Netflix yine yaptı yapacağını… Bugünlerde dilden dile dolaşan, kulaktan kulağa aktarılan bir şeytan tüyü var: Squid Game. Türkçesiyle ‘’Kalamar Oyunu’’. 17 Eylül 2021 tarihinde platformdaki yerini aldı. Güney Kore yapımı dizi şu an 83 ülkede liste birincisi. Aynı zamanda Netflix’in en çok izlenen yapımı olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Aksiyon, macera ve drama türünde bir yapım olarak karşımıza çıkıyor. Bölümler ortalama 55-60 dakika olarak belirlenmiş. Dizinin ilk sezonu 9 bölümden oluşuyor. Aslında 2009 yılında yazılmış ancak içerisinde oldukça fazla kan ve vahşet öğeleri yer aldığı için şans verilmemiş. Netflix bu tür öğelere genel olarak şans verdiğinden değerlendirmek istemiş ve ortaya bu heyecan dolu hikaye çıkmış. Diziyi -son bölüm dışında- beğendim. Son bölümde de devam sezonlarının çekileceğine işaret ediliyor.


Dizinin yönetmeni ve senaristi Hwang Dong-hyuk. 1971 doğumlu, başarılı bir isim. 2011 yılında yönetmenliğini yaptığı başarılı yapım Silenced (Sessizlik) filminden hatırlıyoruz kendisini. Yönetmen, Squid Game dizisinde daha fazla orijinalliği yakalamak adına minimum düzeyde görsel efekt kullanmayı tercih ediyor. İnce dokunuşlarla izleyiciyi bu kanlı ‘kalamar’ oyununun içine sokuyor. Oyunculara bakacak olursak, dizide kendisine çok fazla rol verilmemiş olsa da Güney Kore sinemasının en önemli oyuncularından biri olarak kabul edilen Gong Yoo ile beraberinde Lee Jung-jae (başrol), Park Hae-soo, Jung Ho-yeon ve Oh Yeong-su (muhtemelen başrol) gibi oyuncular boy gösteriyor.


Squid Game Konusu


Toplamda 456 umutsuz yarışmacı, birden fazla çocuk oyunu turundan oluşan gizemli bir hayatta kalma oyununda yarışıyor. Amaç? Sefaletten kurtulmak için 45,6 milyar wonluk (Güney Kore para birimi) bir ödül kazanmak. "Kalamar Oyunu"na hoş geldiniz. Ancak bu oyunun sonunda kazananların sevinçle ‘oley’ diye bağırması ya da kaybedenlerin asık bir yüz ifadesine bürünmesi yok. Kazanırsan yaşar, kaybedersen ölürsün. Yarışmacıların kafalarında, kurmak istedikleri bir ütopya vardır. Ancak tam anlamıyla bir distopyanın içerisine düşerler.


Bir grup para sıkıntısı yaşayan insana, 6 çocuk oyununu kazanmaları dahilinde yüklü miktarda para verileceği söylenir. Bu teklifi kabul eden 456 insan uyutularak neresi olduğunu bilmedikleri, dış müdahalelere tamamıyla kapalı, ada benzeri bir yere götürülürler ve kendilerine söyleneni yapmak zorunda kalırlar. Kuralları ihlal etmenin ya da bu oyunları kaybetmenin cezası ölüm olur. Çocukların büyük bir keyifle ve eğlenceyle oynamış oldukları oyunlar, yetişkin yarışmacılar için birer vahşet silsilesine dönüşüyor. Diziyi yorumlamadan önce dizide bahsi geçen kalamar oyununa değinelim.


Squid Game Nasıl Bir Oyun?


Squid Game, Güney Kore’de çocukların oynadıkları bir oyundur. Yere deniz canlısı kalamara benzer bir şekil çizilir. Kurallar ise oldukça basittir. Çocuklar iki gruba ayrılır. Bir kısmı hücum yaparken, bir kısmı da savunma yapar. Maç başlayınca savunmacılar, yere çizilen sınırlar içerisinde iki ayak üstünde koşabilirken, çizginin dışında yer alan hücumcular ise ancak tek ayak üstünde sekmeleri gerekmektedir. Eğer bir hücumcu, kalamarın orta kısmında savunmayı geride bırakırsa iki ayak üzerinde gitme hakkını elde eder. Bunu başaran kişiye de ‘gizli müfettiş’ denir. Son savaşa hazırlandıktan sonra hücumcular, kalamarın girişine toplanır. Kalamar oyununda hücumcuların kazanabilmesi için kalamarın kafasında bulunan kapalı alana ayaklarıyla dokunmaları gerekir. Bu durumda savunmacılar, hücumcuları kalamarın sınırlarının dışına iterse, game over, ölürsünüz, yani gerçekte oyun dışı kalırsınız. Ancak dizide oyun dışı kalan ölüyor. Kaybetmenin bedelini canlarıyla ödüyor yarışmacılar.


Güney Kore Sineması


Güney Kore sineması özellikle son yıllarda büyük bir ivme kazandı. Kim Ki-duk, Chan wook Park, Bong Joon-ho gibi önemli yönetmenlerin dünya çapındaki ünü, Parazit’in Oscar alması, Squid Game dizisine kadar birçok önemli yapımın ortaya konması Hallyuwood’u artık dünya sahnesine çıkarmış görünüyor. Özelde yönetmenleri ve yapımları, genelde Güney Kore sinemasını ön plana çıkaran yegane unsur, farklı bakış açılarıyla toplumu ve çevreyi müthiş bir sadelikle aktarmaları oluyor. Ayrıca üretilen özgün içerikler ve Güney Kore’deki insanların sinema kültürü, başarının önemli paydaşlarından kabul ediliyor. Bunun yanında, Squid Game dizisinden ya da geçen yıl Oscar almayı başaran Parazit filmiyle tanımadık Güney Kore sinemasını. Bu iki yapımla tanınmadı, öncesi de var elbet. O yüzden bu iki esere odaklanıp geçmişte ortaya çıkan eserleri göz ardı etmemek gerekiyor.


Güney Kore sinemasının son yıllarda dünya çapında başarılı olmasının en büyük sebebi toplum ve çevre odaklı eleştiri yapmasıdır. Dünyayı distopik moda sokan pandemi sürecinde birçok ülke sineması kan ağlarken, Güney Kore sineması açık ara farkla sivrilmeyi başardı. Krizi fırsata çevirmeyi başardılar ancak ortaya çıkarmış oldukları bu yapımlar bize içsel bir kriz yaşatmıyor mu? Alacağımız var Güney Kore sinemasından. Hem de çok büyük alacağımız var: dersler. Alacağımızın peşine düşelim o vakit.


Squid Game Üzerinden Bir Toplum Eleştirisi ve İktidar Oyunları


Diziyi izledikten sonra, acaba dizideki toplum inşası bir Güney Kore gerçeği mi diye düşündüm. Bazı kaynaklardan edindiğim bilgilere göre, dizideki toplum yapısıyla gerçek yapı arasında bariz benzerlikler mevcut. Güney Kore toplumunda çok sıkı ve disiplinli bir çalışma hayatı ön plana çıkıyor. Bunun yanında mükemmeliyetçi bir anlayış var. İş hayatında mükemmellik her şeyden daha önemli. Şirketlerin çok yoğun bir şekilde, hatta sabaha kadar mesai yaptıkları biliniyor. Bu mesailer karşılıksız bırakılmasa da kuralların çok katı ve acımasız olduğunu söyleyebiliriz. Mükemmeliyetçilik ve katı kurallar, stres ile doğru orantılıdır diye düşünüyorum. Çalışma tempoları yüksek ancak stresleri de bir o kadar fazla bir toplum. Stresi alkol alarak yenmeye çalışıyorlar. Ayrıca resmiyeti azaltmak ve yakınlığı artırmak adına haftada bir gün patronlarla birlikte eğlence yapılıyor.


Güney Kore’de zorunlu eğitim 12 yıl. İstatistiklere göre okuma ve yazma oranı %99 olarak belirlenmiş. İlkokuldan başlamak suretiyle üniversiteye kadar ağır ve taviz vermeyen bir eğitim sistemi var. Üniversite mezunu sayısı da çok yüksek. En popüler meslekler arasında hukuk, tıp, öğretmenlik, mühendislik ve devlet memurluğu gibi meslekler bulunuyor.


Başarı, var olmanın bir ölçüsü Kore’de. Ya çalışır başarılı olursunuz ya da bir kenarda durursunuz. Başarısızlık, toplum nezdinde büyük bir yıkım olarak değerlendiriliyor. Bu bilindiği için başarısızlık nedeniyle intihar edenler az değil. Sonuç olarak dünyada en çok intiharların yaşandığı ülke konumunda Güney Kore. Kişinin kendini başarısız ve işe yaramaz hissetmesi, intiharlardaki en önemli etkenlerden biri. Bu noktada Amerikan hayat tarzına benziyor kanaatimce. Amerika’da da kazan kazan anlayışı toplum içerisinde gettolaşmaya götürüyor. Hayat, içerisinde yaşadığımız bir savaş değil, sessizce üzerinden geçtiğimiz bir köprüdür.


Güney Kore bugün yüksek teknolojisine, gelişen ekonomisine, eğitim ve sağlık konularındaki hızlı ilerleme raporlarına rağmen WHO/Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan araştırmalarda dünyanın en çok intihar oranına sahip üçüncü ülkesi konumundadır. Son 15 yılda intihar oranları giderek artmaktadır. İş stresi ve sosyal baskı gibi nedenlerle intihar edenlerin çoğunluğunu erkekler oluştururken, ateşli silahlara erişimin yasak olduğu ülkede zehirlenme nedeniyle intihar oranı yüksektir. Orana bakacak olursak, Güney Kore'de her 40 dakikada 1 kişi intihar ediyor. Bunların çoğu genç insanlar. Başkent Seul’de bulunan Han Nehri üzerindeki köprülerde neredeyse her saat başı bir intihar gerçekleşiyor.


Bunlara bakıldığında aslında dizi ile gerçek Güney Kore arasında çok bariz farklar yok. Çünkü dizide yarışan 456 kişinin tümü iyi ya da kötü mesleklere sahip olan, büyük ya da küçük paralar kazanan ancak nihayetinde birçok şeyini kaybedip büyük borç yükü altına giren insanlar. Bu insanlar aileleri ve yakın çevreleri tarafından başarısız ve işe yaramaz kabul edildikleri için böyle bir yarışmaya katılıyorlar. Normal hayatta boğazlarına kadar borca batmışlar ve çaresizlik içerisinde kıvranıyorlar.


Bundan dolayı dizinin eleştiri getirdiği noktaların başında toplum yapısı geliyor. Mükemmeliyetçilik günümüzde birçok ruhsal ve fiziksel problemlerin sebebi olarak gösterilmektedir. Bunun yanında insanların para yüzünden bir başkasını acımasızca yok etme isteği duyması, kapitalist topluma da işarettir. "Hard kapitalizm" denilen cinsten hem de… Ayrıca yarışmaya katılan kişilerin büyük çoğunluğu normal yaşantılarında büyük borca batmış insanlar. Bundan dolayı para odaklı bir kapitalist toplumun gettolarına itilmişler.


Zenginler-fakirler, üst kesim-alt kesim, soylu-köylü veya diğer toplumsal sınıf ayrımlarını işleyen birçok yapımla karşılaştık. Özellikle Netflix de bu tür yapımları şiddet ve vahşetle birleştirerek yayınlamaya devam ediyor. Zaten her türlü sınıfsal ayrım bir toplumsal şiddettir. Dizide de sınıfsal ayrımlar bazı sembolik detaylarla gösterilmektedir. Burjuvazi, eğlence konusunda sınırları fazlasıyla aşarak sadece eğlence uğruna 456 insanı birer at, aralarındaki ölümcül mücadeleyi de yarış olarak görmektedir. 6 farklı arenada, 6 farklı çocuk oyunuyla bu ölümcül at yarışı tamamlanacaktır. Dizide VIP olarak nitelendirilen burjuvazinin yanı sıra, yarışmanın düzenini sağlayan askerler de mevcut. Bu düzen sağlayıcılar, tamamen VIP’lerin hizmetindedir ve onları mutlu etmek için orada bulunurlar. Yüzünde kare şeklin olduğu personellerin yönetici olarak tasvir edildiği ortamda daire şekli işçileri, üçgen şekli ise askerleri tanımlıyor. Personeli kontrol eden ve tamamıyla siyah giyen baş yönetici de vardır. Bu baş yönetici VIP’lerle muhatap olan tek kişidir. Zaman zaman askerlerin hata yaptığı ve idare edemediği noktalarda sert müdahalelerle sorunları çözmektedir. Oyunları da sadece baş yönetici yönetmektedir.


Bunun yanında personelin hepsi tek tip bir kıyafet, pembe bir tulum giyiyorlar. Sadece başlıklarındaki bu kare, üçgen ve daire şekilleri ile farklılıkları anlaşılıyor. Yönetmen Hwang, buradaki ast-üst ilişkisini belirlemede karınca kolonilerini inceledikten sonra karar verdiğini söyledi. Karıncalar da dışarıdan bakıldığında birbirinden farksızdır. Fakat aralarında mükemmel bir rütbe sistemi vardır. Birbirlerini çok net bir şekilde tanıyabildikleri iz ve kokuları bulunur. Bu iz ve kokuları sadece kolonideki diğer karıncalar tarafından anlaşılabilir. Dizide pembe tulum giyen askerlerin maskelerinin şekli de karınca ağzını temsil etmektedir. Yönetmenin karınca kolonilerinden esinlenmesi etkileyici bir durum ancak bunu insanlar üzerinden göstermesi dünyanın farklı bölgelerinde uygulanan kast sistemini akıllara getiriyor.


Yarışmacıların giydiği kıyafetler sadece yeşil renktedir. Yönetmen Hwang, lise yıllarında bu renkte bir okul kıyafeti giydikleri için böyle bir renk tercihinde bulunduğunu ifade etmiş. Bundan dolayı sınıfsal ayrımın yanı sıra liseli gençlerin tek tip bir tornadan geçtiğinin ve sınavdan sınava koşturulan büyük bir at yarışının içerisinde bulunduğunun mesajını da vermiş oluyor bizlere. Yarışmacılara isimlerinden ziyade numara verilmiş. Bu da kurulan düzendeki tek tipleşmeyi bizlere gösteriyor. Yarışmacıların isimlerini sonraları öğreniyoruz. Burjuva, burjuvaya hizmet eden ve düzeni sağlayan kolluk kuvvetleri ve kontrol edilmesi gereken, tek tipleştirilen, adı sanı umursanmayan alt tabaka. Dikey ve yatay toplumsal hareketliliğin imkânsız hâle gelmesi ve ağırlıklı olarak kast sistemine benzer sistemlerin ve tek tip insan yapısının hâkim olması distopik toplumlardaki sosyal yapının değişmeyen nitelikleridir.


Dizinin bir bölümünde bazı oyuncular bu ölümcül oyuna son vermek isterler. Bazısı da dışarıdaki hayatın daha mükemmel olmadığını, bu oyunların sonucunda en azından para kazanma ihtimalleri olduğunu söyleyerek onlara karşı durur. En nihayetinde baş yönetici seçim yapılmasına karar verir. Bu noktada ciddi bir demokrasi eleştirisi olduğunu düşünüyorum. Oylama demokratik bir eylemdir. Yapılan oylama sırasında yarışmaya son vermek isteyenler 100 kişi çıkarken, yarışmaya devam edilsin diyenler de 100 kişi çıkar. Son kalan kişi de zor bir karar sürecinden sonra oyunu bitirmeden yana oy kullanır ve böylece oyunlar sona erer. Yani oylama 101’e 100 sonuçlanmıştır. Kimin kazandığı sonucuna takılmayalım. Sonuç itibarıyla geriye kalan 100 kişinin fikri, sadece bir kişinin oyu yüzünden geçersiz sayılmış oldu. Ve bu kişi de yarışmacıların en yaşlısı, -sonrasında yarışmanın kurucusu olduğu anlaşılan- kaybedecek bir şeyi olmayan biri. Dolayısıyla demokrasi eşitlik sunar evet, ancak adalet noktasında eksik kalır.


Semboller ve Sayılar


Yarışmayı kazanan yarışmacıya 456 numarası veriliyor. Bununla ilgili küçük bir araştırma yaptım. Yönetmenin bu sayıya bir anlam yükleyip yüklemediğini bilemem, ancak 456 sayısının anlamına baktığımızda, dizideki 456 numaralı karakterimizin kişisel özelliklerine uyduğunu düşündüğümden sizlerle de paylaşma gereği hissettim.


‘’456 sayısı, 4, 5 ve 6 sayılarının titreşimlerinin ve enerjilerinin bir karışımıdır. 4 rakamı düzeni ve sistemi, organizasyonu, pratikliği, kararlılığı, sabrı, odaklanmayı, hedeflere ulaşmak için çaba ve çalışmayı, gelecek için sağlam temeller oluşturmayı, geleneği, geleneksel değerleri, bütünlüğü ve dürüstlüğü sembolize eder. 4 sayısı aynı zamanda Başmelekler'in titreşimiyle rezonansa giren bir sayıdır. 5 sayısı, önemli yaşam değişikliklerini, önemli seçimler ve kararlar almayı, macerayı, özgürlüğü, zekayı, deneyimlerinizle öğrenmeyi, uyarlanabilirliği, becerikliliği ve bağımsızlığı sembolize eder. 6 rakamı dengeyi, istikrarı, uyumu, evi, aileyi, güvenilirliği, sorumluluğu, kişinin maddi ihtiyaçlarını karşılamayı, ailenizi sağlamayı, sorunları çözmeyi, minnettarlığı, önemsemeyi ve beslemeyi simgeler. 456 sayısı, tüm bu enerjilerin bir karışımı olarak, kendiniz ve aileniz için istikrarlı bir temel oluşturmak için harcadığınız çabayı ve çalışmanızı sembolize eder. Aynı zamanda aile üyelerinize sağlamayı ve onlara bakmayı da sembolize eder. Bu sayı aynı zamanda sorumluluk, uyum, denge, yuva, aile, gelecek için istikrar yaratma, hayallerinize doğru ilerleme, kararlılık, macera, bağımsızlık, uyarlanabilirlik, sabır, pratiklik, sistem, organizasyon, önemli yaşam değişiklikleri, kararlar ve seçimler anlamına gelir. Şükran, problem çözme, geleneksel değerler ve güvenilirlik anlamları da mevcuttur.’’


Dizide iktidar diye nitelendirebileceğimiz unsurlar, bireyin sürekli gözünün önündedir, birey ise iktidar tarafından her yerde gözetlenmektedir. Kameralar, tıpkı bir hapishanenin merkez kulesinin silüetini oluşturur. Fakat iktidarı simgeleyen Big Brother sembolünün varlığı kanıtlanamaz. Onun gerçekte var olup olmadığı toplumun nezdinde belli değildir. Dolayısıyla semboller ve sayılar üzerinden aktarılan bu sınıfsal ayrım, günümüzde popüler kültüre yansıyan şekliyle, İlluminati topluluğunu ve Siyonist düşünceyi de akıllara getirmektedir. Varlığı henüz kanıtlanamamış olsa da kitaplara, filmlere, şarkılara konu olan, semboller ve birtakım sayılarla varlığını sadece kendi üyelerine belli ettiği iddia edilen İlluminati topluluğunun, halkı manipüle ederek köleleştirmeyi amaçladığı ifade edilmektedir. Ayrıca Siyonizm de bugünün bilinen bir gerçeği. Dünya genelinde hüküm süren şirketokrasiden tutun da, bankacılık başta olmak üzere birçok sektörde kontrolü bulunan insanların taşıdığı bir dünya görüşü olarak nitelendiriliyor. Siyonizm, dünyayı bir grup azınlığın yönetmesini ve diğer insanların bu küçük azınlığa hizmet etmesi gerektiğini amaçlamaktadır.


Yönetmenin Başarısı


Dizinin yönetmenliğini ve senaristliğini yapan Hwang Dong-hyuk, bu diziden dolayı uzunca bir süre konuşulacak gibi duruyor. 2009 yılında yazmış ancak yapımcı bulamamış. Bir gün tutacağını düşünüyordum ancak ne zaman olacağını bilmiyordum, demiş. Eksikleri olsa da ortaya izlenebilir, güzel bir yapım çıkarmış.


Yönetmenin başarısını ortaya çıkaran asıl unsurlar mekan seçimi ve inşası, hikayeyi gerçekçi bir şekilde aktarabilmesi, farklı alegorik yaklaşımlarla çok iyi olmasa da gideri olan bir senaryo ortaya koyması bence. Dizinin başrol oyuncusu Lee Jung-jae, sete geldiğinde gözlerine inanamadığını ifade ediyor. Çünkü mekanların hiç kolaya kaçmadan, bizlere gösterilen şekilde devasa ve iyi bir şekilde inşa edilmesi, insanı dizinin içerisine çeken önemli unsurlardan diye düşünüyorum. Ayrıca bu tür yapımlarda fazlasıyla efekt görmeye çok alışmıştık. Yönetmenimiz bu dizide efekt kullanmadan çok canlı sahneler ortaya koymayı başarmış. Oyunları da oldukça basitleştirerek yalın bir anlatım dili kullanmış. Diziye tam olarak çerezlik bir dizi diyemiyoruz çünkü alt metninde de üst metninde de verdiği önemli mesajlar bulunuyor. Ancak replik arıyorsanız, koca diziden bir replik çıkartamıyorsunuz. Araya birkaç iyi replik yerleştirilmiş olsaydı daha çarpıcı bir dizi ortaya çıkabilirdi diye düşünüyorum. Bunun yanında ilk yarışma arenasında tam olarak 456 kişi bulunuyor. İzlerken bu kadar insanın orada olamayacağını düşünebilirsiniz. Ancak gerçekten de oyun alanı 456 kişiyi bile az gösterecek büyüklüğe sahip.


Genel İzlenim


Bugünlerde en çok konuşulan Netflix yapımı olan Squid Game, zaten başarılı olan Güney Kore sinemasını bir tık daha ileriye taşıyacaktır. İçerisinde barındırdığı alt ve üst metinlerle, Antik Roma’daki dövüş arenalarına benzeyen mekan seçimleriyle ve sembolleriyle başarılı bir yapım olarak dikkat çekiyor. Senaryosunda yer yer kopukluklar olsa da genel izlenim açısından tatmin edebiliyor. Elbette ki beğenmeyenler de olabilir. Ancak izlendiği zaman vaktin boşa gideceğini düşünmüyorum. Sadece dizinin konusuna değil, Güney Kore toplumuna dair izlenimler de elde edebiliyorsunuz.


Squid Game, tıpkı diğer başarılı distopik yapımlar gibi uzun süre unutulmayacak ve konuşulacak bir eser. Distopik eserler her daim dikkat çekmiştir. Oldukça alegorik bir anlatıma sahip olan Squid Game, distopik bir dünya alegorisi açısından günümüz popüler sinemasının en önemli yapımlarından biri olabilir. Bu eserlerde genellikle toplumların gittiği yöne doğru karamsar bir portre çıkarılır. Bunun yanında günümüzün politik, ekonomik ve sosyolojik meselelerine de ayna tutulur. Dolayısıyla bu çift yönlü yaklaşım, bu tür eserleri sürekli gündemde tutar. Örnek verecek olursak; Alice in Borderland, Battle Royal, Açlık Oyunları, Gantz gibi yapımlar, Squid Game dizisine referans olarak gösterebiliriz.


Diziye genel çerçevede baktığımızda, zaman zaman senaryosunda kopukluklar olsa da kapitalizme, demokrasiye, iktidar kavramına, sınıf ayrımına, mükemmeliyetçi topluma, duygularından arınmış insana farklı ama ciddi eleştiriler getiriyor. Evet, bizlere vermiş olduğu birtakım mesajlar mevcut. Genel olarak bunlardan zaten bahsettik ancak asıl önemli kısım, dizinin insan psikolojisine getirdiği yorum. Aksiyon dolu oyunlar, heyecan dolu mekanlar derken kendimizi kaptırıyoruz biraz. Ancak yarışmadaki insanların içsel yolculuğu, zıtlıklar içerisinde ve yaşamsal aktivitelerini devam ettirebilmek için karar verme süreçleri, bu aksiyon silsilesi içinde sanki biraz manipüle oluyor gibi. Bence dizi oyunlardan ve yarışlardan ziyade kişilerin kendileriyle alakalı.


Diziye insan psikolojisi bağlamında bakacak olursak, yarışmacıların her karar anında içsel zıtlıklar nedeniyle sürekli olarak ikilemde ve kararsız kalmalarını görüyoruz. Aslında verdikleri kararlar, onların ahlaki seviyelerini de bizlere göstermiş oluyor. Normalde insanın ahlaki düzeyinin yaş ilerledikçe artması beklenirken, yarışmadaki yetişkin yarışmacıların yeniden başlangıç seviyesine kadar düştüğünü anlıyoruz. Ayrıca ön plana çıkan yarışmacıların her birinin farklı karakteristik özelliklerini görüyoruz. Başrol oyuncumuz 456 numara, oyunların en başından beri, genel olarak daha ahlaklı bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. İnsanların ölmesine karşı olduğundan oylamada ret oyu veriyor. En zayıf halka olarak görülen 1 numaralı yaşlı ve güçsüz oyuncuya da her daim sahip çıkar. Kendi değer yargılarından hiçbir zaman kopmaz. Kopacağı anlarda da büyük içsel krizler yaşar. Vicdanı her daim rahatsız olur. Aristo’nun 3 arkadaşlık felsefesine göre ‘erdem için arkadaşlığa’ hizmet eden bir karakterdir. Aristo’ya göre erdem için arkadaşlık çeşidi, zevk ya da faydanın çok daha ötesinde en mükemmel arkadaşlık çeşididir. Dolayısıyla başrol oyuncusunun geleneklerine, erdeme ve kişisel değerlerine bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Bunun dışında diğer karakterlerin daha çok fayda ve çıkara dayalı arkadaşlıklar veya ilişkiler kurduğunu görmek mümkün.


Final oyunu, mantığın ve vicdanın ya da iyi niyet ile kötü niyetin kapışması diyebiliriz. Her yarışmacı para için bu ölüm kalım mücadelesinde yer almaktadır. Can ve yüklü miktarda para söz konusu olunca insanın başka bir insana nasıl apaçık bir şekilde düşmanca yaklaştığını da görmüş oluyoruz. Yani yarışmada karşılıklı bir rekabet ortamı yok, aleni bir düşmanlık ve vahşilik var. Ancak başrol oyuncumuz 456, her daim yaşatmak ister. Hatta final yarışmasında normal hayatta çocukluğundan beri tanıdığı arkadaşını öldürmek üzereyken, hem öldürmekten hem de verilen büyük para ödülünden vazgeçer. Gerçekten çok az insan bu ahlaki seviyeye kadar çıkabilir. Yarışmacıların gergin karar süreçlerinde siz de izlerken geriliyorsunuz. Belki de dizinin başarısındaki en önemli unsur, yönetmenin, izleyiciyi yarışmacıların karar süreçlerine dahil etmesi diye düşünüyorum.


Mantığın temsilcisi olan diğer finalist oyuncu 218 ise parlak bir geçmişe sahip, zeki bir kişiliktir. Ancak daha fazla zeka, daha fazla ahlak getirmiyor. Burada eğitim seviyesinin de mükemmel bir dünyayı inşa etmeye yetmeyeceğini de ifade ediyor yönetmen. Günümüzde de böyle değil mi zaten? Büyük saygı duyduğumuz bilim adamları, insan hayatını kolaylaştıracak buluşlara yönelmeleri gerekirken daha çok kitle imha silahları üretiyorlar. Bu silahların hepsinin ucundan bir kurşun çıkmıyor elbette. Sadece bedeni ortadan kaldırmıyor bunlar. Kimisi zihinleri, kimisi kalpleri, kimisi de ruhları ortadan kaldıran silahlar olabiliyor. 218 numaralı karakterimiz, normal hayatında, sayesinde parlak bir geçmiş inşa ettiği zekasını bu yarışmada kurnazlığa devşiriyor. Finale kadar bu kurnazlık ile gelse de nihayetinde erdeme, iyi niyete ve vicdana yenik düşüyor.


6 farklı çocuk oyunu üzerinden insan psikolojisine eğilen yönetmen, insanın en saf ve temiz hali olan çocuk oyunları üzerinden, insanın tarihsel gelişim içindeki tüm uygar kazanımlarının karşısında, ilk günkü hâline dönüşünün resmini çiziyor. İlkel insan doğası kendini bütün çıplaklığı ile ortaya seriyor. Sürekli olarak savaş ve yıkım planlayan, birbirini yok etmek için senaryolar yazan, bireysel çıkarlar için bir başkasına şiddet uygulayan insanların şiddet, savaş ve kötülüğünün ardında yatan nedene odaklanıyor dizi. Şiddet, insanın kendi içinde barınan, değiştirilemez bir özellik olarak gösterilir. Yani dizinin irdelediği ana unsur bence insanın özüdür.


İnsanın en yoğun güdüleri olarak kabul edilen şiddet, öfke, nefret, diğerlerinden korku, farklı olandan korku, kıskançlık, gücü elde etme gibi etkenler dizinin ana motiflerini oluşturmaktadır kanaatimce. Bu mücadelede insanlara kendi doğal benliklerini keşfetme imkanı sunuyor yönetmen. Ancak bu keşif süreci haz ve çıkar arayan bir bencilliğe dönüşüyor. İnsanları bir arada tutacak olan gelenekler, görenekler, normlar ve kurallar, bireysel kurallara ve burjuvanın eğlence anlayışına yenik düşüyor. Sonuçta tüm yarışmacılar aynı kültürün insanları. Yarışma da bu keşif sürecine ortam hazırladığından, bireysel bencillik sonucunda zayıflar, güçlüler tarafından kolayca avlanabilir hale geliyor. İnsanlar her oyun aşamasında ilkelleşiyor. Bu da her seferinde daha yıkıcı bir etki oluşturuyor. Dolayısıyla Squid Game, hem yarışmacıların hem de izleyicilerin kendi iç dünyalarına derinlemesine bir yolculuk yapmalarına imkan sağlamaktadır.


Sonuç olarak bu dizide, toplumsal düzende birbirlerine genel anlamda saygı duyan insanların hayat şartları zorlaştığında, yaşamlarını devam ettirebilmek adına ne kadar cani olabileceklerinin önemli bir örneğini görme fırsatı bulduk. Tabii bu diziye yakışan en isabetli söz, kuşkusuz ki Hobbes’un "İnsan insanın kurdudur." sözüdür. Gerçekten öyle midir, bunu kendimize sormak lazım. Dizi bu konuda ciddi bir öz eleştiri yapmamıza vesile oluyor. Gündelik yaşantımızda, hayatı düzenleyen sosyal, siyasal, ekonomik vb. birçok konuda, dizideki yarışmalarda yaşanan olayların benzerlerine maalesef şahit olabiliyoruz. Yani hayatta kalma güdüsüyle birbirimize sürekli olarak şiddet uyguluyoruz. Hobbes, insan insanın kurdudur demiş. Biz de insan insanın ümididir, insan insanın yurdudur diyoruz ancak madem insan insanın ümididir, madem insan insanın yurdudur ve madem çıkmadık canda ümit vardır, bakalım kimde can kalmış?


Squid Game sinema salonlarında gösterime giren bir film olsaydı acaba bu kadar dikkat çeker miydi, izlenme rekorları kırar mıydı? PSY, BTS ve K-Pop dalgasıyla Güney Kore kültürünün zaten aşina olunan bir kültür olduğu için mi dizi bu kadar dikkat çekti? İkonik semboller dolayısıyla mı Squid Game akımı başladı? Bilemiyoruz. Burada Netflix’in sunum kabiliyeti de göz ardı edilemez elbette. Netflix’in bu tür konuları işleyen yapımları sürekli olarak ısıtıp önümüze koyması bir dayatma mı yoksa yapımların kendi başarısı mı acaba? Son dönemlerde Snowpiercer, The Platform gibi yapımları gördük, etkilendik. Aynı klasik konu, farklı anlatımlarla izleyicinin beğenisine sunuluyor. Peki neden Alice in Borderland değil de Squid Game? Neden sürekli aynı konu? Şunu da bilelim, kapitalizm her zaman zıtlıktan beslenir. Hoşça bakın zatınıza…



Bazı Detaylar İçin Yararlanılan Kaynaklar:


https://fikircografyasi.com/makale/aslinda-kore-de-bildiginiz-gibi-degil


https://tr.axisastrology.com/456-angel-number-meaning


https://www.hotcourses-turkey.com/study-in-south-korea/destination-guides/guney-kore-hakkinda-bilmeniz-gereken-10-ilginc-gercek/