...
İnsan karşısında duran cesetlere baktı. Hepsinin kalpleri yerinden sökülmüştü. Göğüs kafeslerinden incecik, kanı çekilmiş damarlar sarkıyordu. İnsan gülümsedi, önemli olan kalp değildi ona göre. Önemli olan o incecik damarlardı. Kanı tünellerinde artık barındırmayan zavallı damarlar... Görevleri tamamlanmıştı. Esir hayatları bitmişti. İçi kin ve öfke dolu kalpleri yaşama bağlamayacaklardı, artık değil. Belki de en aciz olan kalpti. Attığı her nabızda yaşamı hissettiğini sanardı, ölümü için attığını bilmeden. Ölmek için nabızlarını saydığını bilmeden. Umutlu bir umutsuzluk.
Kalbin kaderi buydu: umutlu umutsuzluk.
Cehennet.
İnsan gözlerini kapadı, kafası geriye düştü. Boynundaki damarların gerildiğini hissetti. Gülümsemesi genişledi. Tam şu anda... Tam şu anda elinde bir usturası olsa da, boynundaki zavallı damarlara geçirse diye düşündü. Sonra da aciz bir şekilde kanını durdurmak için eli boynuna ve hiçbir halta yaramayacağını bile bile, umutla kanını durdurmaya çalışsa... Aynı zaman eşiğinde kendi kalbine saplasa aynı usturayı. Kendi benliğini aldatsa, kandırsa onu diye düşündü. Belki de en çok kalbini... Yaşamak için çabalar gibi yapsa ama ölümü arzulasa... Ölümün soğuk nefesini ateş parçası kalbine üflese... Sonunda umutsuzluğuna umutla sarılsa... Cehhennete kucak açsa... Ustura göletlerine bir damla kalp daha aksa...
İnsan gözlerini açtı.
Kalbini yumdu.
...
-L