaya başladı. Bu dedikodulardan yalnızca Nazım Hikmet rahatsız değildi. Yahya Kemal dedikodulara daha fazla dayanamadı ve bir süre okula gitmeyi bıraktı. Yahya Kemal okula döndüğünde şu sözlerle Necip Fazıl’ı buldu karşısında, "Hocam, kibrit suyu içerek intihara kalkıştığınızı duyduk. Sınıfın bu durumdan duyduğu derin üzüntüyü size söylemek isterim." Bu sözlere çok sinirlenen Yahya Kemal, Necip Fazıl’ı "Kodes" adı verilen tahtadan bir dolabın içine cezaya gönderdi. Bu duruma daha da öfkelenen Nazım Hikmet kağıda bir not yazıp Yahya Kemal’in cebine koydu. Son görüşmelerinde Celile Hanım’a evlilik teklif eden Yahya Kemal bu not üzerine uzaklaştı sevdiği kadından. O notta şu cümle yazıyordu: "Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz."

Celile Hanım ise Yahya Kemal’e ısrarla mektuplar yazmasına rağmen uzunca bir süre hiç cevap alamadı mektuplarına. Yahya Kemal sonunda bu ısrarlı mektuplara ve aşkına yenik düştü. Celile Hanım ile buluştular ve hatta nikah tarihlerine karar verdiler. Nazım’ın tavrını ciddiye almayan Celile Hanım ve Yahya Kemal, hemen hemen her gün Nazım Hikmet’in eve dönme saatinden önce oturup birlikte sohbet etti ve zaman geçirdi. Ancak bir gün hastalanması üzerine eve erken gelen Nazım Hikmet, ikiliyi görünce hiddetlendi ve Yahya Kemal’in üzerine yürüdü. Bu olay üzerine Yahya Kemal ve Celile’nin aşkı umutsuz bir sona sürüklendi.

Ardından Yahya Kemal, Celile Hanım’dan ayrılarak hayatına devam etti. Siyasete atılarak milletvekilliği yaptı. Elçilik görevini üstlendiği sırada ise Celile Hanım’dan bir mektup aldı. Mektubunda oğlu Nazım’ın Bursa hapishanesinde hasta yattığından bahsetti, Yahya Kemal’den oğlunu bağışlamasını istedi fakat mektubuna dönüt alamadı.

Oğlunu hapishaneden kurtarmak için açlık grevi yapan ve imza toplamaya çalışan Celile, Galata Köprüsü’nde Yahya Kemal ile karşılaştı fakat bunu fark edemedi çünkü artık gözleri görmüyordu.

Yıllar yıllar sonra, Yahya Kemal öldüğünde evraklarının arasından bir zarf çıktı. Zarfın içinde kurumuş iki yaprak, üzerinde ise Celile için yazdığı şu not vardı: "Bu zarfın içindeki hatıra, 19 Ağustos 1930’da Sirkeci Garı’nda gece saat 10’da veda ettiğim aziz bir kadının göğsündeki çiçektendir. Koparıp verdiği bu iki yaprağı daima hıfzedeceğim."

Mutlu sonlardan nasibini almayan bu imkansız aşktan geriye Yahya Kemal’in edebiyatımıza kazandırdığı şu dizeler kaldı:

"1916 yılından, 1919 yılına kadar bir kadına deli gibi aşık oldum.

Bu kadın yazın adada otururdu.

Ben de orada idim.

Deli divane olmuştum.

1916 sonbaharında Nişantaşı’ndaki evini düzenlemek için İstanbul’a iniyordu.

Ben müthiş muzdariptim.

Artık vapur giderken iskeleden mendil sallamalar, ağlamalar…

O gidinceye kadar Ada dopdolu idi, gider gitmez boşalıverdi.”