Şehrin sokakları arasında pusulasını kaybetmiş bir denizci gibi dolanıyordu. Etraf oldukça karışıktı ve daha önce hiç gelmediği bu mahalleyi zerre tanımıyordu. Güneş batalı birkaç saat olmuştu ve yolunu bulmak çok daha zor bir hale gelmişti. Sokaktaki insanlar aceleyle bir yerlere yetişmeye çalışıyorlardı, yol sormak için durdurmaya çalıştığı hiç kimse dönüp bakmadı bile. Birkaç metre ötede küçük bir büfe vardı, oraya gidip adres sorabileceğini düşündü. Büfenin tabelası, cılız sokak ışıklarının arasında güneş gibi parlıyordu. Sokakta birçok lamba olmasına rağmen etraf yeterince aydınlık değildi. Saniye başı yoldan geçen arabaların farları sokağın karanlığını bölüyordu. Büfenin önüne geldiğinde, içerideki adamın yerine sığmakta zorlanan iri yarı bir adam olduğunu gördü. İri adam kendisine seslenilene kadar gözünü küçük televizyonundan ayırmamıştı. Televizyondan gördüğü kadarıyla o akşam iki büyük takımın futbol karşılaşması oynanıyordu.
Adam kendisine ne istediğini öğrenmeyi bekler bakışlarla bakıyordu, o sırada televizyondaki maça gözü takılmıştı. Kendisine bakıldığını hissedince doğruca konuya girdi. Bir kağıtta yazılı adresi göstererek buraya nasıl gidebileceğini sordu. Büfedeki adam böyle bir sebeple rahatsız edildiği için sinirlenmiş gibi gözüküyordu, kendisine sürekli adres soran insanlardan bıkmış olsa gerekti. Adamın baştan savma ve hızlı bir şekilde kurduğu tariften çok bir şey anlayamadı, anlayabildiği birkaç kelimeden bir ipucu çıkarmaya çalıştı. Tarifi anlamadığını belli etmeden teşekkür etti ve büfenin önünden uzaklaştı. Hâlâ açık olan dükkanları aramaktaydı gözleri, adresi tekrar sorabileceği birilerini bulmak istiyordu. Kapalı bir mekana girip biraz ısınmak da hiç fena olmazdı üstelik. Güneşin batmasıyla birlikte hava aniden soğumuştu, üstündeki eski ceket onu ısıtmaya yetmiyordu. Eline biraz para geçince kendisine alacağı yeni bir ceketin hayalini kurarak köşe başındaki bir kafeye doğru yürümeye başladı. Dışarıdan bir kafe gibi görünen yer, içeri girince bir barı daha çok andırıyordu. Loş ışıkların altındaki büyük masalarda insanlar içkilerini içmeye başlamışlardı bile. Rahatsız edici bir müzik etrafta bir curcuna yaratıyordu, kasanın arkasında oturmakta olan gözlüklü kadına yaklaşıp yüksek bir sesle, kağıtta yazan yere nasıl gidebileceğini sordu. Kadın bir makasla düzgün bir biçimde kesilmiş kağıdı eline alıp birkaç saniye duraksadı. Okuduğu adresi hatırlamaya çalışıyor gibi bir görüntüsü vardı, hiçbir şey söylemeden oturduğu yerden kalktı ve bir kapıdan içeri girip gözden kayboldu. Kadının bir şey söylemeden gitmesiyle ne yapacağını bilemedi, fazla seçeneği yoktu, etrafında içki içip yemeklerini yiyerek eğlenen insanları seyretti. Alışık olmadığı bir ortamdı ve her şey ona bir farklı geliyordu. Kahkahalarla gülen kadınlar, şık giyimli gençler ve ıssız takılan adamlar seyretmesi oldukça keyifli şeylerdi. İnsanları uzaktan sessiz bir şekilde seyretmeyi seviyordu. Bu farklı hobisi kasiyer kadının geri dönmesiyle son buldu. Kadın yüksek sesle, kulağına doğru eğilerek ayrıntılı bir adres tarifi yaptı. Saatlerdir arayıp alamadığı bu güze tarif karşısında oldukça minnettardı. Kadına içten bir şekilde teşekkür etti ve gülümseyerek mekanı terk etti.
Artık nereye doğru gitmesi gerektiğini biliyordu, bir yolunun olması kaybolmaktan çok daha güzel bir durumdu. Kolundaki eski saate baktı ve hala yetişebileceğini görmenin sevinciyle hızlandı. Saat ilerledikçe sokaklardaki insanlar değişiyordu, iş çıkış saatlerinde takım elbiseli insanlar çoğunluktayken şu an daha salaş giyinmiş gençler kaldırımları dolduruyordu. Bütün bu insanların arasından sıyrılarak ilerlemeye çalışıyordu, etraf anlam veremediği bir şekilde kalabalıktı. Birkaç sokak daha insanlara çarpa çarpa ilerledi, kasiyerin tarif ettiği yere varmasına kısa bir mesafe kalmıştı. Bölgeyi bilmemesinden ve akşam karanlığında etrafı net olarak göremediğinden birkaç kez kayboldu. Küçük dükkanlara girerek insanların tavırlarına katlanarak adres sordu. Büyük bir şehrin insanlarını oldukça soğuk ve çıkarcı buluyordu, küçük bir iyilik istemek bile sanki yapılmaması gereken bir şeydi.
İnsanların azaldığı, arabaların artık daha az geçtiği ve dükkanların çoğunun kapalı olduğu bir mahalleye gelmişti artık. Kaldırımlarda kimseye çarpmadan ilerleyebiliyor ve önünü açık bir şekilde görebiliyordu. Kalabalıktan çıkmış olmanın getirdiği bir rahatlık vardı ama tenha bir sokakta kaybolmuş hissediyordu. Kalabalığın arasındayken kaybolmuş olmak o kadar korkunç ve yanlış değildi. Ama yalnızken yolunu kaybetmenin ayrı bir ürkütücülüğü vardı. Adres sorabileceği bir yer aradı, dükkanlarının çoğunun kepenklerini indirmiş olması ve konuşmaya yeltendiği insanların duraksamadan yürümeye devam etmesi onu biraz sinirlendirdi. Birkaç metre ötede yolun karşısında, eski ışıkları yanıp sönen, ne olduğunu anlayamadığı bir dükkan gördü. Yolun karşısına geçerek buraya doğru ilerledi. Camlara yaklaşmasına rağmen buranın ne dükkanı olduğunu hala anlayamamıştı. Kapıdan içeri girince küçük bir zil tıngırdadı, içeride kimseyi görmüyordu. Tahta tezgahın arkası bomboştu ve içeride tuhaf bir tütsü kokusu vardı. Dükkanın içerilerine doğru birkaç adım attı, ayağının altındaki tahta zemin yüz yıllıkmış gibi gıcırdadı. Rafların çoğu boştu, dolu olanlardaysa ne olduğunu anlayamadığı kutular ve kavanozlar vardı. Yüksek sesle ‘’Kimse yok mu?’’ diye seslendi. Tavandaki birkaç tahtanın gıcırdaması dışında bir ses gelmedi. Rafların arasında dolaşıyor ve yenik düştüğü merakını gidermeye çalışıyordu. Buranın ne olduğunu anlayamamıştı, korkunç bir çekiciliği vardı içerinin. Bir kez daha yüksek sesle ‘’Kimse yok mu? Adres sorup gidecektim.’’ Diye seslendi. Köşedeki tavandan bir merdiven aşağı doğru açıldı, kısa süreli bir gürültünün ardından etraf tekrar eski garip sessizliğine kavuşmuştu. Merdiven açılmıştı ama hiçbir hareketlilik yoktu, birkaç saniye daha bekledi yine de merdivenden aşağı inen kimse olmadı.
Her şey gitgide tuhaflaşıyor diye düşündü, ‘’Merhaba, kimse yok mu?’’ diye, kısık sesli bir şekilde konuştu bu sefer. Merdivenin ucunda kimse gözükmüyordu, bir ses de gelmiyordu. Üst katta hiçbir ışık olmadığı belliydi çünkü son basamaktan sonrası derin bir karanlığa gömülüyordu. Yukarı çıkmalı mıydı, yoksa burayı terk etmeli miydi kararsızdı. Neler olup bittiğini son derece merak ediyordu ama beyni bunun gereksiz bir merak olduğunu ve buradan ayrılması gerektiğini ona sürekli tekrarlıyordu. Merdivenin sonuna bir kez daha baktı, karanlığın arasında parlayan küçük bir nesne gördü. Merakı daha da körüklenmişti ama her zaman yaptığı gibi aklını dinlemeyi seçti. Hızlı adımlarla dükkanın kapısına doğru ilerliyordu. İçinde arkasına dönüp bakmasını söyleyen güçlü bir his oluştu ama bunu göz ardı ederek arkasına bakmadan ilerliyordu. Bir şeyin hemen arkasında olduğunu hissediyordu, bilmediği bir varlık, bir hissiyat içini doldurmuştu. Adımlarını hızlandırdı, kapıya bir adım mesafedeyken ensesinde soğuk bir nefes hissetti. Eliyle kapıyı güçlü bir şekilde iterek kendini dışarı attı. Kapıdan çıkar çıkmaz arkasına dönüp baktı ve sallanmakta olan kapıdan başka bir şey göremedi. Küçük zil sık aralıklarla tıngırdıyordu.
Korkudan mı bu hisleri uydurmuştu yoksa gerçekten bir şeyler hissetmiş miydi bilmiyordu. Ensesinde hissettiği soğukluğu aklından çıkaramıyordu. Bunun bir hayal olamayacak kadar gerçek olduğunu biliyordu ama bunu kabul etmek istemiyordu. Dükkanın içerisine camlardan bakmaya çalıştı, içeride hiçbir hareketlilik göremedi. Merdiven tavana doğru kapanmış olmalıydı tekrar, bu dükkan onda unutmak istediği hisler oluşturmuştu. Dükkanın ışıkları aniden söndü, burada daha fazla durmak istemiyordu. Sokak sanki daha da tenhalaşmıştı, biraz uzağındaki kapüşonlu bir adamdan başka kimseyi göremiyordu. Az önce hissettikleri yüzünden ne yapacağını bir anlığına unutup yanlış yöne yürümeye başlamıştı. Ters yöne gittiğini fark ettiğinde sokağın başına kadar gelmişti. Hafızasını toparlayıp kendisine tarif edilen şeyleri hatırlamaya çalıştı. Kısa bir süre sonra tekrar kendi yolunda ilerlemeye başlamıştı.
Saatine tekrar baktı ve yetişmek için sadece on beş dakikasının olduğunu gördü. Artık hızlı yürümekten ziyade adeta koşuyordu, sokak lambalarının altından gölgesi oluşmayacak kadar hızlı bir şekilde geçiyordu neredeyse. Birkaç dakika boyunca tempolu bir şekilde koşmaya devam etti, eskisi kadar genç ve atletik bir yapıya sahip olmadığı için nefes nefese kalmıştı. Sokaklar bomboştu, soğuk havada verdiği her nefes duman oluşturarak yüzüne çarpıyordu. Şapkası ve paltosu ona ağırlık yapıyor ve paltosunun kenarları her adımında bacaklarının arasına girmeye çalışıyordu. Verdiği her nefeste biraz daha yoruluyordu, kendini koşunun ritmine odaklamıştı. Verdiği bir sonraki nefeste nemli hava yüzüne çarptı ardından soğuk bir nefes tekrar ensesinde belirdi. Tüyleri diken diken oldu ve adımlarını hızlı bir refleksle hızlandırdı. Soğuk nefesten kaçmaya çalışıyordu sanki ama ne kadar hızlı koşarsa koşsun onu ensesinde hissediyordu. Korkudan arkasına dönüp bakamıyordu, sadece daha hızlı koşmaya çalışıyordu. Nereye gittiğine bakmadan son sürat koşuyordu. Nefesi her hissedişinde biraz daha paniğe kapılıyor ve adımlarını daha sık atmaya çalışıyordu. Birkaç ter damlası alnından burnuna doğru süzüldü, ter ve soğuk korkuyu arttırıyordu. Ne kadar koşarsa koşsun soğuk nefes peşini bırakmıyordu, önündeki ilk sağa doğru döndü. Sonra sola, bir kez daha sağa döndü ara sokaklar arasında peşindeki şeyi atlatmaya çalışıyordu sanki. Soğukluk bir anda geldiği gibi kayboldu, kaybolmasıyla birlikte durdu ve ellerini dizlerine koyarak dinlenmeye çalıştı. Nefes nefese kalmış ve inanılmaz derecede yorulmuştu. İçindeki ürpertiyi atamıyordu ama bir adım daha atacak hali yoktu.
Birkaç saniye sonra nerede olduğunu anlamak için etrafına bakındı, sokak aralarından birinde olmalıydı. Büyük çöp konteynerleri ve su birikintileriyle doluydu etraf. Dört bir yanındaki tuğla apartmanlar metrelerce yükseliyordu. Panikle koşması onu şu an hiç olmak istemediği bir yere getirmişti. Ne taraftan geldiğini hatırlamıyordu ve içindeki korku her geçen saniye büyüyordu. Birkaç metre ileri doğru yürüdü sonra bir çıkış bulamayarak aynı yolu geri döndü. Başka bir tarafa yürüdü ama sanki her yer çıkmaz sokaktı. Soğuk soğuk terlemeye başlamıştı, sol eli istemsiz bir şekilde titriyordu. Sol tarafındaki başka bir ara sokağa döndü, burası yirmi-otuz metre düz ilerleyen dar bir sokaktı. Buradan ilerlemeye karar verdi, sokağa adımını attığı ilk anda soğuk nefesi tekrar ensesinde hissetti. Tekrar son hızla koşmaya başladı, ne kadar ilerlerse ilerlesin sokak bir türlü bitmiyordu adeta. Dakikalar boyunca koştu ve gücü tükenene kadar kaçmayı denedi ama sokak o ilerledikçe uzuyordu.
Artık daha fazla kaçamayacağını hissediyordu, birkaç saniye sonra birden durdu. Arkasına dönmenin zamanı gelmişti. Saf korkuyu tüm bedeninde baştan aşağı hissediyordu. Bütün vücudu ter içerisindeydi ama bir yandan da üşüyordu. Önce sağındaki duvara doğru hafifçe döndü ve sağ ayağını birkaç santim çevirdi. Fötr şapkası görüşünü bir miktar kısıtlıyordu. İçinden kendi kendini telkin ederek cesaretini toplamaya çalıştı. Soğuk nefes artık boynunun kenarındaydı. Bütün cesaretini topladı ve ani bir hareketle nefesin geldiği yöne döndü. Soğukluk artık tüm yüzündeydi.
Ekin Bektaş
2020-04-15T18:16:46+03:00Teşekkür ederim. Haklısınız, bazen çok devrik cümle kurarken buluyorum kendimi bazen hiç o dengeyi yakalamak önemli. Bir de paragraflar oluşmamış bir sıkıntı oldu, böyle dümdüz yayınlandı.
Svevo
2020-04-15T18:11:45+03:00Merak ve gizem ögesini kullanma şeklin çok hoşuma gitti. Bence hikayeleri yazarken bazı yerlerde devrik cümle kullanarak akıcılık kazandırabilirsin. Cümle bitişlerinin tekdüze olması beni biraz yordu ama okuması zevkli bir hikayeydi.