A-) Neoplatonizmin Çözümlenmesi:


1-) Bir madde tek başına çalışabilir durumdayken ona eklenen parçalar eğer eklenme eyleminden önce çalışamaz durumdalar ve ancak eklenme eyleminin ardından çalışabiliyorlarsa bu durumda parçaların çalışabilmesi maddeye eklenmeleri kuralına bağlıdır. O halde bir maddenin tek başınayken çalışamaz maddeyle bütünleştiğinde çalışabilir parçaları olmak kural gerektirir ve bu durumdaki kural, parçalar için kuraldır.


2-) Bir maddeye eklenecek parçalar tek başlarınayken çalışabilir durumdalar ancak madde tek başınayken çalışamaz durumdaysa ve kendisine eklenen parçalarla birlikte olunca ancak çalışabilir duruma geliyorsa bu durumda maddenin çalışabilmesi ona parçaların eklenmesi kuralını gerektirir. O halde bir maddenin çalışabilmesinin şartı eğer parçaların madde içinde mevcut bulunmasıysa bu durum da kural gerektirir ve bu durumdaki kural ise madde için kuraldır.


3-) Bir maddenin ve ona eklenecek parçaların eklenme eyleminden önce hepsi çalışamaz durumdalarsa ve ancak bütünleşmelerinin ardından madde ve parçalar çalışabilir duruma geliyorlarsa bu durumda madde ve parçaların çalışabilmesi bütünleşme kuralına bağlıdır. O halde maddenin de parçaların da çalışması bir arada bulunmalarını gerektiriyordur ve bu durum da kural gerektirir ve bu durumdaki kural hem madde hem de parçalar içindir.

*


Şimdi üç ihtimali çözümlemeye başlamamız gerekirse birinci ihtimaldeki madde ile parçaları bütünleşme konusunda eşit kılmak zorunlu olmayacaktır zira madde bütünleşmeden evvel zaten çalışır durumdadır ve bu durum maddenin parçalardan üstün olduğunu gösterir. Ancak parçalar tek başlarına çalışamayacakları için maddeyle birleşmek konusunda birbirlerine eşit olmak zorunda kalacaklardır. Buradaki parçalar arasındaki eşitlik yalnızca madde ile birleşme bağlamındadır.

*


İkinci ihtimaldeki durum için ise parçalarla maddenin, maddenin çalışabilmesi anlamında eşit olması şarttır ancak parçaların kendi aralarında eşit olması şartı yoktur. O halde burada maddenin parçalardan birleşme bağlamında bir üstünlüğü olamayacaktır zira eşitliğin olduğu yerde üstünlükten söz edilemez.

*


Ve üçüncü ihtimalde hem maddenin hem de parçaların çalışabilmesi birleşme koşuluna doğrudan bağlı olduğu için madde ve parçaların her biri birleşme konusunda birbirleriyle eşit olmak zorundadır. Bu durumdaki eşitlik de yine yalnızca birleşme bağlamındadır.

*


Tüm bunlardan sonra şunları söyleyebiliriz ki bir şeyin parçası olmak mutlak anlamda eşitliği gerektirmeyecektir zira bazen maddenin parçalarla çalışabilmek adına eşit olması, bazen yalnızca parçaların birbirleriyle eşit olması gerekir ve bazense eşitlik şart değildir. bu yüzden her ihtimalde bütünün parçaları eşit olabilir ya da olmayabilir, bu üç ihtimal ne bütüne ne de parça olmaya aykırıdır. Çalışmaya başlama durumu bir maddenin ya da parçaların çalışabilmesinin ön koşuludur bu yüzden çalışmaya başlamadan önceki eşitlik madde ve parçalar açısından ezelî bir eşitlik olacaktır. Maddeye üstünlük atfedilen ilk durumda parçalar arasında ezelî bir eşitlik vardır fakat bu eşitliğin varlığı, çalışma eyleminin ardından aralarındaki eşitliğin bozulmasına engel değildir. Çalışmanın ardından eşitlik bozulabilecektir. İkinci durumda parçaların maddeye bir üstünlüğü vardır ve aralarında birleşme esnasında bir eşitlik yokken maddenin parçalarla olan bir eşitliğinin olmasının gerekmesi maddenin hangi parçayla eşit olacağı sorusunu ortaya çıkarır ki eşitlik bağlamında bu soruya asla cevap verilemeyecektir. Üçüncü durumda ise birleşme esnasında mutlak bir eşitlik vardır ve üstünlükten asla söz edilemez. Bu ihtimalde çalışma konusunda ezelîlik kavramına yer yoktur zira çalışma anı her parça ve madde için bellidir ve hepsi adına burada bir eşitlik vardır.

*


Şimdi maddenin ve parçaların oluşturduğu bu birlikten ayrılma durumlarının incelenmesine geçecek olursak; bütünün parçalarından her biri için maddeden ayrılma durumunda ilk ihtimalimizde, bir maddenin tek başınayken çalışamaz parçaları, o maddeden ayrıldıktan sonra artık çalışamayacağı için parçaların maddeden ayrıldıktan sonra kendi başlarına gerçekliği reddedilmek zorundadır ve yalnızca maddenin gerçekliği vardır, dememiz gerekecektir. Bu ihtimâlde maddeden gayrı her âlem gerçekliğin dışında olmak zorundadır.

*


Ve ikinci ihtimalde maddeden parçaların ayrılması hâlinde parçalar çalışmaya özgürce devam edebileceği için parçaların gerçekliğinin kabulü ve maddeninse ayrılma durumunda artık çalışamaz durumda kalacağından dolayı gerçekliğinin reddi gerekecektir.

*


Üçüncü ihtimalde ise parçaların maddeden ayrılmaları durumunda madde ve parçaların çalışmalarının şartı bir arada bulunmaları olduğu için ve ayrılan madde ve parçalar çalışamayacağından hepsinin gerçekliğinin reddi gerekecektir.

*


Tüm sayılan ihtimallerle birlikte; eğer Tanrısal tin tek başına da var ancak tüm insan tinleri onun tek başına çalışamaz parçalarıysa insan tinleri Tanrısal tinden ayrıldıkları andan itibaren Tanrısal tinin gerçekliği tek gerçeklik kabul edilerek insan kendi tinini ve dünyayı tam anlamıyla reddetmeli ve gerçek olmayan hayatını çalışmayan tinini, çalıştırılması imkânsız şekliyle kullanmalı ve bu da imkânsızlığın reddi mümkün olmayacağından ihtimalin imkânsızlığıyla sonuçlanmalıdır.

*


Ya da Tanrı tininden ayrılma anından itibaren Tanrı tininin çalışamaz oluşundan dolayı Tanrı tinini reddederek yalnız kendi tininin gerçekliğiyle birlikte dünya hayatını yaşamalı ancak bu durumda da mistisizm ve Neoplatonizmin tini Tanrı'yla birleştiren tezinin bu ihtimal bağlamında imkânsızlığı gerçekleşmelidir. Bu ihtimâle göre Tanrısal tin, insan tinini oluşturmasından itibaren yok olacak ve ancak insan tinlerinin tekrar bir araya gelmeleri anından itibaren Tanrı tekrar meydana gelecektir. Yani bu ihtimâlde Tanrı'yı var eden insandır. Bu yüzden Tanrı'dan doğan insan tinini, Tanrı'nın mutlak varlığıyla birleştiren Neoplatonizm için bu ihtimal de devre dışı kalacaktır.

*


Ve üçüncü ihtimalde ise ayrılma anından itibaren hem Tanrı tini hem de insan tini artık çalışamayacağı için her şeyin reddi gerekecek ve bu da yalnızca yokluğun gerçekliğinin ispatı olacaktır. Neoplatonizm akımının tin-Tanrı tezleri bu bağlamda ise yine reddedilmek zorunda kalacaktır.

*


Sonuçta Neoplatonizm akımının tin-Tanrı birleşmesi görüşlerinin bu üç ihtimalimizde de imkânsızlığı bu şekilde ispatlanmıştır.


B-) Son İhtimal:


Fakat söyleyebileceğimiz son bir ihtimal daha vardır ki bu ihtimal ise hem maddenin hem de parçaların birbirlerinden bağımsız şekilde çalışabilmeleridir ve bu ihtimalde çalışma herhangi bir kurala bağlı değildir. İşte bu ihtimale göre ise kuralsız ve mutlak özgür Tanrı'nın yaratıcı eylemiyle meydana getirdiği ya da kendisinden bir taşma ile ortaya çıkan insan tininin hiçbir kurala tâbi olmaksızın mutlak özgür kılınmasıyla gerçekleşen bir var olma hâli vardır. İnsan tininin çalışması için bir kurala tâbi olmayışı onun Tanrı yaratması ya da bir taşmanın ürünü olduğunun sonucudur ve özgürlüğünün nedenidir. İnsan tinindeki bu özgürlük nedeniyle yaratılma ya da taşma anına kadar ve sonrasında da tinlerin de birbirleriyle eşitliğinin gerekmediği sonucu çıkartılabilecektir. Bu ihtimalde ya insan tini yaratılmış ve yaratımından itibaren yaratıcısı tarafından çalışmasında yani irade ve eylemlerinde özgür bırakılmıştır. Ya da Tanrısal tinden bir taşma ile insan tini ortaya çıkmış ve Tanrısal tinin mutlak özgürlüğünü bünyesinde taşımaya devam etmiştir.


Öyle ki bu özgürlük insan tinlerinin eşitliğine de karşıt bir kavramdır zira eşitliğin var olabilmesi için bir kuralın varlığı şarttır. Eşitlik bir düzen ve kural işidir, hem kaynağı hem de anlamı Tanrısal olan özgürlüğün ise özünde eşitliğin ya da kuralın yeri yoktur. Özgürlük ve eşitlik kavramlarının hem Tanrısal hem de maddesel bağlamda birbirlerine zıt olduğunu yaratılmış doğa ya da insan ürünü olan etik üzerinden ispatlamak mümkündür. Doğanın kusursuz düzeni ve kuralcılığının keşfedilmeyi bekleyen denklemleri birer kural örnekleridir ve evrenin var oluşundan beridir pozitif bilimler sahasında mevcut bulunan bu denklemlerin insanın keşfedişinden önce de zaten var oluşu, evrenin bir yasaya tâbi olduğunun kanıtıdır. Evrensel yasanın kurduğu düzen karşısında bu yasaya tâbi olan canlı ve cansız varlıkların özgür iradeleri yoktur; doğaya tam bağımlı olan bu varlıklar için esas, düzendir. Fakat insan tiniyle birlikte bu sahaya girdiği andan itibaren onun, bedeniyle bu düzenli bütünün içinde yer alma çabasına karşın özgür tininden doğan duygu durumları ve ben kavramının doğanın düzenine karşı bencil bir düzen kurma çabası aslında insanın hem Tanrısal tininin ve hem de düzene dayalı bedeninin varlığının da belirtisidir. Yani insan, bedeniyle birlikte düşünüldüğünde doğadaki bir hayvan ya da canlı veya cansız diğer varlıklardan farklı değildir. Fakat insanın tini onu doğadan ayıran, onu doğadan özgür kılan yegâne kuvvettir. Fakat tarihte insan tarafından bu bahsedilen her insanın tininden doğan ve her insanda bulunan ahlâk ve özgürlük, toplum olabilmek adına yalnızca belirli kesiminin yine tinsel yetilerinden doğup bencilliklerine sahne ettiği kendi ahlâk kurallarına bağlı bir etik oluşturması sonucuna feda edilmiş ve toplum olabilme pahasına insan özgürlüğünü bu şekilde harcayarak kendisini yani tinini tıpkı bedenine atfedildiği gibi bir düzen içine atma telaşına kapılmıştır.


İnsanın, doğanın yasasına karşı özgürlüğünü koruyamaması; tinini, doğa olmaya özenen topluma, doğa gibi bir düzen kurmaya, dolayısıyla kuralcılığa özenen toplum yapısına feda etmesinde aranmalıdır. Toplum olmayı sağlayan etik ve diğer toplumsal kurallar bütününde amaç ya eşit insan figürü oluşturarak sözde adaleti sağlamaktır ya da yönetenlerin doğanın insan tarafından yönetimini göz önüne alarak kendilerinde de tıpkı bu ilişki gibi diğer insanları yönetme yetisini hak görmeleridir. Fakat her insan için aralarında eşitliği amaçlayan ilk halde de "Biz yönetilenler diğerlerinden daha eşitiz fakat alt tabakadakiler birbirleriyle bizim yönetimimiz bağlamında mutlak eşit olmalı." fikrine sahip ikinci hâlde de bir eşitlik kurulmaya çalışıldığı muhakkaktır.


İşte buradan da anlaşılacağı üzere insanın kendi ahlâk yasalarından vazgeçmesi ve yönetenlerin etiğini kabul etmesi bir özgürlük fedakârlığıdır. Eşitlik için gerçekleşen bir özgürlük fedakârlığı. Oysa doğanın düzeni ve yasasına baktığımızda şunu anlayabiliriz ki "Ben eşitlikçiyim." sözünü ancak ya bir Tanrı ya da bir karınca söyleyebilecektir. İnsansa yaratılışından itibaren esasen özgürdür. Tanrı insana bu özgürlüğünü vererek onu yine kendisinin yaratımı olan kurallarla dolu doğaya salmış ve bir yasayla düzen bahşettiği doğa içerisinde insanının özgürlüğünü nasıl kullandığını seyretmeye koyulmuştur. Öyleyse yazgı denilen şeyin de başlı başına bir kural olduğunu söyleyebilirsek bu durumda yazgı; Tanrı'nın, insanının geçmişinde ve geleceğinde bilerek bulunduğu müdahaleler olacaktır. Tanrı'nın yarattığı evreni geçmişi ve geleceğiyle bildiği tezi bu söylenenlerle tam anlamıyla örtüşmektedir zira Tanrı'nın sonsuz bilgisi onun insanına ya da evrenine müdahalesini zorunlu kılmayacaktır.


C-) İspatın İmkânsızlığı ve Sonuç:


Şimdi saydığımız özellikle ilk üç ihtimâl olmak üzere ve dördüncü ihtimâlin de yalnızca ihtimâllik vasfıyla birlikte tek paragrafta yok edilişlerini şu şekilde gerçekleştirebileceğiz:


Neoplatonizme göre önce maddeden (Tanrı'dan) ayrılma hâli vardır ve insan tinleri bu ayrılmadan sonra özgürlüklerinin bedenlerine, her birinde farklı ölçülerde tutsaklığını yaşayıp bitirdikten ya da henüz bitiremedikten sonra maddeye (Tanrı'ya) geri dönecektir. O hâlde Neoplatonizmin bu öğretisine göre öncelikle birleşik hâlde var olma durumunu tartışmak gerekmektedir. O hâlde birleşme mevzuunu ispata koyulursak "Birleştiren kuvvet kimdir?" sorusuna bu bahiste cevap bulamayacağımız için kusursuz Tanrı tininin kendisinden bir taşma ya da bilinçli bir yaratma ile önce diğer tinleri var etmesi gerekir ki sonra birleşme mevzuunu konuşabilelim. Ayırmak birleştirmeden önce olmalıdır zira ikisi arasındaki yer değişikliği bizi ikinci bir Tanrı'ya muhtaç kılabilecektir.


O hâlde tıpkı Neoplatonizmin insan tininin Tanrı tinine geri döneceği tezindeki zorunluluk hâlinde olduğu gibi herhangi bir zorunluluğu ispatlamak insan için imkânsızdır. Tanrı tininden taşma ya da Tanrı'nın yaratması suretiyle oluştuğunu kabul ettiğimiz insan tini için ayrılma ya da yaratılmadan sonraki özgürlüğünü kabul etmemiz ise zorunludur. Zira eğer bağlılık şartsa bu ancak insan tininin Tanrı tininden ayrıldıktan sonra çalışamaz olduğunu ispat edecektir ve çalışamayan tini için insanın yapabileceği hiç ama hiç bir şey olmayacaktır ve bu durumda eylem yalnız Tanrı tarafından gerçekleştirilebilecektir.


Burada tüm yazılanlardan sonraki en önemli ayrımı yapmak gerekir ki bu ayrıma göre; eğer insan tini Tanrı tininden taşma ile meydana geliyorsa bu durumda Tanrı'ya insan tinini oluşturma bağlamında yaratıcılık vasfı verilemeyeceği için çalışamayan insan tininin koşulu onun kendisinin aynısı olan kaynağı, Tanrı tininin de çalışamaz olması gerekmektedir. Bu durumda Neoplatonizmin, insan tini Tanrı tininden taşma sonucunda ortaya çıkmış olup geri ona dönecektir, teorisindeki geri dönüş şartının yine aynı fikrin devamı olan Tanrı tininden taşma ile insan tininin meydana geldiği düşüncesini çürüttüğünü söylemek zorunda kalacağız. Ancak ikinci fikir olan Tanrı'nın yaratmasıyla meydana gelen insan tini fikrinde ise bu zıtlık bulunmayacaktır. Bu durumda insan tini Tanrı tininden taşma yoluyla değil Tanrı'nın yaratımı yoluyla ortaya çıkmıştır demek ve insan tininin Tanrı tinine geri dönüşünün asla şart olmayacağını söylemek zannımca aksi ispatlanamayan bir fikir olacaktır.