Bir gün arabada yolculuk yaptığım esnada radyoda duyduğum bir dize içime o kadar işledi ki günün ilerleyen saatlerinde de zihnimde yankılanmaya devam etti. Zihnimdeki yankıları kelimelerime aktarmadan önce o dizeyi sizinle paylaşmak istiyorum:


İçimdeki şüphe bitsin istedim

Gönlüm huzur bulsun dinsin istedim

Yüksekten alçağa insin istedim

Öyleyse nefsini hallet dediler.


Ah! Çok gürültülü varlıklarız aslında. İşin garip yanı bu gürültü için bir başka insana ihtiyaç duymuyoruz. Herkesin iç ses diye adlandırdığı ama aslı "nefs" olan bir arkadaş var içimizde. Bizimle yaşayan, ölmeyen, susmayan, kimi zaman bizden çok konuşan, her şeye fikri olan ve hatta çoğu zaman bize zıt olan o şey... Hiç kendini kendinle kavga ederken yakalamadın mı? Sus! Demedin mi içine dönüp?


Tam uykunun en tatlı yerinde gelen sinek vızırtısı gibi günün en güzel anlarında şüphe kırıntısıyla, boş kuruntularla ruhumuzun içinde vızırdayan o şey... O vızırtıya kulak verirsen vay haline! Gününü mahvolmuş bil. Karşındaki insan konuşadursun artık sen içinde kendinle ayrı mahkemedesindir. Şüpheler, acabalar, kuruntularla kuşatılmışsındır ve artık ortama geri dönemeyecek kadar gerçeklikten kopmuşsundur. Nefsinin sesine o kadar kapılırsın ki artık o saatten sonra vızırdayan nefsin değil insanlar olacaktır... Ve buyurunuz mahkemeye... Mahkemede seni iki avukat karşılar. Kim mi bu iki avukat? Nefsin, ilmin... Maalesef bu iki avukat hep savaştadırlar ve barışmaları pek mümkün sayılmaz. Ancak ve ancak bu barışın tek şartı vardır, o da ikisinden birinin ölmesi. Ya ilim artacak nefs ölecek ya da nefs ilme galip gelecek. Ancak o zaman barış sağlanacak.


Eski zamanlarda insanlar nefsi hayvana benzetip beslersem büyür aç bırakırsam ölür, diye düşünmüş. Bu yüzden yemek yememiş, uyumamış ve hatta konuşmamışlar... Peki işe yaramış mı? Hayır. Çünkü ilerleyen zamanlarda nefs terbiyesinin açlıkla ve susuzlukla değil ilimle olduğu kanısına varılmış. Aç olan bir insanı düşünelim ya da susuz kalmış, yemekten veyahut sudan başka bir şey düşünebilir mi? Elbette hayır çünkü bu yöntemde sanılanın aksine bitap düşen, kişinin nefsi değil insanın ta kendisi olur.


Öfke kontrolü olmayan veya cinnet geçiren insanlar genellikle bu mahkemede nefs denen avukatın galip geldiği kimselerdir. Bir kere o avukatın eline ipler bırakıldığında akılların perdelendiğine şahit oluyoruz. Çünkü nefs her zaman yanlışı söyler, kötüyü emreder. Bir küçük delik bulduğunda insanın zihnini ele geçirir, kendisini sorgulatır, gerçeklikle bağını kopartır.

Hiç duymadınız mı cinnet geçirip eşini, ailesini katleden kişileri? Bu "insanlar" kendilerince bir şeyden şüphelenip onu içindeki nefs denen avukatla büyütüp, kendisini doldurup ve en sonunda nefsini kendine memur edinirler. Bunun sonucunda şiddetle, saldırganlıkla dehşet makinesi misali toplumda var olurlar. Yolda tanımadığı birisini bıçaklayıp duruşmada pişman değilim derler. Bir bebeği öldürüp duruşmada takım elbise giyerler ve serbest kalırlar. Böyle böyle takım elbiseli canavarlar bizimle yaşamaya başlarlar... Ah keşke bu canavarlar kravatlarını kendi boğazlarına değil de nefislerinin boğazına takıp sıksalar da içlerindeki hayvanı biraz olsun dehleyebilseler... Tabii bu biraz zor bir ihtimal. Daha kolay bir ihtimal söylemek gerekirse: keşke ülkeme adalet gelse.


Yüzyıllar boyu alimler, insanlar bu nefsi dizginlemek uğruna parsel parsel gezmişler. Kıta kıta ilim aramışlar. Ve günün birinde bir şair çıkıp demiş ki:


İlim ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir

Sen kendin bilmezsin

Ya nice okumaktır


Kıtaları da arşınlasan denizleri de aşsan sen kendini bilmezsen bunlar ne işe yarar ki. Yok mu asrımızda diploma koleksiyonu olan katiller? Kişi önce kendisini okumalı, anlamalı, bilmeli. İnsan kendisini bilsin ki ilim avukatının evrakları çoğalsın, bir duruşmada da olsa o kazansın. Yoksa bir gün ilim avukatımız istifa eder de kalırız nefsimizle bir başımıza. İnsanlık terk eder bizi yürüyen şer oluruz.

"Ölmeden önce ölünüz." Ölmeden önce ölmenin tek yolu nefsi öldürmektir. Nefsini öldüremeyen kişilerin ilerleyen zamanlarda öldürmeye meyilli olduğunu bir önceki cümlelerimde dile getirdim. İçimizdeki şüphenin bitmesi, seslerin yüksekten alçağa inmesi şairin de dediği gibi nefsin hallolmasıyla mümkündür.

Varsın cebinde dünyanın en güzel yemekleri var olsun onu yemedikten sonra ondan ne hayr görebilirsin ki. Diplomayı ister Amerika'dan ister Almanya'dan al kendini bilmedikten sonra, nefsini halletmedikten sonra sorarım ne işe yarar o diploma. Nefsini halletmiş bir hakim, katilleri topluma geri kazandırmazdı değil mi? Nefsini halletmiş bir avukat, bebek katilini mahkemede savunmazdı değil mi?


Velhasılıkelam nefsimiz bizi gerçeklikten kopartmadan önce biz onu içimizden kopartalım. Onun yerine güzel şeyler aşılayalım içimize. Güzel bakmak güzel sevmek güzel düşünmek gibi. Güzel olan her duyguyu içimizde kar topu yapıp yuvarlayalım çığ gibi büyüsün bu güzellikler toplumu kaplasın, bu sevgi çığının altında kalalım. Ve artık silah tutan ellerin yerini alsın çiçek tutan eller. İlkokul çocukları eskisi gibi şarkılar söylesin. Ben küçükken ilkokul öğretmenim hep aynı şarkıyı söyletirdi, anlamı ruhumu mest ederdi.


Bir vatan bırakın biz çocuklara

Islanmış olmasın gözyaşlarıyla

..

Bir bahçe bırakın biz çocuklara

Göklerde yer açın uçurtmalara

..

Bir dünya bırakın biz çocuklara

Yazalım üstüne sevgili dünya


Yeniden söylensin bu şarkı ve biz bir dünya bırakalım o çocuklara, göklerinde olmasın savaş uçakları. Bir dünya bırakalım o çocuklara, ıslanmış olmasın toprakları kanlarla. Ve yazsınlar üstüne en güzel hayallerini. Bilelim kendimizi, yenelim nefsimizi.. Kendi içimizi de içinde olduğumuz dünyayı da karartmayalım.


Var olun...

Ancak,

Yok etmeyin.

Sağlıcakla.