En zor savaş beklemekti belki de.

Sadece beklemek.

Durup beklemek.

Hiçbir şey ama hiçbir şey yapmamak.

Asıl çaresizlik buydu eminim artık.

Peki yorulur mu insan bekledikçe?

Bedenin oturmuş beklerken ruhun koşarak kaçıyorsa bu acıdan, evet, yorulurmus.

Yorulmuştum ben de. Ama hala köşeme çekilmiş gelmesini bekliyordum belki de hiç gelmeyecek olanı. Umut desem değil, umutsuzluk desem değil, neydi bu kahrolası duygu bilmiyordum. Tek bildiğim şey çok acıtıyor olması ama bir taraftan da ona ait bir acıyı bile çekmenin verdiği haz.

Nasıl bir kölelik bu?

Nasıl bir tutsaklık?

Nasıl bir delilik?

Onu sevmek için ona ihtiyacım var mıydı sahiden?

Kalbim onunla doluyken onun olmayışı neyi değiştirirdi ki?

Beni asıl korkutan ne biliyordum.

Beklerken solmaktı beni korkutan.

Beklerken vazgeçmekti beni korkutan.

Beklerken yorulmaktı, kokusunu unutmaktı beni korkutan .

Belki de hiç gelmeyecek olmasını kabul etmek istememekle sakinleştirdiğim kalbime yokluğunu alıştırıyordum hesapsızca. Hesap etmediğim diğer karanlıksa, onun yokluğuma çoktan alışmış olmasıydı.

Düşündükçe kayboluyor, kayboldukça batıyordum dibini bilmediğim bir bataklığa.

Kalbim çok yoruldu sevgilim .

Ben de, sen de, beni kaybediyor gibiyiz.

...

Belki de bırakmalıydım bu savaşı artık. Ne derler bilirsiniz: "Savaşı bırakıyorum, bunu bir veda say."