10 yaşındaydım. Bir yerden duydum yahut gördüm siyah lale ismini. Siyah oldum olası çekici gelmiştir bana. Anneme gidip sormuştum siyah lale olur mu diye. Annem de olur demişti. Evin içinde gidip gelip kafamı karıştıran o siyah lalenin nasıl olabileceği bir yana nereden bulabileceğim konusunda kafa yoruyordum. Akşam babam geldi. Eminönü'de varmış. Bizim apartmandan bi komşunun da orada dükkanı varmış. Haftaiçi okul var diye, bir haftasonu onunla gidersin akşam da dükkanı kapattığında geri gelirsiniz, dediler. Sonra gideceğiniz günün sabahı geldi. Hazırlandım, annem sabah ile götürdü beni o abinin yanına. Arabasına bindik, gittik. Öğlene kadar dükkanda oturdum. Ayakkabıcı dükkanıydı. Öğlen, hadi gidelim, dedi. Çıktık, gittik. Lale tohumu satan bir tezgahın önünde durduk. Ben, siyah lale var mı, dedim. Satıcı, var, dedi. Soğan şeklinde bir tohumu bir kağıda sarıp, küçük bir poşetle bana verdi. Poşedi sıkıca tutup akşam olmasını bekledim. Öyle böyle zaman geçti, akşam oldu. Dükkanı kapattık, arabaya bindik, eve döndük. Koşarak annemin yanına gittim. Nereye koyacağız bunu, dedim. Açıkçası balkon kenarına boyum yetmiyordu. Oraya koymasını istemedim annemin. Bir şekilde uğraşıp yatağımın yanındaki masada bardağın içine koydum. Olur mu, olmaz mı konuşurken orada kaldı. Her sabah uyanıp bakıyordum. Bir sabah yeşil bir filiz belirdi. Sonra biraz daha uzadı. Her sabah biraz daha büyüyordu. Bir sabah uyandığımda tohumuna kadar çıktığını gördüm. Ve çok heyecanlanıyordum. Çünkü siyah bir çiçek düşüncesi beni hayrete düşürüyordu. Ve fazlasıyla benimsiyordum. Bir gün içime bir kuşku düştü. Ya benim bu çiçeğim siyah değil de kırmızıysa? Canımı sıkıyor hatta korkutuyordu bu beni. Sabah açtı mı diye bakarken korkuyordum. Ya siyah açmazsa diye. Bir sabah uyandığımda yeşiller sararıyordu. Ertesi sabah iyice sarardı ve boynu büküldü. Tazeliğini yitirdi. Çiçek açamadı. Dirilir diye bekledim. Dirilmedi. Sonra o kuşku boyumu aştı. Gidip tomurcuğu açtım tırnaklarımla, çiçeğin rengi kırmızıydı. O çiçek ben kırmızı olduğunu görmeyeyim diye açmadı. Bunu anlamak ve anlatmak için öyle zorlandım ki... şair olunmalıydı.


Ben 10 yaşında en bilmez halimle bile bir çiçeğin kalbini kırdım. 10 yaşından sonra hep bu hisle, bu ateşle yaşadım. Beni hayatta tutan şey oydu. O ateş de bana şiir yazdırdı işte.


Asla kanıtlayamam ama eminim ki Didem Madak'ın o çocuğa baktığında içine düşen ateş, Ahmed Arif'in dirseklerini dizinde bekleten, Attila İlhan'a durup durup gözlüklerini düşündürten, Galib'in başında yanan ve Fuzuli'yi Kerbela'da tutan o ateş yine bu ateştir.


(Bu arada yine geleceğim. Birazcık işim var.)