''Because there's nothing about me relatable.''


Eğer birilerinin canını sıkacak bir dizi yapmışsanız, kötü olsa dahi konuşulur. Grinin Elli Tonu filminin 'kötü film' ödülü alması gibi. Ödüller alındı, paralar kazanıldı ve reklamın iyisi kötüsü olmadı.


Ben mi? Buraya The Idol'u konuşmaya geldim. Seksist yapısı, dizi boyunca kullanılan ışıklar, kullanılan seks dili ve abartmıyorum; dizideki her bir oyuncu neyi anlatmak istemişse, Levinson (dizinin yapımcısı) her birine psikolojik bir darbe vermiş.


Bütün oyuncular çok yetenekli. Arka planda bilerek en iyileri seçildiği belli.


Mahremiyet bir durum mu, olay mı, kabullenmek mi, yoksa bir değer mi? Eğer mahremiyet dediğiniz ve hayatınızın içinde tanımladığınız kelime hangi anlamlara geliyor bilmiyorum ama bu dizide bir oyuncuya tecavüzcü yaftası yapıştırılması mı dersiniz, yoksa baş rol kızımızın yakın çevresinde işleyişin içine karışılması mı dersiniz, yoksa siz kendi kendinize şarkı söylerken karanlıklar içinde birinin sizi dinlemesi mi dersiniz...


Dizinin ilk bölümünü izledikten sonra ilk attığım tivit şu olmuştu: whhat the ffffffffuuuu**ck


Çünkü daha önce görmediğimiz önerme, işleyiş tarzı var. İlk bölümden daha ne olduğunu anlamak çok zor.


Biri yetenekli insanları avlayıp onları her deneyime evet dedirten bir avcı, bir yanda acıdan zevk alan ve annesinin hayatından gitmesi ile acının yerine ne koyacağını bilemeyen bir av.... Dersem inanmayın. Dizi çok baş döndürücü.


Jennie'nin manejerinin onun yanında olmasını anlayabiliyoruz, tüm süreç boyunca. Jennie'yi biliyor musunuz bilmiyorum. Kendisi Koreli bir şarkıcı. Tayfayı çok ünlü ve ekran başında çok fazla duran kişilerden seçmişler.


Dizinin son kısımlarına doğru, Jennie'nin manejerinin dediği söz aklımdan çıkmıyor. ''Evet, hayat bazılarımız için zor oluyor ve anlıyorum, hayatta kalmak için elinden geleni yaptın ama Jennie'ye bir şey olursa...'' Devamını izlerseniz öğrenirsiniz.

Şarkıların anlamları çok hoş, özellikle my sweet lord.