Hepimiz en az bir kere hayatımızın şu ankinden daha iyi olabileceği konusunda düşünmüş ya da hayal kurmuşuzdur. Kimi zaman pişmanlıkla, kimi zaman öfkeyle:


"Onunla evlenseydim beni daha mutlu ederdi. Zengin olurdum. Bir yazlığımız olurdu. O tatil senin bu tatil benim gezerdik. O şimdi çok mutlu. Bir de benim şu halime bak!"


Hayatımızın gidişatı ve sahip olduğumuz olumsuz özellikler konusunda çoğunlukla başkalarını ya da çevresel etkenleri sorumlu tutarız:


"Ben de özel ders alsam Tıp Fakültesi kazanırdım."

"Benim de o kadar zamanım olsa zayıflarım."

"Amaaan, onlar makyaj güzeli!"

"Diploma ne ki! Ben hayat okulunu bitirmişim!"

"Köyümüzde Oxford vardı da biz mi okumadık!"


Kendimizi avutmak için yaptığımız algı operasyonları aslında sadece depresif hislerimizi bastıran ve bir süre içinde kendimizi hatasız ve mükemmelmiş gibi görmemize sebep olan psikolojik bozukluklar zincirinin ilk halkasıdır.

Sosyal medyanın da özendirici etkisiyle insanların birçoğu hayatlarından memnun olamıyor.


Hadi biraz bu memnuniyetsizliği ve çözümlerini inceleyelim:


Neredeyse hepimiz başkalarının hayatlarına bakarak kendi hayatımızda bazı şeyler için geç kaldığımızı düşünüyoruz.


Modern psikologlara göre bu algı şekli olumsuz motivasyonun temel kaynağıdır. Oysa hiç kimsenin hayat ilerleyişi birbirinin aynısı değildir ve hiç kimse hayata eşit şartlarda başlayıp hayatı eşit şartlarda bitirmez. Daha da önemlisi hayat, diğer insanlarla yarıştığımız bir kulvar değildir çünkü herkesin hedefleri ve öncelikleri birbirinden farklıdır.


ABD'li psikologların Time Zone adını verdiği bu görüşe göre hayat ve zaman hepimiz için farklı hız ve yoğunlukta ilerler.


Örneğin Barack Obama, 55 yaşında ABD Başkanlığı’ndan emekli olmuştur ama 70 yaşındaki Trump için bu serüven henüz yeni başlamıştı.


Apple’ın ortaklarından Steve Jobs 30’lu yaşlarında CEO oldu ama 55 yaşında öldü. Acaba kendisi de böyle mi planlıyordu?


Etrafınıza baktığınızda örnekleri çoğaltabilirsiniz:


Birileri 24 yaşında üniversiteyi bitirip 6 yıl iş ararken kimileri 27 yaşında üniversiteyi bitirir ve hemen iş bulabilir.


Birileri 40’lı yaşlarda milyoner olabilir fakat 50’sinde iflas da edebilir. Kimileri ise 60’ında zengin olur ve 100’lü yaşlarına kadar bunu sürdürebilir.


Birileri 20 yaşında evlenip 30’lu yaşlarda boşanarak dul kalırken kimileri için aşk 50’sinde başlar ve ölümle bile son eremez.


Görüldüğü gibi hayat akışı herkes için farklı düzeylerdedir ve tamamen rastlantısal süreçlerle devam eder. Dolayısıyla bir başkasının hayat akışı için kendimizi üzmemiz gereksizdir.


Düşünün, ABD ile aramızda saat farkı olması sizi üzüyor mu? Çin’de güneş bizim ülkemize göre daha erken doğduğu için depresyona giriyor musunuz?


Birçoğumuz hayatını sayısallaştırmış bir halde yaşıyor.

Bankaya birkaç basamak sayı borçluyuz.

Birilerinden birkaç sayı daha kısayız.

Birilerinden birkaç sayı daha kiloluyuz.

Birileri bizden birkaç sayı daha zengin...

Birileri bizden birkaç sayı daha genç...

Birileri bizden birkaç yıl daha iyi model arabaya biniyor.

Birilerinin giydiği elbise birkaç sayı daha pahalı ve liste uzayıp gidiyor...


Bu uzayıp giden basamaklar arasında hayatımızı bölüştürüyoruz ve hep birkaç sayı daha kazanmak için hayatımızdaki birçok sayılamayacak şeyi feda ediyoruz.

Şunu fark etmek gerekiyor ki daha az sayı, kaybettiğiniz anlamına gelmez. Bu bir maç değil ve skorlar asla sizin kim olduğunuzla ilgili bir durum değil.


Birçoğumuz zorluklar karşısında çabuk vazgeçiyor ve gözyaşı dökmeyi bir utanç sayıyoruz. Neden diğer nesillere göre daha çabuk vazgeçtiğimiz ayrı bir yazının konusu ama katlanmak, yas tutmak, pişman olmak, fikrini değiştirmek ve canı acıdığında ağlamak hayatımızın bir parçasıdır ve asıl ilerlemeyi bunlarla elde ederiz.

Yani gözyaşı döküyor olmanız hayatınız berbat olduğu anlamına gelmez.

Gözyaşı, daha çok tecrübe ve daha az hata demektir.


HAYATINIZDA BAZI GERÇEKLERİ MERKEZE ALMALISINIZ.


Kesinlikle fark etmeniz ve kabul etmeniz gereken gerçeklerden birisi şudur:


Şu an hangi durumda olursanız olun bu, önceki kararlarınızın ve tercihlerinizin bir sonucu... Gelecekteki durumunuz da bugünkü tercih ve kararlarınızın sonucu olacak.

Dolayısıyla bir karar vermek zorundasınız: Ya dışarıyı suçlayıp olmak istediğiniz kişiden vazgeçeceksiniz ya da olmak istediğiniz kişi olmak için mücadele edeceksiniz.


İnsanları, geçirdiği süreçleri ve zorlukları bilmeden sürekli kafanızdaki şekle uydurmaya çalışırsanız kesinlikle bir şekilde onları kaybedersiniz. Kaybetmeseniz bile onlara geri dönülmez hasarlar verirsiniz.

Aynı şey kendiniz için de geçerlidir. Başarılı bir öğretmen olmak istiyorsanız başarılı bir müdürü veya iyi bir veliyi yaratmayı bırakıp başarılı bir öğretmen nasıl davranırsa öyle davranmaya çalışın. Bir süre sonra başarılı olduğunuzu göreceksiniz.


Hiçbir insan dünyayı olduğu gibi görmez, çoğunlukla dünyayı dünyaya geldiği gibi görür. Yani ailesini yetiştirme tarzı, dini bağlılığı, siyasi fikirlerinin çerçevesiyle bakar. Bu da ona hatalar yaptırır.

Dolayısıyla sizinle aynı dünyadan olmayan o insanlara da bir şans verin.

Her şey beyaz olsaydı, beyazın değerini nasıl anlardık?


Öğüt vermek ve cevaplamak için insanları dinlerseniz sadece bir papağana dönüşürsünüz. Üzüntüden ağlayan bir insana 'boş ver' veya 'üzülme' demekle ona küfretmek arasında pek bir fark yoktur. Dinlemek yerine anlayın ve destek olun.

Ne öğrendiyseniz ve neye karar verdiyseniz uygulamaya koyun ve asla yapamayacağınız bir işin altına girmeyin. Bir insanın kaybedeceği en büyük değeri özgüvenidir.

Günde 500 metre koşmaya karar verdiyseniz her gün 3000 metre koşmaya kalkışmanız bir süre sonra size pes ettirmekten başka bir işe yaramaz. Karar verdiğiniz şey bir süre sonra alışkanlığınız olacak, o yüzden ona göre karar vermelisiniz.


Değişim kapıları dışarı açılır ama dışarıdan açılamaz. Yani değişmeye karar verdiyseniz kararınızı kendiniz uygulamanız şarttır. Hiçbir kitap, hoca, dua, ilaç veya konferans sizi baştan yaratmaz. Sadece size başlamak için motivasyon sağlar. Her halükarda 'başlamalı'sınız.


Unutmayın, bizim güneşimiz gibi milyarlarca yıldızı olan milyarlarca galaksiler ve milyarlarca sistemlerden oluşan bir kainatta tamamen eşsizsiniz. Ve hiç kimse sizi sizden daha iyi tanıdığını iddia edemez.


Yazıma Elvan Samedov’dan hayatımızdaki insanlarla ilgili bir bir paragrafıyla son vermek istiyorum:


“Her türlü fedakarlıkla sizi hayatta tutmaya çalışan annenizi, hayat boyu sizi büyütmek için çalışan babanızı, kavga da etseniz de sizi çok sevdiğini bildiğiniz kardeşinizi, kötü gününüzde elini omzunuza koyan, size destek çıkan dostunuzu ve size kötülüğü dokunmamış tüm insanları sevin.

Sizi yitirmekten korkmayanları, kalbinizi acımasızca kıranları, sizin sevgi ve hürmetinizle egosunu tatmin edip bir anda sizden yüz çevirenleri, merhametsizce sizi eleştirip kendini yüceltenleri, düne kadar varlığından bile habersiz olduğunuz ama bugün hayatınızı mahveden insanları çıkarın hayatınızdan ve sadece bir şey deyin onlara:

Canın cehenneme..."