İnsan gerçekten mükemmel bir varlık. Yaratılışı gereği ve sebiyle mükemmel aslında. Ne var ki yaratılışımızın hakikatini ve gereğini ve aslında bizi biz yapan her şeyin "olmak istediğimiz şeyler olduğunu" hep ıskalarız.

"Neye talipsen O sensin"dir çünkü. Ama çevremizle, çevremizin düşünceleriyle, birtakım basmakalıp öğretilerle öğrenilmişlik çaresizliklerle hep "elimizden gelenin bu" olacağına inanmış ya da inandırılmışızdır çoğu zaman.


İnsan gerçekten olumsuz duygu veya düşüncelere sürekli maruz kaldığında pasifleşiyor. Düşünceleri ağırlaşıyor. Yeni yollar, yeni başlangıçlar, yeni yöntem ve fikirler "eski köye yeni adet mi gelir?" itirazlarıyla baskılanıveriyor. 


Velhasıl insanı pasifize eden bir sürü "geleneksel putlarımız" var işte bir şekilde. Halbuki ilkeli olmak eskiye ya da yeniye halel getirir miydi? 


Bir yol aramanın derdine düştü mü insan, artık düşünce dünyasında bir üst seviyeye çıkabilmeli. İmkanı yoksa bile düşünceleriyle "olmak istediği her neyse" onu zihniyle avuçlamalı. Çünkü eğer siz, zihninizi nasıl mümkün olabilir diye yorduğunuzda bütün hücrelerinizin size fırsatlar sunabileceği deneyimini yaşamadıysanız eğer potansiyelinizi henüz keşfetmemiş uyuyan bir hücre yığınına sahip olma ihtimaliniz yüksek demektir!


Tüm şartlanmalardan, kalıplardan veya engeller olsun, hepsinin belki olma vaktini ayarlayamazsınız ama sizi harekete geçiren her düşünce her arayış bir zahmet sonucu da olsa sizi bu imkana elbet sürükler. Her imkan mübah mıdır? diye ayrı bir parantez doğuruyor bu yazı kendi içinde. Ama sağlam okuyucu, sanırım "ilkleri yaşatan ilkeli insanlardır" sözümüzden demek istediğimizi anlar. Her yolun istikametine uygunluğunu da ölçer, zannıyla parantezi kapatıyorum.


Elbette hiçbir şeyi değiştiremeyeceğine inanan bir insan ancak bu depresif duygu ve düşüncelerle eylemsiz hareketsiz bekler ve bekler... Maruz kaldığı şey elbet geçer belki ama her maruz kalınılan durumda beyaz bayrakları sallandırmak mükemmel insanın hakikatiyle ne kadar örtüşüyor?


Meşhur Seligman deneyi vardır. Öğrenilmiş çaresizliklerimizle ilgili tefekkür edebileceğimiz bir deney yapıyorlar. 


Deneyin sonunda köpeklere kaçmaları için bir fırsat tanınsa da daha önce tanıştıkları bu acıya gönüllü olarak dayanmayı seçiyor ve acının kendilerini terk etmesini bekliyorlar, kıvranarak...


Bu deneyi insanın hayatı için düşündüğümüzde kalbimizde hüzünlü bir soru bırakıyor. Gerçekten maruz kaldığımız acıların acısı mı daha derin, yoksa mücadele ve başarıya olan yenilgimiz mi? Sürekli başarısız olma hissiyle şartlanmış bir zihin paha biçilemez kadar derin...