Nazım Hikmet'in Kemal Tahir'e yazdığı mektuplardan bazı kesitler derledim.

Keyifli okumalar diliyorum.


"Kardeşim Kemal'ciğim,


Arka arkaya iki mektubumun cevapları geldi. Ben bir haftadır tek satır yazı yazmadım. Muazzam bir rüya içindeymiş gibiyim. Zaman oluyor ki dünyaya bir tek mitralyöz kurşunu olarak gelmediğime-kızıyorum. Kurşun olmak, bu gördüğüm heybetli rüya içinde, şair olmaktan çok faydalı, hatta ne bileyim beton bir istihkamın bir çivisi olmak ve hiç olmazsa hayata, realiteye böyle cansız fakat hapisteki şairden çok aktif bir madde olarak karışmak, onun üzerinde müessir olmak: Şair Mayakovski'nin, senin de pek sevdiğin "Hatipler susunuz" mısraları ile başlayan şiirinden başka ve daha güzeli bugünler  için yazılamaz ki...


Mamafi, itiraf ediyorum, senin, ikinci mektubunda,  başladığım yazı hakkında beslediğin ümitler ve söylediğin sözler kafama dank! diye vurdular. Kendimi toparladım, yarından itibaren yine günde elli mısraıma başlıyorum. Beni ters anlama, bu bir haftalık tembelliğim, hayret­ten, şaşkınlıktan gelme değildir. Evvela hapiste olduğumu, bunun hakikatte böyle olduğunu ilk defa anladım. Sonra yeryüzünün bütün cephelerinde kafam, yüreğim, maalesef, yalnız onlar kavga ediyorlar ve bunun bana verdiği azabı tasavvur edemezsin. Bir kavga ki beni hiçbir tehlike ile, reel hiçbir ölüm tehlikesi ile şimdilik karşı karşıya bulundurmuyor. Dünyayı, insanları, memleketimi, yurdumu, insanlarımı düşünüyorum. Onlar için bugün en adi, en kepaze bir hadise  haline  gelen canımı  olsun, hayatımı olsun tehlikeye atamamak imkansızlığı, bu çocukça fakat yegane reel işi becerememek kızgınlığı beni kudurtuyor. Tasavvur edemezsin, ne rahat, ne güzel, ne kadar faydalı ölebilirdim.


Mamafi, bütün bunlar, şeraitin bize zaman zaman yüklettiği  işbölümünün zaruretini anlamama mani değil. Bu bir haftalık tembellik başka bir manada tamamen tersine, aksine, harikulade ümitli bir "Ama bu yürek, o bu dilden anlamaz peki" mısralarının ifadesiyle'izah edilebilir. Yarın­dan itibaren ellişer mısralarıma başlıyorum. Hatta günde yüz mısra... Planı aşmak lazım. İşbölümünde omzuna düşen iş, şerefsiz de olsa, şerefsizden daha kötü, yani rahat da olsa, bu rahatlık, bu şahsi emniyet rezaletine katlanarak

'Yapacaksın, Kemal. Memleketi­miz, halkımız, dünyamız ve insanlarımız için en güzel şiirlerimizi, en güzel hikayelerimizi yazacağız... Rahatlığımızdan, şahsi emniye­timizden yüzümüz kızaracak, dehşetli azap duyacağız, fakat Türk halkına ve dünyamızın insanlarına söyleyebileceklerimizin en güzellerini söyleyeceğiz.'


Bütün bildiklerin selamları."


***


"İcabederse şahsen vekile bir mektup yazayım, sanat değeri de olan o portrenin ziyana uğramaması için gereken tedbirleri almasını isteyeyim. Velhasıl bu mesele etrafında bana tafsilat ver. İsmet Paşanın nutkuyla turancıların, faşistlerin, Türkiye Cumhuriyeti'nin baş düşmanlarının, şifa bulmaz yurt ve halk düşmanlarının Maarif'te. çocuklarımızı nasıl zehirlediklerini resmen öğrendik. Bu zehirciler hakkında her birimiz şahsen yıllardan beri onların maskelerini yüzlerinden yırtarak lazım gelen mücadeleyi yaptık ve nihayet bizzat o kundakçıların, o namussuzların tuzağına düşerek kanun­suz olarak hapislere atıldık. Ve işin dikkate değer tarafı şudur ki, ben şahsen ve kanaatdaşlarım peşi peşine ve birçok defalar hapislere atıldığımız halde hiçbirimiz hakkında, onlar için resmen ve bugün en mesul makamı işgal eden insan tarafından söylenen söz söylenmedi. Bizi vatan ve yurt hainliğiyle itham edenler, o da yüzümüze karşı değil, arkamızdan, birkaç polis hafiyesiyle emsali şahıslardı. Onları en büyük yurt haini olarak Cumhurreisi resmen ilan etti. Bu böyle olduğu halde, demek oluyor ki bu yurt hainlerinin yalnız Maarif'teki unsurlarının bir kısmı ortaya çıkarılmış ve bunların daha birçok hempaları başka vekalet ve makamlarda el altından ve komünistlere eziyet bahanesiyle Cumhuriyet ve demokrasi düş­manlıklarını devam ettirmektedirler.


Bu böyle, Kemal'ciğim. Ve bir kere daha yaşasın hayat, yaşasın Türkiye ve yaşasın namuslu Türk milleti, büyük Türkiye'li halk."


***


"Ben ihtiyarladıkça şunu iyi ve cesaretle anlıyorum ki, sıhhatli, umutlu, hatta yumuşak, kederli, lirik şiir insanlara lazımdır. Ondan sakınmak, onu hor görmek bir çeşit sol çocukluk hastalığıdır. Ama körolası tercüme beni daha bir ay için öyle kıskıvrak yakaladı ki. Sana bir şey söyleyeyim mi Kemal, ben tercüme yapmayı sevmiyorum, adeta ağırıma gidiyor bu iş.


Sana göndermek için kitap araştıracağım."


***


"Dünyada olup biten işlere bakıyorum da bir taraftan içim sızlıyor, bir taraftan kurnaz kurnaz gülüyorum ve bir yığın sakallı bıyıklı, koskoca heriflerin dehşetli körlüklerine, önlerini  göre­meyecek kadar sınıf menfaatlarıyla körleşmelerine şaşıyorum ve sevgili memleketime ve halkıma bazı kötü oyunlar oynayacaklarını düşünüp içerliyorum. Sıhhatim fena değil, uykusuzluktan gayrı şikayetim yok şimdilik. Keyfim yerinde, dev gibi çalışıyorum. Her şeye rağmen hayattan memnunum. Seni hasretle kucaklar mektubunu süratle beklerim, kardeşim."


***


"Hikayelerini sabırsızlıkla bekliyorum. Ben bu yaz kendimden hiç memnun değilim."


***


"Neyse, bu manzarayı zaten sen de görüyorsun ve sana yeni bir şey söylemiş olmuyorum. Sayın münevverlerimiz arasında, her şeyden önce, Türk halkının ve yurdunun sahici menfaatlarını düşünmek ve bu sahici menfaatların mahiyetini tayin etmek bahis mevzuu olduğunu düşünen insanlar parmakla sayılacak kadar azdır."


***


"Yeni oda arkadaşından memnun oluşuna  pek sevindim. Kendisine selam ederim. Hapishanede Kemal Tahir'i sevindiren her insana karşı sevgim vardır. Suçunun mahiyeti hiç de hoşuma gitmedi. Fakat yanılan insanın yanıldığını anlayıp yolunu düzelt­mesi de o insan için ayrıca bir saadettir. Böyle bir saadeti kendisi için temenni ederim.


...


Ne tuhaf şey, bugün sana öyle şeylerden bahsetmek istiyorum ki, bunları mektupla değil, umumiyetle yazmanın imkanı yok, ancak konuşulur. Seninle konuşmak ihtiyacını çoktandır bugünkü kadar kuvvetle duymamıştım. Haydi güzel günlere, Kemal'ciğim. Oda arkadaşına selamlar. Her şeye rağmen yakında bol bol konuşacağız."


***


"Canım kardeşim Kemal,

Bu sınıflı dünyada insanlar insanın canını sıkacak kadar birbirlerine benziyorlar. Daha doğru konuşmak, yani daha açık söylemek lazım gelirse, bilhassa asrımızda, sınıflı kapitalist memle­ketlerinde yaşayan insanlar, hangi milletten olurlarsa olsunlar, ferden tetkik edildikleri zaman, bir yandan kendi sınıfları içinde, bir yandan da hakim sınıfın ideolojik baskısı altında birbirlerine çok, ama pek çok benziyorlar. Emin ol ki, bugünkü Türk köylüsünü bir orta köylü insanını ele aldığın zaman, karakterinin dış tezahürleri bakımından değil, iç ve öz muhtevası bakımından bir Avustralyalı, bir Fransız orta köylüsüyle arasında çok az fark bulacaksın. Belki bizim Türk cemiyetinin kapitalizm noktainaza­rından biraz daha, bir hayli daha geri oluşu, bizim orta köylü insanımızı mesela Alman, yahut Amerikan orta köylü insanından bazı, evet, bazı hususlarda başka karakter tezahürleri göstermeye sevk eder, fakat mesela, bundan elli altmış yıl önceki Fransız, Alman köylüsüyle ana karakterde birbirlerine dehşetli benzerler. Ben, Gorki'nin Rus köylülerini, Rus lumpenlerini okurken onları bizimkilerden çok az farklı buluyorum. Beni ters anlama, ara yerde 231 malum sebeplerden gelen ayrılıkları inkar etmiyorum. Bunlar vardır. Fakat bunlar artık sınıflı, kapitalist bir cemiyette edebiyat yapmaya yaramayacak kadar ikinci plandadırlar. Öteki esas karak­ter vasıfları, üzerinde teker teker durulup, birini ele alarak, hatta dört beşini ele alarak bir roman yapılmayacak kadar artık bugün dünyaca malum ve işlenmiş şeylerdir. Tabii bütün söylediklerim sınıflı cemiyetlere ait. Yoksa sınıfsız bir cemiyette ne kadar insan varsa o kadar ayrı karakter olacaktır. Sınıflı kapitalist cemiyeti, bilhassa, insanları standartlaştırıyor, ferdi öldürüyor ve ancak sınıfsız bir cemiyette insan tam, ferdi hususiyetini belirtebilecektir. Bundan dolayı korkma, ferdin karakterlerini, psikolojisini işleye­cek olan edebiyat tarzı, geleceği olan ve tükenmeyecek, bilakis inkişaf edecek bir tarzdır."


***


Ve bonus şiiri:


KEMAL TAHİR'E MEKTUP

 

«Malatya» diyorum,

       senin çatık kaşlarından başka bir şey gelmiyor aklıma.

Bursa'da kaplıcalar

                       Amasya'da elma

                           Diyarbakır'da karpuz ve akrep.

fakat senin oranın,

                         Malatya'nın

                                  nesi meşhurdur,

yemişlerinden ve böceklerinden hangisi,

                                 suyu mu, havası mı?

Düşün ki hapisanesi hakkında bile fikrim yok.

Yalnız:

bir oda,

bir tek penceresi var :

                            çok yüksek olan tavana yakın.

Sen ordasın

dar ve uzun bir kavanozda

                                   küçük bir balık gibi...

Teşbihim hoşuna gitmeyebilir.

Hele bu günlerde

               kendini kafeste arslana benzetiyorsundur.

Haklısın Kemal Tahir,

emin ol ben de öyle,

muhakkak ki arslanız,

şaka etmiyorum

                         hattâ daha dehşetli bir şey :

                                                                     insanız...

Hem de hangi tarihte, hangi sınıftan,

                                                       malum...

Lâkin demir kafesle kavanoz bahsinde iş değişmiyor,

                                                                ikisi de bir,

                                                                hele bu günlerde...

— Bunu içerde rahat ve masun

                                                yatan bilir — ...

Hele bu günlerde,

Sarıyerli Emin Beyin fıkralarına gülmek,

sevgili kitapların ve domatesin lezzeti,

tahtakurularına rağmen uyku

                                 — günde üç tatlı kaşığı Adonille de olsa —

ve Tahir'in oğlu Kemal

hattâ mektup gelmesi senden

ve hattâ ses duymak, dokunmak, görebilmek havanın ışığını,

karıma olan aşkımdan başka

                              nefsimin herhangi bir rahatlığını

                                                                         affedemiyorum...

Fartı-hassasiyet?

Değil.

Döğüşememek,

bir mavzer kurşunu kadar olsun

                                               bilfiil

                                                    doğrudan doğruya...

Ancak kavgada vurulan acı duymaz

ve kavga edebilmek hürriyetidir

                                            en mühimi hürriyetlerin.

İçerim yanıyor, Kemal,

                         dışarım serin...

Anlıyorsun ya,

zaten ettiğim lâf

                bizim lâflarımızın herhangi biri :

                                             çok konuşulmuş,

                                                    ve konuşulmakta olan...

Şimdi kim bilir kaç yerde, kaç insan,

dizlerinde âtıl ve çaresiz yatan ellerine küfredip acıyarak

                                                                           bu lâfları ediyor...

Anlıyorsun ya,

zarar yok,

ben anlatacağım yine!...

Elden hiçbir şey gelmediği zaman

                                        konuşup anlatmanın alçak tesellisi?

Belki evet,

belki hayır...

Hayır öyle değil.

Hangi teselli bırak be dinini seversen bırak...

Bu, düpedüz,

başın önde, olduğun yerde dolanarak

kükremek, böğürüp bağırmak, Kemal...

                                                                                           


1941, Sonbahar..