"Belki de benim normal bir vatandaş olmam gerekiyordur. Biz daha fazlası için yetiştirilmemişizdir belki de."


Arkadaşımın bu sözleri son zamanlarda daha çok yankılanıyor kulağımda. Gelecek planlarımıza dair konuşurken bu cümleler dökülmüştü ağzından. Büyük idealler ile çıktığımız yolculuğumuzun geldiği noktanın günümüzde bulunduğumuz konum oluşu içimi sızlatsa da istemsizce hak veriyorum bu söyleme: "Biz bunun için yaratılmadık belki de, biz bunun için yetiştirilmedik."


Kendimi bildim bileli hep çok idealist bir çocuk oldum. O zamanlar büyükler bana hep kafamın yaşıtlarımdan daha çok çalıştığını söylerdi. Çok iyi okullarda okuyup çok iyi yerlere geleceğime garanti gözüyle bakarlardı. En prestijli meslekler giydirilirdi üzerime. Eh, pek de haksız bulmuyordum onları o zamanlar. Başbakan olmak istiyordum (şimdilerde kahkahalarla gülüyorum bu hayalime) ya da en kötü ihtimalle büyükelçi. Her sabah okula gitmeden önce izlediğim haber programında şahit olduğum problemlerin ortadan kalkması için çok iyi yerlere gelmeliydim çünkü. Bu ideal ile uzunca bir zaman devam ettim hayatıma. Ta ki gerçeklerle yüzleşene kadar. "Biz bunun için yetiştirilmedik belki de" ifadesi işte tam da bu noktada oturdu kafama. Sahi ne için yetiştirilmiştik ki biz? Onlarca ders, okul, etkinlik, deneyim, proje, kurulan arkadaşlıklar, sosyallikle süslenen hayatlar... Ne içindi hepsi? Birçok yaşıtıma da olduğu gibi, belli bir ünvan altında, belirli saatler arasında, başkalarınca sınırlandırılmış görevleri yerine getirmek için mi? Bunlar için mi eğitilmiştim ben? Ne başbakan olabildim ne büyükelçi ne de bir şeyleri yoluna sokabilen bir kurtarıcı. Hiçbirisinin, elde etmeyi geçtim, yanına bile yanaşamadım. Suç; potansiyelini kullanamayan bende miydi, beni hayatta kalma pahasına üzerime düşen görevleri yapmaya hazırlayan düzende miydi yoksa kendimi büyük acı içerisinde bu soruları sormak zorunda bırakan idealizmde miydi karar veremedim. Tüm sorumluluğu başkalarına atmak için yeterince iyi bir sebebimiz, ya da daha da kötüsü, suçlayacak kimsemiz olmadığında, yargı oklarını kendimize doğrultmakta hiç de gecikmeyiz. Bundan dolayı olacak ki 20li yaşların sonuna yaklaştıkça kendimizi, bir tartıya çıkmışçasına, elde edebildiklerimiz ve edemediklerimiz ile yargılayıp dururuz. Bu süreçte ise çok azımızın elde ettiklerinin ağır geleceğine inanıyorum. Aslında hepimiz aynı sorunlar ile boğuşurken, başkalarının tartılarına gözümüz kaydığı için, dünya üzerindeki en yetersiz, potansiyelini en yanlış kullanmış kişinin kendimiz olduğuna inanırız içten içe. Tüm bu pişmanlıkları, değersizlik duygusunu ve sahte geç kalmışlık hissinin yarattığı yas ve ataleti üzerimizden atarsak, yeni başlangıçların heyecanını hissedebileceğimize, yeni hedeflere yürümek için cesaret ve güç bulabileceğimize inanıyorum. Küçükken hayalini kurduğumuz şeyler için yetiştirilmedik belki ama kendimizi gerçekleştirmek için de hiçbir zaman geç kalmış olmayacağız.